Sahabiler Niçin “En Hayırlı Nesil” Olarak Değerlendirilmektedir?
Sahabi kime denir? Sahâbe-i kirâmın “en hayırlı nesil” olarak değerlendirilmesinin sebebi nedir?
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e mü’min olarak erişen ve Müslüman olarak vefat eden kişilere “sahabî” denir. Onlar Allah Rasûlü’nden doğrudan feyz alma şerefine nâil olan ve bunun bedelini seve seve ödeyen bahtiyar insanlardır.
SAHABİLER NİÇİN “EN HAYIRLI NESİL” OLARAK DEĞERLENDİRİLMEKTEDİR?
Sahâbe-i kirâm İslâm için en büyük fedâkârlığı yapan altın nesil ve en hayırlı asırdır. Rasûlullah (s.a.v)’e gösterdikleri bağlılık ve teslimiyetleri, yardımları, İslâm’ın yayılması ve doğru anlaşılması için yaptıkları hârikulâde gayretleri sebebiyle dinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Allah teâlâ onları övmüş, bize örnek göstermiş, mutedil bir ümmet olduklarını,[1] büyük ecirler kazandıklarını,[2] onlardan razı olduğunu ve kendileri için ebediyyen kalacakları ve cömertçe rızıklandırılacakları cennetler hazırlandığını[3] bildirmiştir. Onlar Allah’a ve Rasûl’üne yardım eden sâdık müminlerdir, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen başkalarını kendilerine tercih etmiş ve bu güzel vasıfları sebebiyle kurtuluşa ermişlerdir.[4]
Cenâb-ı Hak onlar hakkında şöyle buyurur:
“…Hicret edenler, memleketlerinden çıkarılanlar, Ben’im yolumda eziyete uğrayanlar, savaşanlar ve öldürülenlerin günahlarını mutlakâ örteceğim, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Onlar, Allah tarafından tasavvur edemeyeceğiniz bir mükâfâta kavuşacaklar. Mükâfâtın en güzeli Allah katındadır.”[5]
Onlar Allah’ın dinine hizmet etmek için her şeyi göze aldılar. Bütün fedakârlıkları yaptılar. Vatanlarını terkedip hicret ettiler. Hicretin sayısız meşakkat ve sıkıntısına katlandılar. Canlarını ortaya koyup cepheden cepheye koştular. Nihayetinde hesaba çekilmeden herkesten evvel cennete girmeye hak kazandılar.[6]
Ashâb-ı kiramın çoğu genç idi. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in etrafına ilk önce onlar toplanmışlardı. Çünkü gençler daha çabuk hidâyeti bulabiliyorlardı, fikirleri henüz sâbitleşmemişti.
Sahâbe-i kirâm genç yaşta çok büyük işler başarıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v) de onlara büyük vazifeler veriyordu. Onları imam, müezzin, kadı, sancaktar, kumandan ve vâli tayin ediyordu, krallara elçi olarak gönderiyordu.
Allah teâlâ onların hâlini ne güzel tasvir eder:
“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan iman edip sâlih ameller işleyenlere mağfiret ve büyük mükâfat vaad etmiştir.”[7]
Tâbiînin meşhur âlim ve zâhidlerinden Hasan Basrî Hazretleri’ne:
“‒Bize Rasûlullah (s.a.v)’in ashâbının vasıflarından bahsedebilir misin!” dediler. Büyük üstad ashâb-ı kirâmın zikrini işitince gözyaşlarına hâkim olamadı. Bir müddet ağladıktan sonra şöyle buyurdu:
“‒Onların sîmâlarında, hallerinde, hareketlerinde hep hayır ve sadâkat alâmetleri zuhûr etmişti. İktisâda riâyetle sâde giyinirlerdi. Yürüyüşleri mütevâzı idi. Konuştukları şeyleri yaşarlardı. Yedikleri ve içtikleri hep helâl u hoş idi. İtaat ederek Rablerine boyun eğerlerdi. Hoşlarına gitse de gitmese de hakkı kabul ederlerdi. Üzerlerindeki bütün hakları sahiplerine tam olarak verirlerdi. Gündüzleri oruçlu geçirirlerdi. Bedenleri nahifleşmişti. Allah’ın rızâsı karşısında kulların gazabını hafif görürlerdi. Öfke ânında aşırıya gitmez ve zulmetmezlerdi. Allah’ın Kur’ân’daki ahkâmını çiğnemezlerdi. Dillerini zikirle meşgul ederlerdi. «Allah’ın dînine yardım edin!» denildiğinde kanlarını cömertçe bezlederlerdi. Allah için borç istendiğinde mallarını cömertçe sarfederlerdi. Mahlûkâttan korkmazlardı. Ahlâkları güzel idi. Dünyevî ihtiyaçları gâyet az idi. Âhireti kazanabilmeleri için dünyadan az bir mal onlara kifâyet ederdi.”[8]
Sahâbîlerin amelleri, ahlâkları ve iç güzellikleri sîmalarına yansımıştı. Yüzlerini görenler Allah’ı hatırlıyorlardı. İmam Mâlik (r.a) şöyle demiştir:
“Bana ulaştığına göre Hristiyanlar Şam’ı fetheden sahâbe-i kirâmı görünce:
«–Vallahi bunlar, bize ulaştığı kadarıyla havârîlerden daha hayırlılar!» demişler ve doğru da söylemişlerdir.”[9]
Nakledildiğine göre Rasûlullah (s.a.v)’in ashâbı ve onları ihsân üzere tâkip eden tâbiîn şu beş şey üzere idiler:
- Müslümanların topluluğu ile beraber olmak,
- Sünnete ittibâ etmek,
- Camiyi imar etmek (cemaate devam etmek),
- Kur’ân okumak,
- Allah yolunda cihâd etmek.”[10]
Onlar bu ümmetin genç yıldızları ve emniyeti idi. Ebû Mûsâ (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte akşam namazı kılmıştık. Kendi kendimize: “Beklesek de yatsıyı da onunla birlikte kılsak” dedik ve oturduk. Derken Efendimiz (s.a.v) yanımıza gelerek:
“–Hala burada mısınız?” buyurdu. Biz de:
“–Yâ Rasûlallah, sizinle birlikte akşam namazını kıldık. Sonra «Bekleyelim de yatsıyı da sizinle birlikte kılalım» dedik!”
“–İyi yapmışsınız!” veya “isâbet etmişsiniz” buyurdu ve başını semaya kaldırdı. Zaten başını sıkça semaya kaldırırdı. Sonra şöyle buyurdu:
“–Yıldızlar semânın emniyetidir. Yıldızlar gitti mi, vaad edilen şey semâya gelir. Ben de ashabım için bir emniyetim. Ben gittim mi, onlara vaad edilen şey gelecektir. Ashabım da ümmetim için bir emniyettir. Ashabım gitti mi ümmetime vaad edilen şey gelir.”[11]
Yine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Ashâbımdan biri bir bölgede vefât ederse, Kıyâmet günü mutlaka o bölge ahâlisi için (cennete sevkeden) bir rehber ve (yollarını aydınlatan) bir nûr olarak diriltilir!”[12]
Hâsılı onlar İslâm ile felâh buldular, hakîkî mü’min oldular, kalblerini imanla süslediler, takvâya erdiler, en hayırlı topluluk oldular, adâlette zirveye çıktılar, Allah yolunda infak ve cihâd ettiler, zorluklara kahramanca göğüs gerdiler, Allah’ın rızâsını kazandıracak amellere koştular, kardeşlik destanı yazdılar ve bütün ümmete örnek oldular. Radıyallâhu anhüm ecmaîn.
Dipnotlar:
[1] el-Bakara 2/143. [2] Âl-i İmrân 3/172, 173. [3] et-Tevbe 9/100; el-Enfâl 8/74. [4] el-Haşr 59/8-9. [5] Âl-i İmrân 3/195. [6] Ahmed, XI, 133/6571; Hâkim, el-Müstedrek, II, 80/2389. [7] el-Feth 48/29. [8] Ebû Nuaym, Hilye, II, 150. [9] İbn Kesîr, Tefsîr, XIII, 134 (el-Feth 48/29). [10] Ebû Nuaym, Hilye, VI, 142. [11] Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 207. [12] Tirmizi, Menâkıb 58/3865.
Kaynak: kuranvesunnetyolunda.com