Sahibine Faydası Olmayan Fikirler Başkasını Kurtarabilir mi?
Sahibine faydası olmayan fikirler başkasını kurtarabilir mi? Şeyh Sâdî Hazretleri bu hususta ne buyuruyor? Kitap yüklü merkepler kimlerdir?
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Nabzını doktora göster. Âfiyet ümit etmen, o zaman mâkul ve mantıklı olur.”
Her iş için, ehline mürâcaat etmek gerekir. Dişi ağrıyan, dişçiye gitmeli; soracak meselesi olan, bir bilene danışmalıdır. Fakat bunların da işinin ehli olması elzemdir.
Nasıl ki işinin ehli olmayan bir doktor, hastasını canından edebilirse; ehil olmayan âlimler de, insanlığı doğruya sevk etmek yerine, yanlışa yönlendirebilir, irşâd etmek yerine idlâl edebilirler.
KİTAP YÜKLÜ MERKEPLER
Nitekim Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede, Benî İsrâil âlimlerini, “kitap yüklü merkepler”e teşbih ediyor.[1] Zira o âlimler, hakîkati bilirler, yani zihinlerinde bilgi vardır, fakat kalplerinde takvâ olmadığından, kendileri amel etmezler, nefsânî menfaatleri için hakîkatleri çarpıtırlar.
Dolayısıyla “âlim” etiketli diye, böyle kimselere başvuranlar, fayda yerine ancak zarar görürler.
Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de çok sevdiği sahâbîlerinden biri olan Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhumâ-’ya şu îkazda bulunmuştur:
“Ey İbn-i Ömer! Dînine iyi sarıl, dînine iyi sarıl! Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dînini kimden öğrendiğine çok dikkat et! Dînî ilimleri ve hükümleri, istikâmet ehli âlimlerden al, sağa sola meyledenlerden alma!”[2]
Mevlânâ Hazretleriʼnin tâbiriyle;
“Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir.”
Dolayısıyla hakîkati, huzuru ve ebedî saâdetin yolunu yanlış adreslerde aramak, faydasız, hattâ zararlı bir yorgunluktan ibârettir.
Meselâ günümüzde İslâmî şuurdan mahrum bazı kimseler, ağır bir travma geçirdiklerinde yahut rûhî bir boşluğa düştüklerinde, yanlış adreslerde şifâ ve tesellî arayışına girebiliyorlar. Kimisi uzak doğu dinlerinin ritüelleri olan yogada, meditasyonda, kimisi öküzleri ilâhlaştırıp ölülerini yakan hinduların bâtıl felsefelerinde, kimisi paganizm / putperestlik bakiyesi birtakım hurâfelerde, kimisi şamanizm kalıntısı totemlerde, kimisi uyuşturucuda, alkolde, kumarda, kimisi Batıʼdan tercüme kişisel gelişim kitaplarında, kimisi de aklı putlaştıran filozofların müteverrim fikirlerinde huzur arıyorlar.
Hâlbuki filozoflar kendilerini kurtaramamışlar ki insanlığı kurtarsınlar. Gerçekten de aklın cinnetine giren nice filozofun hayat hikâyesi akıl hastahanelerinde veya intiharla neticelenmişken; sahiplerine bile huzur verememiş o fikirler, başkalarını nasıl kurtarsın!?.
Bugün alkol, uyuşturucu ve kumar illetinin toplumun bazı kesimlerinde ciddî bir kangrene dönüşmüş olması da, rûhî açlığın yanlış adreslerde giderilmeye çalışılmasının, acı neticelerinden biri… Gönüllerde Allah sevgisi ve korkusu olmayınca, helâl-haram demeden kolay yoldan para kazanma hırsı da, toplumu birçok felâkete sürüklüyor.
Velhâsıl, doğru bir mânevî iklimden mahrum kalanlar, rûhî tatminsizliklerinin telâfîsini, nefsânî ve şeytânî zevklerde, huzuru maddiyatta arıyorlar.
Yegâne hak dîn olan İslâm dışında bir mânevî huzur arayışının, insanı çıkmaz sokaklara götüreceği muhakkaktır.
Ne kadar şükretsek az ki, bizler İslâm medeniyetinin mensupları olarak büyük bir mânevî hazineye sahibiz. Bizim en büyük huzur, şifâ ve tesellî kaynağımız Allah Teâlâʼdır, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼdir, Kur’ân-ı Kerîmʼdir, îmânımızdır, ibadetlerimizdir, zikrimiz, istiğfârımız, duâmızdır, birbirini yıkayan iki el gibi olan din kardeşlerimizdir…
NAMAZ BİR TEDAVİDİR
Bir mütefekkir der ki:
“Namaz, psikiyatrik bir tedavidir. Çünkü namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O, en büyük güce bağlıdır. O gücün inâyeti (yardımları) içindedir. Namazı huşû içinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz…”
Bizler, sahip olduğumuz bu mânevî hazinelerden gâfil kalırsak, bunların kıymetini bilmezsek, hattâ bu değerlerimize düşman olursak, saâdeti sefâlet çarşılarında arama hamâkatinden hiçbir zaman kurtulamayız.
Günümüzde yanlış adreslerden medet umma gafleti, problemleri çözüme kavuşturamadığı gibi, maalesef daha da kördüğüm hâline getiriyor.
Çocuğu narkotik müptelâsı olmuş, millî ve mânevî değerlerine düşman kesilmiş, suç örgütlerinin gönüllü bir kölesi hâline getirilmiş nice anne-baba; polisiye tedbirlerin yetersiz kaldığını, rehabilitasyon merkezlerinin ihtiyaca cevap vermekten ne kadar uzak olduğunu gördükçe, çaresizlik içinde feryâd ediyor.
İnsanı en iyi tanıyan, onun ihtiyaçlarını en iyi bilen ve bunun çârelerini en isabetli şekilde tâyin ve tanzim eden, muhakkak ki onu yaratmış olan Allah Teâlâʼdır. İnsanı dünya ve âhirette huzura kavuşturacak en doğru bilgiyi de ancak Allah Teâlâ verebilir. Bu bakımdan gerçek huzur, kalbin vahiyle buluşmasında, yaşantımızın vahiyle âhenk teşkil etmesindedir.
Eskiden dergâhlar, toplum için âdeta bir mânevî rehabilitasyon merkezi gibiydi. İşi bozulan, evinde huzursuzluk yaşayan, dergâha gidiyor; orada sohbetin, zikrin, tefekkürün mânevî ikliminde âdeta rûhî bir tedavi gördükten sonra, yeniden müsbet bir enerji ve huzurla dolarak topluma dönüyordu.
Bugün de kalpleri bir dergâh hâline getirmek gerekiyor. Zira günümüz toplumlarının en büyük problemlerinden biri, gönül ehli sâlih kimselerin son derece azalmış olması. Bunun için, önce kendimizi, sonra da ulaşabildiğimiz bütün gönülleri, bir rahmet dergâhı kılmaya gayret etmeliyiz.
Kurʼân-ı Kerîmʼin 11 yerinde emr-i biʼl-mârûf nehy-i aniʼl-münker, yani tebliğ ve irşad sorumluluğumuz hatırlatılıyor. Fakat kendisi uyuyan, başkalarını uyandıramaz. Boş bardakla ikram olmaz. Bunun için evvelâ kendimizi, ilim, irfan ve ahlâk bakımından ihyâ etmeli, sonra da gücümüz yettiğince toplumun derdine dermân olmaya gayret göstermeliyiz.]
Yüce Rabbimiz; hakkı hak bilip uymayı, bâtılı da bâtıl bilip uzak durmayı, rızâsına medâr olacak sâlih amellerde bulunmayı, cümlemize nasip ve müyesser eylesin. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2024 – Aralık, Sayı: 466
YORUMLAR