Sâlihlerle Beraber Olmanın Fazileti
Allahʼın kullarına, “Sâdıklarla beraber olun” buyurmasının hikmeti nedir?
Bir müʼmin için Hak dostları ve sâlihlerle beraber ve hemhâl olabilmek, tâlihlerin en büyüklerindendir. Hak dostlarını ve mâneviyat ehlini tanıyıp onların huzurlarında ve çevrelerinde bulunabilmek, hâl ve davranışlarındaki feyiz ve rûhâniyetten istifâde etmek, Cenâb-ı Hakkʼın büyük bir lûtfudur, şükrü gerektiren müstesnâ bir nîmetidir.
Nasıl ki bir gül bahçesinde gezen insanın üzerine gül kokuları sinerse, sâlihlerin meclisinde bulunan kimselerin gönüllerine de o güzel insanlardan feyz ve rûhâniyet akseder. Zira hâl sârîdir (sirâyet eder, yayılır). Bilhassa da insanoğlunun “hâl”lerinde bu özellik vardır. Dolayısıyla gönüller, dâimî bir tesir alışverişi hâlindedir. Bu bakımdan sâlih ve sâdık müʼminlerle beraberlik, nefis terbiyesinde -tıpkı radyasyon gibi- müşâhedesi imkânsız, fakat neticesi mutlak bir müessirdir.
Âlimlerden Câfer bin Süleyman -rahmetullâhi aleyh-, sâlih insanlarla beraberliğin kendisine kazandırdığı gönül feyzini şöyle anlatır:
“Kalbimde bir katılık hissettiğim zaman kalkar, hemen (tâbiînin büyük âlim ve âriflerinden olan) Muhammed bin Vâsî’nin yanına gider, meclisine katılır, yüzüne bakardım. Böylece kalbimdeki katılık gider, içime ibadet neşesi gelir, tembellik üzerimden kalkar ve bir hafta boyunca bu neşe ile ibadet ederdim.”
SÂDIKLARLA BERABER OLUN!
Bunun içindir ki müʼmin; âlim, ârif, sâlih ve sâdık kullarla beraberliğe büyük bir ehemmiyet vermeli ve bunun, mânevî varlığının en müstesnâ gıdâlarından biri olduğunu bilmelidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119)
Dikkat edilecek olursa Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede kullarına; “Sâdık olun!” buyurmamış, takvânın muhâfazası için; “sâdıklarla beraber olmayı” emretmiştir. Çünkü sâdık olma yolunda atılacak ilk adım, sâdıklara muhabbetle yönelip onlarla beraber olmaktır. Sâdık olmak ise, bu durumun en tabiî bir neticesidir.
Nitekim İslâm semâsının yıldızları olan ashâb-ı kirâmın pek çoğu, câhiliye döneminde fıtrata ters, yarı vahşî bir hayat yaşıyordu. Fakat İslâmʼla şereflendikten sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile engin bir muhabbet iklîminde yaşadıkları beraberlik neticesinde nebevî ahlâkın kendilerine aksetmesiyle, dünyanın en fazîletli insanları hâline geldiler.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR