Sahabi Neler Yaptı?
Sahâbî: Mekke’de îmânı uğruna canını ve malını tehlikeye atmaktan çekinmedi. En ağır zulümlere karşı dahî îmânından tâviz vermedi. Îmânını korudu. Medine’de dînini yaşamak için bütün fedâkârlığa katlandı. Büyük bir aşk ve vecd içerisinde emirleri yerine getirdi. Cihâd etti.
Bir taraftan Yahudiler, bir taraftan Mekkeli müşrikler ve bir taraftan münafıkların yani üç ateşin arasındaydı sahâbî.
Cenâb-ı Hak’tan inen her emre ise «سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا» demekte ve onu muhabbetle tatbik etmekteydiler.
Cenâb-ı Hak ile olan dostluğun teşekkürü olarak da yeryüzünde Allâh’ın şahidi olarak dünyaya yayıldılar. Semerkant’a, Çin’e, Kayravan’a ve İstanbul’a gittiler.
Böylece canlarını ve mallarını Hakk’a yaklaşmanın sermayesi yaptılar.
İslâm, teslîmiyettir. Ön kabuldür. İlâhî tâlîmatlara gönülden bağlanıp îfâ etmektir. İşine gelen kısımlarını alıp, diğerlerini görmezden gelerek yaşanan bir din; Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceği bir Müslümanlık olmaz.
Müslümanlık bir şahsiyettir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“(İnsanları Kur’ân ile) Allâh’a çağıran (yaşayan ve yaşatan), amel-i sâlih işleyen (dâimâ Peygamber Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi üzere hareket eden, O’nun izinden giden) ve; «Ben müslümanlardanım.» diyenden (yani dâimâ İslâm şahsiyet ve karakterini tevzî edenden) daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
Demek ki bir Müslüman yaşayacak ve yaşatacak.
Müteâkip âyet-i kerîmede de güzel ahlâkın zirvesi emrediliyor:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir tarzda önlemeye çalış. O zaman (göreceksin ki);seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan ve sıcak bir dost oluvermiştir.” (Fussilet, 34)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Sayı: 161
YORUMLAR