Sahabenin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) Olan Muhabbeti
Sahabenin Peygamberimize (s.a.s.) olan sevgi ve bağlılığı nasıldı? Sahabilerin Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e duyduğu muhabbetle ilgili örnekler...
Ashâb-ı kirâm, Peygamber Efendimiz’i canlarından çok severlerdi. Ona hitâb ederken hep “Anam babam, canım, her şeyim sana fedâ olsun yâ Rasûlallah!” derlerdi. Onun ayağına bir diken batmasın diye canlarını fedâ ederlerdi.
MÜSLÜMANLARA YAPILAN İŞKENCELER
Müşriklere esir düşen Zeyd bin Desine ile Hubeyb -radıyallâhu anhumâ-, işkenceyle şehit ediliyorlardı. Rûhlarını teslim etmeden evvel her birine:
“–Hayatının kurtulmasına mukâbil senin yerinde Peygamber’inin olmasını ister miydin?” diye soruldu. İkisi de bu tâlihsiz soruyu soran müşriğe acıyarak baktılar ve:
“–Benim çoluk-çocuğumun arasında olup Peygamber’imin burada olmasını istemek şöyle dursun, şu an bulunduğu yerde ayağına diken batmasına bile aslâ gönlüm râzı olmaz” cevabını verdiler. Bu eşsiz muhabbet manzarası karşısında hayretten donakalan Ebû Süfyan:
“–Hayret doğrusu! Ben, dünyada Muhammed’in ashâbının onu sevdiği kadar önderlerini seven başka bir topluluk asla görmedim” dedi. (Vâkıdî, I, 360-362; İbn-i Sa‘d, II, 56)
ANAM BABAM SANA FEDA OLSUN YA RASULALLAH!
Uhud’dan dönerken Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- at üzerinde bulunuyor, atın dizginini de Sa‘d bin Muâz tutuyordu. Sa‘d’ın annesi Kebşe bint-i Ubeyd, Efendimiz’e doğru geldi. Sa‘d:
“–Yâ Rasûlallah! Bu annemdir” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Merhaba ona!” buyurdu. Kadın Allah Rasûlü’ne yaklaşıp mübârek yüzüne baktıktan sonra:
“–Anam babam sana fedâ olsun yâ Rasûlallah! Seni sağ sâlim gördüm ya, artık bütün musîbetler hiç gelir!” dedi.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ona şehid düşen oğlu Amr bin Muâz’dan dolayı baş sağlığı diledikten sonra:
“–Ey Sa‘d’ın annesi! Seni müjdelerim! Bütün ev halkına da müjdeler olsun! Kabilenizden şehid düşenlerin hepsi cennette bir araya geldiler. -On iki şehid vermişlerdi.- Âile fertlerine şefaat etmelerine de izin verildi” buyurdu. Kadın:
“–Râzıyız ey Allah’ın Rasûlü! Bundan sonra artık onlara kim ağlar!” dedikten sonra:
“–Yâ Rasûlallah! Şehidlerin geride bıraktıklarına da dua ediveriniz!” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Allah’ım! Kalplerindeki hüznü gider, musîbetlerinin ecrini ihsân eyle! Geride kalanlara en güzel şekilde sahip çık!” diye dua ettikten sonra yola revân oldu. Ashâb-ı kirâm da ardı sıra yürüyorlardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Sa‘d’a:
“–Senin kabilenden çok yaralı var ve yaraları da ağır. Kıyâmet günü onların hepsi de yaralarından kan akar vaziyette geleceklerdir. Kanlarının rengi kan rengi ancak kokusu misk kokusu gibi olacaktır. Onlara söyle, evlerine gidip yaralarını tedâvî etsinler! Kimse bizi takip etmesin! Bunu kesin bir emir olarak onlara bildir!” buyurdu. Sa‘d -radıyallâhu anh-:
“–Rasûlullah’ın kesin emridir, Benî Eşhel kabilesinden hiçbir yaralı bizi takip etmeyecek!” diye nidâ etti. Bütün yaralılar ister istemez geri döndüler. Gece boyu ateş yakıp yaralarını tedâvî etmekle meşgul oldular. Bu kabileden otuz yaralı vardı. (Vâkıdî, I, 315-316; Diyarbekrî, I, 444)
ALLAH VE RASULÜ İÇİN HİCRET ETTİLER
Daha evvel Habeşistan’a hicret eden muhâcirlerin en son kâfilesi Hayber fethi esnâsında deniz yoluyla Peygamber Efendimiz’in yanına gelmişti. İçlerinde Esmâ bint-i Umeys -radıyallâhu anhâ- da vardı. O, birgün Peygamber Efendimiz’in zevcesi Hafsa vâlidemizi ziyaret için yanına gitmişti. Az sonra Hz. Ömer de kızı Hafsa’nın yanına geldi. Ömer -radıyallâhu anh-, Esmâ’yı görünce:
“–Bu kim?” diye sordu. O da:
“–Esmâ bint-i Umeys!” dedi. Hz. Ömer lâtîfeli bir şekilde:
“–Şu Habeşistanlı mı? Şu deniz yolculuğuna katılan kadın mı?” diye sordu. Esmâ -radıyallâhu anhâ-:
“–Evet!” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
“–Hicrette biz sizi geçtik. Binâenaleyh Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e yakın olmaya sizden daha çok hak sahibiyiz” dedi. Hz. Esmâ -radıyallâhu anhâ- bu söze çok kızdı ve:
“–Hayır, vallahi hatâ ettin ey Ömer! Siz Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte idiniz. O sizin aç olanınızı doyuruyor; câhil olanınıza öğretiyordu. Biz ise Habeşistan’da uzaklarda, yabancı ve kâfir insanlar arasında zor şartlarda yaşıyorduk. Bu da Allah ve Rasûlü uğrundaydı. Allah’a yemin olsun ki, senin söylediklerini Rasûlullah Efendimiz’e haber vermedikçe ne yemek yerim, ne su içerim. Biz oralarda eziyetlere mâruz kalıyor ve korkutuluyorduk. Bunu Peygamber Efendimiz’e söyleyeceğim ve işin hakikatini soracağım. Vallahi ne yalan söylerim, ne yanlış bir yola kayarım ne de söylediklerine bir şey ilave ederim, hâdise nasıl vukû bulmuşsa aynen naklederim” dedi. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gelince Esmâ -radıyallâhu anhâ-:
“–Yâ Nebiyyallah! Ömer şöyle şöyle söyledi” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Sen ona ne dedin?” buyurdu. O da:
“–Şunları şunları söyledim” dedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–O benim nezdimde sizden daha fazla hak sahibi değildir. Onun ve arkadaşlarının bir hicreti, sizin ise ey gemi yolcuları, iki hicretiniz vardır!” buyurdu.
Hz. Esmâ der ki: “Habeşistan’dan gemiyle birlikte geldiğimiz Ebû Musa el-Eş’arî ve diğer ashâb-ı kirâm fevc fevc geliyor ve bana bu hadîs-i şerifi soruyorlardı. Dünyada onları, Peygamber Efendimiz’in bu sözünden daha çok sevindiren ve gönüllerinde bundan daha büyük başka bir şey yoktu. Hele Ebû Musa -radıyallâhu anh-, bu hadîsi bana tekrar tekrar anlattırıyor ve Efendimiz’in kendileri hakkındaki sözünü defalarca dinlemekten doyumsuz bir haz alıyordu.” (Buhârî, Meğâzî, 36; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 169)
ASHABIN PEYGAMBERİMİZE HÜRMETİ
Ashâbın bu coşkun muhabbetini, onların hadîs-i şerîfleri okurken ve rivâyet ederken gösterdikleri hürmet ve dikkatlerinde de açıkça görmekteyiz. Sahâbe-i kirâm, Peygamber Efendimiz’den bir hadîs-i şerîf rivâyet ederken, bilmeyerek yanlış bir şey söylememek için dizleri titrer, yüzleri sararırdı. Amr bin Meymûn şöyle anlatıyor:
“Ben, İbn-i Mes’ûd Hazretleri’nin perşembe akşamları yaptığı sohbetlerini hiç aksatmazdım. Bu sohbetlerde onun; «Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki…» diye kesin bir ifade kullandığını hiç duymazdım. Bir akşam; «Rasûlullah Efendimiz buyurdular ki…» diyerek söze başladı, fakat arkasını getiremeyip başını öne eğdi. Biraz bekledikten sonra kendisine baktım; gömleğinin düğmeleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra sözünü şöyle tamamladı:
«Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öyle veya ona yakın ya da ona benzer bir şey söylemişti».” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 3; Ahmed, I, 452)[1]
Dipnot:
[1] Târih boyunca Peygamber Efendimiz’e duyulan engin muhabbete dâir zengin misalleri için bkz. Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti, I, 223-265; http://www.islamiyayinlar.net/content/view/148/8/
Kaynak: Murat Kaya, Ebedi Kurtuluş Yolu, Erkam Yayınları
YORUMLAR