Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddin -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden Hikmetli Sözler ve Tavsiyeler
Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddin -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri’nden hikmetli sözler ve tavsiyeler...
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: “Din, nasihattir.” (Müslim, Îmân, 95)
Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa muhteşem ikrâmı, ebedî ve mükemmel mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim; baştan sona hikmettir, öğüttür, nasihattir, ibret dolu kıssa ve bin bir hissedir.
Başta sahâbî efendilerimiz olmak üzere, bütün Hak dostları Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamana yayılmış zirve mâhiyette, müstesnâ talebeleridir.
Altından kalkamayacağını anladığın mevzuları Allâh’a ve Rasûlü’ne havale et!
- Allâh’a havale, O’nun Kitâbı’na;
- Rasûlü’ne havale de O’nun Sünneti’ne müracaat etmek demektir.
“Boynuna ağır yük yüklenmiş bir kuş düşün;
bu kuş hiç uçabilir mi?!.
- Bunun gibi;
➢Sâlikte de dünyaya bağlılık çoksa, o da Allâh’a doğru kanat açamaz ve talep vâdisine adım atamaz!”
(Ârif Rîvgerî, Ârifnâme, s. 6)
ŞÂH-I NAKŞİBEND MUHAMMED BAHÂÜDDİN -RAHMETULLÂHİ ALEYH- HAZRETLERİ’NDEN HİKMETLİ SÖZLER VE TAVSİYELER
Âlem buğday, ben saman;
Âlem yahşi, ben yaman!..
Yani; “Herkes tam, ben ise nâkısım, herkes iyi, ben kötüyüm.” telâkkîsi içinde, dâimâ tevâzu ve hiçlik içinde olmalıdır.
HER VESİLE İLE MURÂKABE
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri anlatır:
“Bir gün yolumda giderken, bir kumarhânenin önünden geçiyordum. İçeride bir topluluğun, çok hırslı bir şekilde kumar oynamakta olduklarını gördüm. Hele içlerinden ikisi, kendilerini oyuna öyle kaptırmışlardı ki, hiçbir şeyin farkında değillerdi. Maddî-mânevî bütün güç ve varlıklarıyla kumara dalmışlar, sanki kumarın nefsânî lezzetinden sarhoş olmuş, kendilerinden geçmişlerdi.
Böylece ikisi, aralarında aldılar verdiler. Bir müddet sonra onlardan biri mağlûp oldu, ütüldü. Kaybettikçe kaybetti. Varını yoğunu ortaya koydu. Neticede dünyalık olarak nesi varsa, rakibi hepsini elinden aldı.
Düşmüş olduğu o perişan hâle rağmen kumarbaz, ısrarla ve büyük bir gayretle oyunu sürdürüyordu. Yenildikçe de hırsı artıyordu. Bir ara, kendisini hep yenen rakibine dedi ki:
«–Bana bak! Malımı ve bütün servetimi değil, bu oyun için başımı bile vereceğimi bilsem, yine de oynamaktan vazgeçmem! Hayatım pahasına da olsa oynayacağım. Öyle ki, benim düştüğüm bu perişan hâle sen düşeceksin!»
Kumarbazın, kumarda her şeyinden, hattâ canından bile vazgeçebilecek derecedeki ısrar, kararlılık, hırs ve irade kuvvetini görünce, bana da apayrı bir şevk ve gayret hâli geldi. Bu musîbet tablosundan ibret alarak kendi kendime düşündüm:
Bir kumarbaz, bâtıl bir işte bile her şeyinden vazgeçecek kadar ısrarlı, hırslı ve kararlı davranırken, ben Hak yolunda nasıl bir azim, gayret ve fedâkârlık içinde olmalıyım? O günden beri Hak yolunu takip etmekteki azim ve isteğim daha da arttı. Hamdolsun Rabbime, her geçen gün de artmaktadır.”
(Bkz. Ekrem SAĞIROĞLU, Şâh-ı Nakşibend, Yasin Yayınevi, İstanbul 2001, s. 99-100)
KALP HUZURU
Buhâra’nın âlimlerinden biri, Nakşibend Hazretleri’ne;
“–Namazda kalp huzuru ne ile hâsıl olur?” diye sormuştu. Hazret ona şu cevabı verdi:
“–Helâl yemek yemeli ve yerken uyanık olmalıdır. Namaz dışındaki zamanlarda, abdest alırken ve iftitah tekbirini getirirken de uyanık olunursa namazda kalp huzuru sağlanabilir.” (Salâhaddîn bin Mübârek Buhârî, Enîsü’t-Tâlibîn, s. 84)
- Helâl lokma yemedikçe (mâneviyat yolunda) maksat hâsıl olmaz!
(Yâkub Çerhî, Risâle-i Ünsiyye [Ney-Nâme içinde], s. 115)
ODUNUN BİLE HELÂLİ
Bir defasında mânevî hâllerinin kaybolduğundan yakınan bir talebesine;
“–Yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını iyi araştır!” buyurmuştu. Talebe gidip araştırdığında, yemeği pişirirken ocakta, helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yaktığını tespit etti ve hemen tevbe etti. (Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, III, 441)
- Her durumda hukuka riâyet etmek, Hak yoluna sülûk edenlerin edeplerindendir.
Onun için maksud ve matlûba erişenler; hukuk ve âdâba riâyet etmekle erişmişlerdir. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 72)
ÖFKE İLE PİŞEN AŞ!..
Eğer bir kepçeyi öfkeyle ve gönülsüz olarak bir çömleğe soksalar, Nakşibend Hazretleri o yemeği de yemez, şöyle buyururdu:
“–Öfke, gaflet, gönülsüzlük ve zorla yapılan bir işte hayır ve bereket yoktur. Zira o işe nefsin hevâsı ve şeytan karışmıştır.
Sâlih ameller ve güzel davranışlar, helâl lokma ile mümkün olur. Helâl lokma da gafletle değil, kalp huzuru ile, uyanık olarak yenmelidir. Bütün vakitlerde vukûf-i kalbîye riâyet etmeye ve uyanık olmaya gayret etmek, kişi için mânevî bir temrin (alıştırma) olacağından, nihayetinde bu durum, namazda kalp huzuruna vesile olur.”
(Enîsü’t-Tâlibîn, s. 64-65; Reşahât, s. 513)
MÂLÂYÂNÎ GAFLET GETİRİR
Bir defasında, abdest ve temizlik işlerinde kullanılacak suyu ısıtmak için ocağa koyan talebelerin, bu esnada boş sözlerle meşgul olduklarını işitince, onlara şu îkazda bulunmuştu:
“–Bu kadarcık da mı bilmiyorsunuz? Yemek pişirirken ve su ısıtırken gönlü hazır eylemek ve lisânı mâlâyânîden muhafaza etmek gerekir. Bu durumda o su ile abdest alan ve o yemekten yiyenin gönlünde huzur ve uyanıklık meydana gelir. Gafletle ısıtılan sudan abdest alan ve gafletle pişirilen yemekten yiyen kişinin gönlünde ise zulmet ve gaflet meydana gelir.”
(Enîsü’t-Tâlibîn, s. 64-65; Reşahât, s. 513)
ŞİFÂ OLUR
Nakşibend Hazretleri, yiyeceğini bizzat kendi ziraatinden elde ederdi. Her sene bir miktar arpa, biraz börülce ve zerdali yetiştirirdi. Ziraat yaparken kullanılan hayvanların, tarlanın, tohumun ve suyun helâl olması husûsunda çok ihtiyatlı davranırdı.
Bu sebeple pek çok âlim, teberrüken (ve şifâ niyetiyle) onun helâl yemeğinden yiyebilmek için sohbetlerine iştirâk ederdi. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 64; Reşahât, s. 159, 184)
İBÂDETSİZ TERAKKÎ OLMAZ!
- «Mecaz, hakikatin köprüsüdür.» denilmiştir.
Bundan kastedilen şudur:
➢Zâhirî, bâtınî, kavlî ve fiilî olan bütün ibâdetler mecazdır.
Bu tarîkate girenler; bütün ibâdetlere ihtimam gösterip bu merhalelerden (bu köprüden) geçmedikçe, (îmandan ihsâna yolculuk yapmadıkça) hakikate vâsıl olamazlar. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 108)
İSTİKAMET
- Hârikulâde fiillerin ve kerâmetlerin zuhûruna fazla meyletmemek îcâb eder.
Esas mârifet, istikamet üzere olmaktır. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 88)
- Hârikulâde hâl ve kerâmetlere, amelde istikamet üzere olmak ve Sünnet’e bağlılık şartıyla itimat edilebilir.
- Sünnet’e bağlılık olmazsa bu tür zuhûrâta itimat edilmez. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 26)
VELÎ, KERÂMETE ALDANMAZ
Nakşibend -rahmetullâhi aleyh- fânîlerin iltifatlarından kendini koruyabilmek için kerâmetlerini gizlerdi. Bir gün kendisinden kerâmet talep ettiklerinde;
“–Bizim kerâmetimiz ortadadır. Zira bu kadar günah yükümüz varken hâlâ yeryüzünde yürüyebiliyoruz.” buyurdular.
(Enîsü’t-Tâlibîn, s. 112; Ebû’l-Kāsım, er-Risâletü’l-Bahâiyye, vr. 58a)
Müridleri, kendisinde gördükleri kerâmetlerden bahsedince de;
“–Onlar müridlerin kerâmetleridir.” diyerek tevâzu gösterdiler.
(Ahmed Kâsânî, Âdâbü’s-Sâlikîn, vr. 58a)
Kendilerinden hârikulâde hâller zuhûr ettiğinde ise, dervişlerine dâimâ şu tembihte bulunurlardı:
“–Ey dostlar! Bizim bu hâllerde irademiz yoktur. Yani bunun gibi keyfiyetlerin zuhûru bizim talebimizle değildir, Allah tarafındandır.
Fakir, müflis, âciz ve pür-taksîr olandan bir şey zuhûr etmez!”
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, mevcûdâtın en kâmili ve Allâh’a en yakını olup duâları makbul olduğu hâlde, ona şu hitap vâkî olmuştur:
«…Attığın zaman Sen atmadın, lâkin Allah attı...» (el-Enfâl, 17)
O hâlde düşünmek îcâb eder ki, bizim gibi bîçâre ve âciz ümmetinin hâli nasıldır?!.
Dervişlerden zuhûr eden hârikulâde hâllerde kendilerinin bir hissesi yoktur. Belki o tür şeyler, tâliplerin Hak yolundaki ufuklarının açılması içindir.
(Enîsü’t-Tâlibîn, s. 156)
NEFSE MUHALEFET
–Gücün yettiğince Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfiyle amel etmeye çalış:
- Seninle alâkasını kesene sen sıla-i rahimde bulun,
- Sana vermeyene ver,
- Sana zulmedeni affet! (Ahmed, IV, 158)
➢Bunların hepsi de nefsin zıddınadır, ama böyle yapıldığında faydası pek çoktur. (Yâkub Çerhî, Risâle-i Ünsiyye [Ney-Nâme içinde], s. 116)
HİÇLİK İLE!
- Bu yüce tarîkate sülûk edenlerin en kârlısı; tam bir niyaz, tevâzu ve tazarrû hâlinde yaşayıp yüksek himmet sahibi olanlardır. Bizi bu kapıdan geçirdiler.
➢Ne bulduysam, niyaz, mahviyet, hiçlik ve yoklukta buldum. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 46)
- Bu yolda hiçliğe bürünmek, varlığı terk edip yokluk izhâr etmek ve mütevâzı olmak, büyük bir kârdır.
Bunlar, büyük bir devlete nâil olmanın ipuçlarıdır. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 47)
ÖNCE ANNEM!
- Nakşibend Hazretleri;
“–Benim kabrimi ziyaret etmek isteyenler, önce annemin kabrini ziyaret etsin.” buyurarak, annesi için sadaka-i câriye olma gayretinde olmuştur.
YILLARCA HİZMET
Üstâdım bana;
«–Kalplere dikkat et! Düşkünleri, zayıfları ve gönlü kırıkları gözeterek onlara hizmet et! Halkın küçük gördüğü ve iltifat etmediği kişilere sen iltifat et ve onlara karşı tevâzu ve mahviyet göster!» tavsiyesinde bulundu. Ben de üstâdımın işaret ettiği üzere bir müddet bu hizmetlerle meşgul oldum. Sonra, tekrar o aziz dost bana buyurdu ki:
«–Hayvanların bakımını da tevâzu ve îtinâ ile yerine getir. Zira hayvanlar da Allah Teâlâ’nın mahlûkudur. (Onlardaki tecellîleri müşâhede et! Onlara Hâlık’ın şefkat nazarıyla bakmaya gayret et!) Hasta ve yaralı olanların tedavisiyle meşgul ol!»
Bu emir üzerine hayvanların hizmetlerini görmeyi kendime vazife edindim.
Yine aziz üstâdım bana;
«–Yol ve geçitlerin bakımı ile meşgul ol! Eğer yol üzerinde insanların hoşlanmayacağı bir şey görürsen onu kaldırıp temizle ki oradan geçenlere bir zarar gelmesin!» dedi. Bundan sonra o hizmetle meşgul olmaya başladım.
Öyle ki, bahsettiğim bu yedi sene zarfında üstüm başım hep toz toprak içinde olurdu. O Allah dostunun bana emrettiği her ameli, büyük bir sadâkatle yerine getirdim. O amellerden her birinin kendi ahvâlim üzerindeki neticelerini de müşâhede ettim.
(Bkz. Enîsü’t-Tâlibîn, s. 49-50; Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 17-18)
İNZİVÂ YOK! HİZMET ve İRŞAD VAR!..
- Kişi, insanlarla beraber olup onlara hizmet edince, halvete çekildiği zamanlardan daha fazla gönül huzuru elde eder.
(Yani kesrette vahdete nâil olur, kalabalıklar içindeyken Cenâb-ı Hak ile beraber olabilirse, gönlü daha fazla huzura kavuşur.)
➢Bizim yolumuzda gönül âlemi ancak bu şekilde inkişâf eder.
- Bizim yolumuz sohbet yoludur.
➢Halvette şöhret, şöhrette ise âfet vardır.
- Hayır ve bereket, birlik ve beraberliktedir.
- Birlikte olmak, sohbetle mümkündür.
Ancak bu hâlin gerçekleşmesi, sohbetin faydalı olması şartına bağlıdır.
➢Bir kişinin başkasıyla sohbeti ise benliği terk edip hiçliğe bürünmekle hâsıl olur. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 90; Reşahât, s. 68; Ebû’l-Kāsım, er-Risâletü’l-Bahâiyye, vr. 52a, 62a)
TEZKİYE ve HİMMET
- Bizim sohbetimize gelenlerin bir kısmının kalbinde muhabbet tohumu varsa da, dünyaya olan alâkaları ve bunun oluşturduğu pislik sebebiyle bu tohum filiz verip büyüyemez.
Bize düşen vazife, onların kalbini bu nefsânî arzulardan temizleyerek muhabbet tohumunu filizlendirmektir.
Bazılarının kalbinde ise muhabbet tohumundan eser yoktur. Bizim bütün himmetimiz / gayretimiz, onların kalbinde muhabbet oluşması içindir. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 90; Ebû’l-Kāsım, er-Risâletü’l-Bahâiyye, vr. 63b; Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 59)
MÂSİVÂ
- Mâsivâya, yani kulu Allah’tan uzaklaştıran dünyevî şeylere gönül bağlamak, bu yolda gidenler için en büyük gaflet perdesidir. (Enîsü’t-Tâlibîn, s. 78)
- İnsanların, Hak Teâlâ’dan uzak düşmelerinin sebebi, kendilerini uzak tutmaları ve kendi istekleriyle üzerlerine fazla dünya yükü almalarıdır.
(Yani nefsânî ihtiraslarının zebûnu olmalarıdır.)
➢Yoksa feyz-i ilâhî, dâimâ feyiz ve rahmettir. (Pârsâ, Sohbetler, s. 36)
SON NEFESTE NE LÂZIM?
- Ubeydullah Ahrâr -rahmetullâhi aleyh- anlatır:
“Bir aziz zât, dünyadan ayrıldıktan sonra Nakşibend Hazretleri’ni rüyasında görmüş ve ona;
«–Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım?» diye sormuş. Hâce Hazretleri şu cevabı vermiş:
«–Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun!»
Yani, son nefeste nasıl ki tamamen Hak Teâlâ’yı düşünmeniz lâzımsa, hayatınız boyunca da o şekilde uyanık olunuz!”
(Reşahât, s. 130)
ZİKRİN HAKİKATİ
- Zikir telkini, bir kimsenin eline çakmak taşı vermek gibidir. Bundan sonra iyi bir netice oluşması için amel etmek mürîde aittir.
(Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 62)
- Zikirden maksat; yalnızca «Allah» ve «Lâ ilâhe illâllah» demek değildir.
Belki;
- Sebepten Müsebbib’e (sebeplerin sebebi olan asıl fâile) gitmek ve
- Nimetlerin Müsebbib’den, yani Cenâb-ı Hak’tan geldiğini görmektir.
(Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 78)
- Zikrin hakikati, gaflet meydanından müşâhede fezâsına çıkmaktır.
(Muhammed Bâkır, Makāmât, s. 68)
[Yani zikrin lâfızda kalmayıp kalbe intikal ederek davranışlara aksetmesi lâzımdır.]
- Zikir, gafletin giderilmesidir.
Gaflet giderildiğinde, sussan bile zikir hâlinde olursun!
(Yâkub Çerhî, Risâle-i Ünsiyye [Ney-Nâme içinde], s. 104)
TAM YÖNELMEK
- Namazın erkânı ve ezkârıyla meşgul olup ona tam olarak yönelmek lâzımdır. Bu, mübtedîlerin / daha işin başında olanların durumuna göre değişir.
- Vudû (abdest) namazında birçok ecirler olduğunu da unutma!
(Yâkub Çerhî, Risâle-i Ünsiyye [Ney-Nâme içinde], s. 97)
–Bu yolun esâsı,
- Kalbe yönelmektir.
- Kalp ile de Allah Teâlâ’ya yönelip O’nu çok zikretmektir.
[Zira îman; dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir, zihin ile tasdik değildir. Yani zikrin kalbe yerleşerek davranışlara aksetmesi lâzımdır. Neticede kul, her an ilâhî müşâhede altında bulunduğunun idrak ve şuuru içinde olmalıdır.]
–Yine bu yolun esâsı,
- Farz ve sünnetleri güzelce edâ etmektir.
- Yeme, içme, giyme ve oturmada, işlerde ve âdetlerde itidal hâlinde olmaktır.
- Kalbi, kötü düşüncelerden ve vesveseden korumaktır.
- Kendisine rehber olan üstâdın sohbetini büyük bir nimet bilmektir.
- Üstâdının huzûrunda da, gıyâbında da edebe riâyet etmektir.
➢Bu yoldan maksat, «Devamlı Allah Teâlâ’nın huzûrunda olma»nın idrâki içinde bulunabilmektir. Ashâb-ı kiram zamanında buna «ihsan» denilmişti.
Bu yolda ilerlerken;
- Nefsin arzularını yok etmek,
- Nurlara ve hâllere gark olmak,
- Fenâ ve bekāya ulaşmak,
- Güzel ahlâk sahibi olmak gibi makamlar elde edilir.
(Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, III, 445)
EHLULLÂH’IN GÖNLÜNE GİR!
- Cömert birinin evinde bulunan, onun ikramlarına nâil olur.
Allah dostlarına hizmet ederek onların gönüllerine girenin de hâli böyledir! (Reşahât, s. 165)
EZÂ VERENİ UZAKLAŞTIR!
- Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerifte buyurur:
«Ezâ verecek şeyi yoldan kaldırınız.» (Buhârî, Cihâd, 18; Müslim, Zekât, 56)
Hadîs-i şerifte bahsedilen «ezâ verecek şey»den
kastedilen; nefsânî arzulardır. «Yol»dan murâd ise «Hak yolu»dur.
- Nefsine bas ve yüksel! Hakk’a kurbiyyet/yakınlık dairesine girmek istersen, önce nefsânî arzularını terk et!
(Nefis engeli, iki gözün önüne konulan iki parmak gibidir ki, kişiyi bütün hakikatlere karşı âmâ eder. Bu sebeple kul, Rabbiyle arasındaki en büyük engel olan nefis perdesini aralamaya gayret etmelidir. Bir Hak dostu buyurur:
Sen çıkınca aradan,
Kalır seni Yaradan!..)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze HİDÂYET REHBERLERİ, Yüzakı Yayıncılık