Salih İnsan Olmaya Teşvik Eden Ayetler

“Az”lardan olmak ne demektir, “az”lardan olabilmek neden önemlidir? Salih insan olmaya teşvik eden ayet-i kerimeler...

Hz. Dâvûd’un (a.s.) husûsî makam odasına duvardan atlayarak davacı ve davalı iki kişi dalıvermişlerdi. İzinsiz girdikleri için de Hz. Dâvûd (a.s.) onlardan korkmuştu. “Korkma!” dedikten sonra, “biz biri diğerine haksızlık yaptığını iddia eden iki dâvâlıyız. Aramızda adâletle hükmet, haktan uzaklaşma ve bize doğru yolu göster” diye talepte bulunmuşlardı. İçlerinden biri meseleyi şöyle arz etmişti: “Şu adam benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise sadece bir koyunum var. Böyleyken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada baskın çıktı.”[1]

SALİH İNSAN OLMAYA TEŞVİK EDEN AYETLER

Hz. Dâvûd (as)’ın buna karşılık cevabı şöyle olmuştu:

“Bu adam, senin tek koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık yapmıştır. Doğrusu aralarında ticârî ortaklık bulunanların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler müstesnâ; ama onlar da ne kadar azdır.”[2]

Hadisenin detaylarını tefsir kitaplarına bırakarak burada Hz. Dâvûd’un verdiği cevapta “iş ortaklığı yapan kimselerin çoğunlukla birbirlerine haksızlık yaptıklarını, ancak haksızlık yapmayan iman ve salih amel sahibi kimselerin az olduğunu” söylerken, bir taraftan sözkonusu azlığı ifade, diğer taraftan o iki hasmı böyle salih kimselerden olmaya teşvik için kullandığı cümledeki lafız-mana uyumuna dikkat çekmek istiyoruz:

“…Doğrusu aralarında ticârî ortaklık bulunanların çoğu birbirlerine haksızlık ederler. Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler müstesnâ; ama onlar da ne kadar azdır.”[3]

1) Hz. Dâvûd (a.s.) öncelikle insan nefsinin bir zafiyetine ve yaygın bir toplumsal hastalığa dikkat çekerek “inne kesîran” şeklindeki tekitli bir sözle, “aralarında ticârî ortaklık bulunanların çoğunun birbirlerine haksızlık eder” olduğunu belirtmiştir. Haksızlık yapanların gerçekten çok olduğunu belirten bu ifade, aslında böyle olmayanların, ortağına dürüst ve hakperest davrananların gerçekten az olduğuna doğrudan işaret etmektedir. Yani Hz. Dâvûd (a.s.), sadece bu cümleyi söyleseydi, başka bir şey söylemeseydi iyilerin azlığını ifade etme açısından yeterli olurdu.

2) Hz. Dâvûd (a.s.) peşinden “Ancak iman edip sâlih ameller işleyenler müstesnâ” diyerek, iman edip, bu imanın bir gereği olarak sâlih ameller işleyenleri, imanlarına o salih amelleri bağlayanları[4] o haksızlık yapanlardan istisnâ etmiştir. Burada iki tane önemli şart zikretmiştir:

  • İman etmek
  • Sâlih ameller işlemek

Bu iki şartı birlikte yerine getirenler haksızlık yapmazlar. Şartlardan biri eksik olursa yine haksızlık yapmak kaçınılmaz olur. Dolayısıyla bu şartlar da yine, bu şartları yerine getirmeyenleri ayrı tuttuğu için azlığa işaret etmektedir.

3) Hz. Dâvûd (a.s.) sözünü وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ  “ama onlar da ne kadar azdır” şeklinde tamamlamaktadır ki, bu da iman edip sâlih ameller işleyenler içinden bile ortaklarına haksızlık yapmayacakların son derece az olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ  cümlesi içinde kelimelerin dizimi ve burada yapılan takdim tehirler de ilave olarak azlığa işaret etmektedir. Şöyle ki: Cümle normal şartlar altında mübteda başta, haber ikinci sırada olmak üzere هُمْ قَل۪يلٌ “onlar azdır” şeklinde gelmesi gerekirken, az anlamındaki haber (قَل۪يلٌ) başta, mübteda (هُمْ ) ikinci sırada gelmiştir. Böylece bu gibi hakpereset ve dürüst kimselerin gerçekten az olduğuna bir daha vurgu yapılmıştır.  Yine cümlenin وَقَل۪يلٌ هُمْۜ  şeklinde olması yeterli iken, az anlamındaki قَل۪يلٌ  kelimesine  مَا edatı ziyade edilmiştir. Bu edat kapalılık (ibhâm) bildirmekte olup, yine bu nevi salih kimselerin azlığına olan hayreti ve şaşkınlığı artırmak için getirilmiştir.[5]

Bu âyetlerde dürüst ve hakperest salih insanlardan olmaya teşvik bakımından da lafız-mana uyumu dikkat çekmektedir:

1) Alla Teâlâ güzelce öğüt verip sayılarının az olduğunu söylediği “sâlih iş ortakları’nın âdetini tercih etmeye, onlar gibi olmaya yönlendirmektedir. Hz. Dâvûd (a.s.) da o iki kişiyi az olan bu gruptan olmaya teşvik etmektedir. İnsanların bildiği bir gerçektir ki fevkalade kaliteli, güzel ve değerli olan şeyler sayı olarak son derece az olur.[6] Bu manaya işaret etmek üzere bir başka âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“De ki: ‘Kötünün çokluğu sana ilginç gelse de iyi ile kötü bir değildir. O halde ey akıl sahipleri, Allah’a âsi olmaktan sakının ki kurtuluşa eresiniz!’”[7]

Bunun hikmet cihetinden sebebine baktığımız zaman şu gerçekle karşılaşırız: İnsanı dünya lezzetlerine çağıran, “Heyte lek: Gelsene bana!” diyen davetçiler çoktur. Nefsin hevâ ve arzusuyla beraber yürümek sevimli ve kolaydır. Buna karşın nefsin kötü arzularıyla mücahede etmek oldukça zordur. İnsan kendisini günahlara çeken cazibelerle sarılmıştır. Buna karşılık insanı hakka ve kemale çağıran davetçiler ise din ve hikmettir. Kemâle ermenin sebeplerinden biri de şehvetlerin muharriklerinden yüz çevirmektir. Bunu başarmak ise gerçekten zordur. Ancak bedenini, ruhunu ve himmetini şerefli olma istikametine yönlendiren ve nefsani arzulardan ısrarla yüz çeviren kişiler bunu başarabilir. İşte âyette bu kıvamda insanların az olduğunun belirtilmesinin illeti budur.[8]

2) Ortakların çoğunun işledikleri zulüm ve taşkınlığı –hallerine teessüf ederek- çirkin göstermektedir.

3) Kendisinden önce, çoğu ortak arasında bu tür olumsuz olaylar yaşanabildiğini göstererek, ortağından gördüğü zulme karşı mazlumu teselli etmektedir.[9]

Dipnotlar: 

[1] Sâd 38/21-23. [2] Sâd 38/24. [3] Sâd 38/24. [4] Sâd 38/24: Maturidi, XII, 236. [5] Sâd 38/24: Zemahşerî, V, 260; Ebussuud, IV, 570; İbn ‘Âşûr, XXIII, 237. [6] 11.09. 2020 Cuma saat 09.00 da bir televizyon kanalında verilen bir haberde, dünyada en ünlü yekpare bir pırlantadan bahsediliyordu. 102. 200 kırat olan bu pırlantanın tahmini değerinin 30.000.000.000 (otuz milyon) dolar olabileceği tahmin ediliyordu. Sıradan taş ve toprağa göre kıyas edilemeyecek bir değerde olan pırlanta elbette çok az idi. [7] Mâide 5/100. [8] Sâd 38/24: Zemahşerî, V, 260; İbn ‘Âşûr, XXIII, 237 [9] Sâd 38/24: Zemahşerî, V, 259.

Kaynak: Ömer Çelik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 450

İslam ve İhsan

3 SALİH İNSAN

3 Salih İnsan

ŞU 5 ŞEY OLMASAYDI BÜTÜN İNSANLAR SALİH KİŞİLER OLURLARDI

Şu 5 Şey Olmasaydı Bütün İnsanlar Salih Kişiler Olurlardı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.