Sahabenin Efendimize Olan Sadâkati Nasıldı?
Müşrikler, Hudeybiye Sulh Anlaşması’nı, iki sene sonra, müslümanlara karşı işledikleri büyük bir katliâm ile bozmuşlardı. Üstelik Allah Rasûlü’nün yeniden yaptığı sulh tekliflerini de dikkate almadılar. Daha sonra ise büyük bir korkuya kapılarak liderleri olan Ebû Süfyân’ı Medîne-i Münevvere’ye gönderdiler.
Medîne’de hiç kimse Ebû Süfyân’a yüz vermedi. Peygamber Efendimiz’in zevcesi Ümmü Habîbe vâlidemiz, Ebû Süfyân’ın kızı olduğu hâlde, evine kadar gelen babasının oturmak istediği minderi altından çekip aldı. Ebû Süfyân hayretle:
“–Kızım, minderi mi bana, beni mi mindere lâyık görmedin?” diye sordu.
Ümmü Habîbe vâlidemiz:
“–Bu minder, Rasûlullah Efendimiz’e âittir. Sen necis bir müşrik olduğun için, ona oturmaya aslâ lâyık değilsin!” cevâbını verdi.
Ebû Süfyân işittiği bu cümleler karşısında âdeta dondu kaldı:
“–Kızım, sen bizden ayrılalı bir acâyip olmuşsun!” dedi.
Ümmü Habîbe vâlidemiz:
“–Hayır, Allah beni İslâm ile şereflendirdi.” diyerek îman muhabbetinin her şeyin üzerinde olan ulvî değerini ifâde etti. (İbn-i Hişâm, IV, 12-13)
Yani îman şerefi, bütün fânî asabiyetlerin üstündedir. Babası bile olsa, Allah için buğz edilmesi gereken kişiye buğz edebilmek, ancak îman asâletindendir.
BİZLER DE AYNI HASSÂSİYETİ TAŞIMALIYIZ
Yine asr-ı saâdetten, îman celâdetiyle sergilenen diğer bir misal:
Allah Rasûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- Hudeybiye Anlaşması öncesinde Hazret-i Osman’ı, elçi olarak Mekke’ye göndermişti. Hazret-i Osman –radiyallahu anh- niyetlerinin sadece umre yapıp dönmek olduğunu anlattıysa da müşrikler izin vermediler. Ayrıca Hazret-i Osman’ı göz hapsine alarak:
“–İstiyorsan sen Kâbe’yi tavâf edebilirsin!..” dediler.
Bütün müslümanlar tavaf hasretiyle yanıyor, Kâbe gözlerinde tütüyordu. Hattâ bâzıları Hazret-i Osman’ın Kâbe’yi tavâf edeceğini düşünerek ona gıpta ediyorlardı. Fakat kendisini Allah ve Rasûlü’ne adamış olan o sâdık sahâbî:
“–Hazret-i Peygamber Kâbe’yi tavâf etmedikçe ben de edemem! Ben Beytullâh’ı ancak O’nun arkasında ziyâret ederim. Allah Rasûlü’nün kabul edilmediği bir yerde ben de yokum...” diyerek İslâm vakar ve şahsiyetiyle muhteşem bir tavır sergiledi. (Ahmed, IV, 324)
Ümmeti olarak bizler de Rasûlullah Efendimiz’in kalb-i şerîfleri ile aynı hassâsiyetleri taşımak durumundayız. Bu da O’nun sevdiğini sevmek, yerdiğini yermekle olur.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 1, Erkam Yayınları