Sahabenin İstiğfar ve Dua Vakti
Asr-ı Saâdet toplumu, gece kalkıp namaz kılmayı, seherlerde evrâd ü ezkârlarını îfâ etmeyi ve Kur’ân okumayı, sıcak yataklarına tercih ediyorlardı. O mes’ûd toplumda seher ve fecir vakitleri, “İstiğfar ve dua vakti” olarak biliniyor ve ona göre îtinâ gösteriliyordu.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“O müttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devam ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18)
Asr-ı Saâdet toplumu, gece kalkıp namaz kılmayı, seherlerde evrâd ü ezkârlarını îfâ etmeyi ve Kur’ân okumayı, sıcak yataklarına tercih ediyorlardı. O mes’ûd toplumda seher ve fecir vakitleri, “İstiğfar ve dua vakti” olarak biliniyor ve ona göre îtinâ gösteriliyordu.[1] Hattâ gece karanlığında evlerinin yakınından geçenler, arı uğultusu gibi zikir ve Kur’ân sadâları işitiyorlardı.
Kâdî Beydâvî -rahmetullâhi aleyh- bu durumu şöyle ifâde etmektedir:
“Ümmet için beş vakit namaz farz olup da gece namazı sünnet hâline gelince, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâbın ahvâlini müşâhede sadedinde gece vakti hücre-i saâdetlerinden dışarı çıkıp ashâbın evleri arasında dolaşmış ve o evleri Kur’ân kıraati, zikir ve tesbih sesleriyle arı kovanları gibi uğuldar bir hâlde bulmuştu.” (Envâru’t-Tenzîl, IV, 111)
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Ben, yumuşak kalpli Eş’ârî kabîlesinin gece (evlerine) girerken okudukları Kur’ân seslerini çok iyi tanırım. (Sefer esnâsında) gündüz nerede konakladıklarını görmesem bile, gece onlardan yükselen Kur’ân sesinden yerlerini hemen tanırım…” (Buhârî, Meğâzî, 38)
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle der:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- odamda teheccüd namazına kalktı. Mescidde namaz kılan Abbâd bin Abdullâh’ın sesini duydu:
“–Ey Âişe, bu Abbâd’ın sesi mi?” buyurdu. Ben de:
“–Evet!” dedim. Bunun üzerine:
“–Allâh’ım, Abbâd’a merhamet eyle!” diye dua etti. (Buhârî, Şehâdât, 11)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sekiz veya dokuz gece, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar te’hir etmişti. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh-:
“–Yâ Rasûlâllah! Yatsıyı biraz erken kıldırsanız gece ibadetine kalkmamız daha kolay olur!” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bundan sonra yatsıyı erken kıldırdı. (Ahmed, V, 47)
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- gece teheccüd namazı için kalktığında şöyle dua ederdi:
“Yâ Rabbî, bulunduğum yeri görüyorsun, ihtiyacımı biliyorsun! Allâh’ım beni huzûrundan ihtiyacı görülmüş, her türlü korku ve tehlikelerden kurtulmuş, Sen’in emirlerine derhâl icâbet eden, duası kabul edilen, hatalarını affettiğin ve kendisine rahmet ettiğin bir kulun olarak döndür.”
Namazını bitirince de:
“Allâh’ım, dünya üzerinde bâkî kalan bir şey göremiyorum. Orada müstakîm (dosdoğru) bir hâl de yok. Allâh’ım, beni dünyada ilimle konuşan, hikmetle susan kullarından eyle! Allâh’ım, bana fazla dünyalık verme ki azmayayım, malımı iyice azaltarak zor durumda bırakma ki (ibadet ve vazifelerimi) unutmayayım. Şüphesiz, az olup da kifâyet miktarı olan mal, çok olup da (ibadet, zikir ve mes’ûliyetlerden) gâfil bırakan maldan daha hayırlıdır.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 82)
Hazret-i Âişe vâlidemize:
“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanlardan en çok kimi sever?” diye sordular.
“–Fâtıma’yı!” dedi.
“–Ya erkeklerden?” denildi.
“–Onun kocasını!” dedi ve sonra çok mühim bir noktaya dikkat çekerek şöyle devam etti:
“–Bildiğim kadarıyla o, çok oruç tutan ve çok gece namazı kılan bir kişidir.” (Tirmizî, Menâkıb, 60/3874)
Hayatı boyunca teheccüde çok ehemmiyet veren Âmir bin Rebîa, gece namazı kılarken vefat etmişti. İnsanlar kurtuluşu imkânsız bir fitneye dûçâr olduklarında, Âmir’e rüyâsında:
“–Kalk, Allah’tan, sâlih kullarını koruduğu fitneden seni de korumasını iste!” denildi.
O da hemen kalktı ve namaz kıldı. Namazı müteâkip hastalandı ve kendisi hiç dışarı çıkmadan evinden cenâzesi çıktı. (Heysemî, IX, 301; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VI, 362/32044)
Tâbiînden Âmir bin Abdikays, ölümü yaklaşınca ağlamaya başladı.
“–Niçin ağlıyorsun?” diye sordular. O da şu cevâbı verdi:
“–Ne ölüm korkusuyla, ne de dünyaya duyduğum hırs sebebiyle ağlıyorum. Lâkin sıcak günlerde oruç tutmaktan ve geceleri ibadet için kalkmaktan (teheccüdden) mahrum kalacağım diye ağlıyorum.” (Zehebî, Siyer, IV, 19)
Gönül insanlarının, ibadetlerin son derece faziletli olduğu, istiğfar ve duaların kabul edildiği, günahların silindiği ve bedenin sıhhat bulduğu seher vakitleri için şöyle dedikleri nakledilmektedir:
“Geceleri ihyâ etmek, Allah Teâlâ’nın:
«Ey mülkün gerçek sahibi olan Allâh’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin…» (Âl-i İmrân, 26) âyetinde işaret buyurduğu hakîkî mülk ve saltanattır.” (Hâdimî, Mecmûatü’r-Resâil (Risâletü’l-Vasıyye ve’n-Nasîha), s. 194)
[1] Heysemî, VII, 47; Mubârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî, II, 473-474; İbn-i Hacer, Telhîsu’l-Habîr, IV, 206.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları