Sahabenin Hepsi Âdil Kabul Edilebilir mi?
Sahabilerin adalet anlayışı nasıldı? Hadis nakillerinde sahabenin hepsi âdil kabul edilebilir mi? Sahabenin adaletine işaret eden ayetler ve sahabeyi âdil kabul eden muhaddisler ve Ehl-i sünnet âlimleri...
Hadisleri nakletmeyi üstlenen râvilerin güvenilir yani adâlet sahibi olması gerekir.
Sahâbe, hadisleri Resûlullah’tan (s.a.v.) duyan ve nakleden ilk râvi tabakası olarak incelendiğinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) davetine gönül rızasıyla icabet eden, ondan öğrendiği Kur’an ve Sünnet’i hayatında yaşayan, bunları başkalarına nakleden ve bunları korurken hiçbir şeyden çekinmeyen bir topluluk şeklinde ortaya çıkmaktadır.
SAHABENİN ADALETİNE İŞARET EDEN AYETLER
Bu özellikleri sebebiyle ashabın Kur’an’da ve hadislerde adalet sahibi olduğuna işaret edilmiştir. “Böylece sizi vasat (dengeli, adaletli) bir ümmet kıldık” âyetinde (el-Bakara 2/143) sahâbenin adaletine vurgu yapılmıştır (İbnü’s-Salâh, s. 295).
Nüzûlünde ilk defa ashaba okunmuş olan, “Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz” meâlindeki âyette (Âl-i İmrân 3/110), sahâbenin adaletine işaret edilmiştir. Bunların dışında birçok âyette Allah Teâlâ’nın kendilerinden razı olduğu, onların da kendisinden razı oldukları vurgulanmıştır (et-Tevbe 9/100).
Sahâbenin gerçek mümin olduğunu (el-Enfâl 8/74) ve doğruluğunu (el-Haşr 59/8) ifade eden âyetler de vardır (bu konudaki diğer âyetler için bk. Muhammed el-Arabî b. et-Tebbânî, s. 9-69).
Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “Bu ümmetin en hayırlı nesli benim gönderildiğim asırda yaşayanlardır” diyerek (Müsned, V, 357) onları övmüş ve ümmet için fitnelere ve bid‘atlara karşı güven kaynağı ilân etmiştir (Müsned, IV, 399).
SAHABENİN HEPSİ ÂDİL KABUL EDİLEBİLİR Mİ?
Kur’an ve Sünnet’teki bu naslara dayanan muhaddisler ve Ehl-i sünnet âlimleri sahâbenin tamamını âdil kabul etmiş, naklettikleri hadislerin araştırılmadan kabul edilmesi gerektiği görüşüne varmıştır. Bu görüş, dört mezhep imamı İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik b. Enes, İmam Şâfiî ve İmam Ahmed b. Hanbel ile İmam Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Yahyâ b. Maîn, Ali b. Medînî, Ebû Zür‘a er-Râzî, Ebû Hâtim er-Râzî ve İbn Hibbân gibi muhaddislerin tamamının dahil olduğu cumhurun görüşüdür (M. Mustafa el-A‘zamî, s. 105).
İbn Abdülber en-Nemerî, İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Gazzâlî, Seyfeddin el-Âmidî, İbnü’s-Salâh, Muvaffakuddin İbn Kudâme, Zeynüddin el-Irâkī, İbn Hacer el-Askalânî ve Şevkânî sahâbenin hepsinin âdil olduğu konusunda ümmetin icmâı bulunduğunu söylemiştir (Ahmed b. Abdullah el-Bâtilî, s. 67).
Ancak Ehl-i sünnet dışındaki bazı fırkalar ve bazı kişiler bu konuda farklı görüş belirtmektedir. Bu fırka ve şahıslardan bir kısmı bazı sahâbîleri tekfir edecek kadar ileri gitmiş, Şîa, Havâric ve Mu‘tezile’nin bazı mensupları sahâbenin çoğunu fâsık saymıştır. Adalet konusunda sahâbe ile başkaları arasında bir fark bulunmadığını iddia ederek cerh ve ta‘dîl kurallarının onlara da uygulanması gerektiğini söyleyenler de vardır (Âşık, s. 268 vd.).
Bütün sahâbenin âdil kabul edilmesine karşı çıkan bu görüş sahipleri sahâbe arasında münafıkların, fâsık sayılacak derecede büyük günah işleyenlerin ve yanlış rivayet edenlerin bulunduğunu öne sürer. Onlara göre sahâbe birbirini “hata etti”, “unuttu”, “yalan söyledi” gibi ifadelerle eleştirdiğine göre kendilerinden sonra gelenler de onları eleştirebilir.
Sahâbenin adaleti konusunda delil olarak ileri sürülen âyet ve hadisler ise onların hepsini değil çoğunluğunu kapsar. Hadis âlimleri böyle düşünenlerin iddiaları üzerinde durmuştur. Buna göre sahâbe arasında münafıkların varlığı diğerlerinin adaletini iptal etmez. Zira münafık olduğu bilinenler zaten sahâbî sayılmaz, bilinmeyenlerin ise cerh ve ta‘dîl kurallarıyla münafık olduğunu tesbit etmek mümkün değildir. Çünkü cerh ve ta‘dîlde zâhire göre karar verilir.
Sahâbe hakkında cerh ve ta‘dîl kapısının açılması çok daha büyük problemlere zemin hazırlar. Cerh ve ta‘dîl yapacak kişinin, hakkında karar vereceği şahsı ya yakından tanıması veya cerh ve ta‘dîl imamlarının o kimse hakkında yaptıkları değerlendirmelere vâkıf olması gerekir. Cerh ve ta‘dîl ilmi ise sahâbenin adaleti esası üzerine kurulduğu, bu faaliyetin başladığı dönemlerden itibaren sahâbe hep uygulamanın dışında tutulduğu için aradan uzun zaman geçtikten sonra onların kimin tarafından neye göre cerh veya ta‘dîl edileceğini belirlemek, dolayısıyla sağlıklı bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.
Tamamı âdil kabul edilen sahâbenin bazısında unutkanlık ve yanılma gibi zabt kusurlarının bulunması onlara bir eksiklik getirmez. Esasen yapılan araştırmalar bu tür kusurların çok az olduğunu ortaya koymuştur.
Aralarında fâsık sayılacak derecede büyük günah işleyenlerin bulunduğu iddiasıyla da sahâbenin adaletine eleştiri yöneltmek doğru değildir. Zira sahâbenin adalet sahibi olması hiç günah işlemedikleri ve hata yapmadıkları anlamına gelmez. Buradaki adaletten maksat Resûlullah’tan (s.a.v.) yalan rivayette bulunmamak, büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahlarda ısrar etmemek ve dinî emirleri yerine getirmede dikkatli davranmaktır. Onların arasında günah işleyenler tövbe etmiştir. Tövbe edilen hata ve günah ise âdil olmaya engel değildir.
Sahâbenin birbirini tenkidi adaleti zedelemeye değil hataları düzeltmeye yöneliktir. Onlarda görülen ve aşırı olmayan hata ve küçük zabt kusurları sika olmalarına zarar vermez. Sahâbenin birbirine isnat ettiği yalan ifadelerinin kullanıldığı yerlere bakıldığında bunların “hata” anlamında olduğu görülmekte ve Arapça’da “kezebe” fiilinin bu anlamda da kullanıldığı bilinmektedir (Lisânü’l-ʿArab, “kẕb” md.).
Ehl-i sünnet âlimlerinin ve özellikle muhaddislerin bütün sahâbeye cerh kapısını kapalı tutmalarının ve tartışma konusu yapılan bazı sahâbîleri mâsum olmadıkları halde âdil kabul etmelerinin birtakım sebepleri vardır.
Hadis âlimleri, sahâbenin cerhine yönelik konuları ve rivayetleri dikkatle araştırmışlar, bunların ya doğruluğu ispat edilmemiş rivayetler veya sonradan tövbe edilerek dönülmüş hatalar ya da bazı meselelerde yanlış yorumlamadan kaynaklanan ictihad hataları olduğunu tesbit etmişlerdir.
Sahâbîler mâsum olmadıkları için zaman zaman hata işlemişlerdir. İşledikleri hatalar arasında Hz. Peygamber’in (s.a.v.) söylemediği bir sözü ona isnat etmek gibi hususlara hiçbir zaman rastlanmamıştır.
Muhaddisler, adaleti konusunda söz söylenmesi muhtemel sahâbîlerin rivayetlerini ancak Resûlullah’tan (s.a.v.) hadis naklettikleri kesinlik kazandıktan sonra kabul etmişler, daha sonra Kur’an ve sahih sünnetin ölçülerine veya haklarında tereddüt bulunmayan diğer sahâbîlerin rivayetlerine uygunluğunu araştırmışlar ve rivayetlerinde kendilerini zan altında bırakacak bir şey bulamamışlardır.
Aksine, rivayet ettikleri şeylerin tamamının diğer sahâbîler tarafından da rivayet edildiğini görmüşler, naklettikleri bilgilerin Kur’an’la ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) başka hadisleriyle desteklendiğini görmüşlerdir. Neticede hadis âlimleri, tereddüt içeren bilgilere ve delillere dayanarak binlerce sahâbîye cerh kapısı açmanın doğru olmayacağı sonucuna varmışlardır (Abdurrahman b. Yahyâ el-Muallimî, s. 263).
Kaynak: DİA
YORUMLAR