Sahabeler Peygamberimizi Nasıl Severdi?

Ashâb-ı kirâmın muhabbet ve gayret dolu hayatlarına baktığımızda görürüz ki; kalpler, Allah ile beraberliğin huzuruna ermişse, mâzeretler âdeta buharlaşır, yaralar derman bulur, acılar diner, uzun yollar kısalır, sıcaklar serin ve selâmet olur. Çünkü onların kalplerinde hiçbir fizikî acı, Allah Rasûlü’nden ayrı düşmenin acısı kadar ağır değildi. O’nunla beraber olduktan sonra, O tebessüm ettikten sonra; çileler güllere, zahmetler rahmete inkılâb etmekte idi…

Uhud Harbi’nde Abdullah bin Sehl ile kardeşi Râfî -radiyallâhu anhümâ-, Fahr-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte savaşmışlar ve yaralı olarak Medine’ye dönmüşlerdi. Allah Rasûlü, düşmanı takip için müslümanları yeniden bir araya toplanmaya çağırdı. Bunu işiten iki kardeş;

“–Vallâhi bir binitimiz yok, yaramız da ağır. Fakat Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bulunduğu bir seferi de kaçırmak istemeyiz.” diyerek hemen yola çıktılar.

Yarası diğerine göre hafif olan, ağır yaralı olanın kâh yürümesine yardım etti, kâh onu sırtında taşıdı. Böylece, Âlemlerin Efendisi’nden ayrılmamış oldular. (İbn-i Hişâm, III, 53)

Kalp, itmi’nâna ermişse, mazeretler buharlaştı. Yaralar derman buldu. Acılar dindi. Yollar kısaldı. Sıcaklar serinledi. Çünkü kalplerinde hiçbir fizikî acı, O’ndan ayrı düşmenin acısı kadar ağır değildi. O’nunla beraber olduktan sonra, O tebessüm ettikten sonra; çileler güllere, zahmetler rahmete inkılâb etmekte idi.

Bedir’de esirler alınmıştı. İslâm ahlâkı, esirlere en güzel şekilde sergilendi. Efendimiz; esirlere insanca muamele etmenin üzerinde o kadar durdu ki, zaten çok az sayıda bineğe sahip olan Bedir ashâbı, zaman zaman bineklere esirleri bindirdiler, kendileri o çöl sıcağında o uzun mesafeyi yaya olarak yürüdüler. Bu fazîletli muamele neticesinde, o esirlerin birçoğu müteâkip senelerde suhûletle İslâm’a girdi.

İnsanlık tarihini, medeniyetleri, milletlerin birbirleriyle savaşlarını, zulüm ve yıkımları tetkik eden birçok mütefekkir; bedbinleşmiş, insanın tabiatının kötü, bencil ve zalim olduğu, dolayısıyla, onun ortaya koyacağı her şeyin kötülüğe sebebiyet vereceği gibi bedbin (kötümser-karamsar) fikirler kaleme almışlardır.

Hâlbuki İslâm medeniyetinde, insaniyetin zirvesi defalarca sergilenmiştir.

Allah Rasûlü’nün emrine ittibâ için, esirlerine böyle davranan mü’minler; din kardeşleri için çok daha büyük fedâkârlıklar yaptılar. Öyle ki yeri geldi, muhtaç bir kardeşi için ânında bir ömürlük hayallerinden vazgeçtiler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2016 Ay: Aralık Sayı: 142pe

KONU İLE İLGİLİ VİDEO

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.