Sami Efendi'den (k.s.) Hatıralar

Muhterem Üstaz Mahmud Sami Ramazanoğlu kuddise sırruh Hazretlerinin ahirete irtihallerinin otuz üçüncü sene-i devriyesini idrak etmekteyiz. Bize ulaşan yeni hatıralardan bir demeti daha okuyucularımızın istifadesine sunmaya çalışacağız.

Sami Efendi'den hatıraları muhterem Hattat Ahmed Fatih Andı amca anlatıyor. Geçen sene Sâdık Gündoğdu beyle ziyaretinde bulunduğumuz bu amcamız Adana’nın Tepebağ mahallesinde doğup büyümüş ve çocukluğundan itibaren Sami Efendimiz’in devlethanesinde hizmet görmüştür.

Babası Muhammed Es’ad Erbili kuddise sırruh Hazretlerinin müridi. Sami Efendimiz’le aynı dönemde dergâhta birlikte bulunmuşlar. Bu sebepten çocukluk yıllarından beri devlethaneye rahat girip çıkarak hizmet eden bir bahtiyar. Küçük yaştan itibaren Sami Efendimiz’in huzurunda büyümüş ve şu an takriben 90 yaşlarında bir güzel insan.

Gençlik yıllarından itibaren hat sanatına merak salmış ve kendisini hat sanatına vermiş, merhum Hattat Hamid’den icazetli bir hattat! Adana’da çok güzel hat yazılarıyla tanınan ve çevresinde bu kabiliyeti ve sanatıyla meşhur olan, fakat sükûtî ve mahfî yaşamayı tercih eden bir muhterem zat.

O ziyarette Hattat Ahmed Fatih Andı amcayı dinlerken aldığımız notlardan birkaç hatırayı okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.

ZİKİR ZİKİRDİR AMMA YAPTIKLARI BİDATTİR

Muhterem Ahmed Fatih Andı amca bizzat kendisi anlatıyor:

“-1964 senesinde babamla hacca gitmiştik. Mekke’de o zaman eski kerpiç evler vardı. Dışardan bakıldığında evin her tarafı kırık dökük, harabe gibi görünürdü.

Biz de böyle yapısı itibariyle eski bir evde kalıyorduk. Kaldığımız eve yakın bir yerden, komşu evlerden birinden zikir sesi geliyordu. Ben merak edip dışarı çıktım ve o zikir yapılan evi buldum. Evin penceresinden bir süre zikir meclisini seyrettim. Afrika’lı müslüman kardeşlerimiz toplanmış, hoplayarak, zıplayarak zikir yapıyordu. Sanki oyun oynar gibi bir taraftan hopluyorlar.

Bir taraftan da “Lâ ilâhe illallah” zikrini çekiyorlardı. Onların bu şekilde topluca ve cehri olarak zikretmeleri tuhafıma gitti. O zamana kadar böyle hareketli, toplu, cehri bir zikir görmemiştim. Bu tarz yapılan zikir, gönlümü, zihnimi bir hayli meşgul etti.

Üstadımız Hazretleri de o sene hacca gelmişti. İlk fırsatta buluştuğumuzda bu durumu arzettim. Bu tarz yapılan toplu ve cehri zikir hakkında bilgi almak istedim.

Sami Efendimiz’e: “Efendim! Bu şekilde zikir olur mu?” diye sordum.

Muhterem Üstaz Hazretleri fakire tebessüm ederek şöyle dedi:

“-Ahmed Efendi!

Zikrullaha itiraz edilmez. Zikir zikirdir. Amma yaptıkları, yapılış şekli bidattir” buyurdu.

ÖNCE FARZ OLAN İLMİ ÖĞRENELİM

Bir seferinde bir genç arkadaşımı ziyarete götürdüm. Niyetim ona manevi yolda rehberlik yapıp onun ders almasına vesile olmaktı. Huzura varınca arkadaşımı tanıştırıp, talebimi arzeyledim.

Efendim! Bu arkadaşı ders alması için getirdim dedim.

Muhterem Üstâz, bir bana, bir de o arkadaşıma baktı ve şu nasihatte bulundu:

“-Evlâdım! Bu yolda önce farz olan bir ilim vardır. Önce onu öğrenelim.

Bu bize farz” buyurdu.

Sonra peşinden: “Sen önce bir ilmihal al onu oku!” buyurdu.

Sami Efendi Üstâdımız o arkadaşım için bu reçeteyi vermişti. Huzurundan çıkınca ben o arkadaşı bir hocaefendiye götürdüm. Onun işâreti ile onun anlayacağı bir ilmihal kitabı alıp verdim... O hocaefendi arkadaşıma, Ömer Nasuhi Bilmen ‘in ilmihalini almasını tavsiye etti. Ben araya girip hocaefendiye şöyle dedim:

Hocam o ilmihal arkadaşa ağır gelebilir. Ahmed Hamdi Akseki’nin “ İslâm Dini” kitabını alsak dedim. O kitap daha kısa, öz ve daha anlaşılır dedim. İslâm’ı öğrenmesi için o kitabı alıp verdim.

DİNDE İNCE ANLAYIŞLI OLMAK

Kur’an-ı Kerim’i güzel okuyan bir kardeşimiz vardı. Herkes onu Kur’an’ı güzel okuduğu için hafız zannederdi. O kardeş Erenköy’de Güllü Köşkün kapısında ayak üstü bir ziyarette bulunur.

Merhum Ömer Kiraz abi o kardeşi Üstadımıza tanıştırırken:

“-Efendim! Bu kardeşimiz hafızdır” dedi.

Sami Efendi Üstadımız tebessüm etti ve bir hadis-i şerifden mülhem olarak

“-Allahümme fakkıhna fi’d-Din” buyurdu.

“-Allahım! Bizi dinde ince anlayışlı kıl!” diye dua etti.

Sevgili Peygamberimiz de o meşhur hadisinde şöyle buyurmaktaydı:

“-Allah Teâlâ kimin hakkında hayır murad ederse o kimseyi dinde fakıh/ince anlayışlı kılar.”

Dinde ince anlayış bir edeb idi. Bir Allah dostu ne güzel söylemiş:

İstediğin insansa, onu edeble donat.

Edebdir insanı Hakk’a uçuran kanat.

Hasan-ı Basri Hazretlerine sormuşlar. Edebin en yararlısı nedir? demişler.

O da çok veciz, çok derin mânâlı şu cevabı vermiş:

“-Dinde ince anlayış, Dünyaya rağbetsizlik ve Kulun kendi üzerindeki hukuk-ı ilâhiyye’yi bilmesidir” buyurmuş.

HELÂLİN AZI DAHA İYİDİR

Bir gün yine Üstadımızla beraber bulunuyorken bir ziyaretçi geldi. Huzura girdi ve Sami Efendimiz’in elini öptü. Üstadımız ona hoş geldiniz dedi ve yer gösterdi.

Bir müddet sükuttan sonra ona:

“-Ne iş yaparsınız?” diye sordu.

O kardeş de ticaretle uğraşıyorum efendim dedi.

Bu cevap üzerine Sami Efendimiz o kardeşe:

“-Evlâdım! Haramın çoğundan helâlin azı daha iyidir” buyurdu.

Ahmed Fatih amca bu hatırayı anlattıktan sonra yine bizleri gözleriyle süzerek:

“-Helâlden kazandığın az mal, haramdan kazandığın çok maldan daha iyidir” dedi.

HAK TARAFINDA YER ALMAK

Allah dostları bir hakkın, hukukun çiğnenmesine asla razı olmazlar. Haksızlığa hiç dayanamazlar ve daima hak nerde ise o tarafta yer alırlar. Sami Efendimiz’in babalarının çiftliğine bitişik yan yana bir tarla varmış. Bu tarlanın bir kısmının kendilerine ait olmadığının haberini almış. Fakat tapunun babası Mücteba bey üzerine olduğunu öğrenmiş. Adana fellahlarından, çiftçilerinden birine ait olan bu tarla mahkemelik olmuş. Tapunun babası üzerine olduğunu görmüş olmasına rağmen gönlü rahat etmemiş.

Mahkemede hakim, Sami Efendimiz’i bilir kişi olarak duruşmaya davet etmiş. Üstadımız da hakkın tevzii ve teslimi için mahkemeden gelen davete icabet etmiş.

Hakim durumu izah edip Üstadımız’a fikrini sorduğunda hiç kimseden çekinmeden:

“-Evet! O tarlanın bir kısmının başkasına ait olduğu söyleniyor” diye şehadette bulunmuş.

Sami Efendi Üstâzımızın bu davranışı halk arasında yayılmış ve çok takdir görmüş.

Halk birbirine “-Bak Sami Efendi mahkemede bu tarla bunlarındır” demiş.

O, yalan söylemeyen, hakkın yanında yer alan, nur gibi bir gençtir diye konuşur olmuş. Sami Efendi Üstadımız hak-hukuk, helal-haram mevzusunda çok titiz davranırlardı. Bilhassa rızık konusunda, kılı kırk yararcasına dikkat ederlerdi. Bu hassasiyetten olsa gerek ki baba mirası almamışlardır. Günlük maişetini kendi el emeği ile kazanmayı tercih etmişlerdir.

ÇOK YİYEN ÇOK İÇER

1970’li yıllarda bir arkadaş Hacca gitmek üzere yola çıkıyor. Suriye’ye varınca orada bir gece istirahat ediyor. Şam Emeviyye Camisinde namazını kıldıktan sonra birisi yanına yaklaşıyor. Onun Türk olduğunu anlıyor ve ona şöyle diyor:

Şurada Türkiye’den gelen çok muhterem bir zat var. Suriyeli’ler o zâtı çok severler, hep hac mevsimini beklerler. Yeter ki onu bir görelim diye hasretle onun yolunu gözetlerler. Her sene hacca giderken o muhterem zâtı evlerinde misafir etmek isterler. Haydi sen de gel o nur simayı gör! diyerek davet ederler.

O arkadaş kendi kendine görüp de ne yapacağım? diye isteksiz davranır. Fakat bir müddet sonra gönlüne bir ateş düşer ve istemeyerek de olsa ziyarete gider. Huzura vardığında tam üstâzın karşısına oturturlar. Birlikte yemek yenir ve sofra kaldırılır. O arkadaş yemeği biraz fazla yer. Çok yediği için de bir hayli rahatsız olur ve oturmakta zorlanır.

Üstâz ise çok az yedikleri için murakabe halinde huzurla oturur. Odanın içinde bir an tatlı bir sessizlik oluşur. Herkes sükut halinde zikir ve murakabe ile meşgul olur. Meclise vardığında o arkadaşın gönlünü:

“Yahu!.. Bu zâtın neyinden istifade edecekler” diye havatıra kapılmış.

Tam bu esnada Üstadımız başını kaldırıp o arkadaşa bakarak:

“-Çok yiyen çok içer, Çok içen çok uyur, Çok uyuyanın da kalbi ölü olur” buyurmuş.

Bu sözü söyledikten sonra tekrar başını öne doğru eğip murakabeye devam etmiş.

O arkadaş bu hal ve davranıştan çok etkilenmiş. Gönlünden geçen havatıra hemen cevap verilmesi onun kendine gelmesine vesile olmuş. Bu sözler kalbine o derece tesir etmiş ki hemen tövbe etmeye başlamış. İçinden geçirdiği o yanlış düşüncelere istiğfar ederek huzura kavuşmuş.

BURASI İÇİN ÇALIŞALIM

Adana’da bir kardeşimiz vardı. Sohbetlere gelir gider ve dersini devamlı yapardı. Nasıl olduysa bir ara sohbete gelemez ve dersini yapamaz olmuş. Allah rahmet eylesin terzi Abdulkadir Kökdil Efendi vardı. Bu kardeşimizi Üstadımıza getirip duasını alması için gayret etmiş. Bir türlü onu ele geçirememiş ve huzura getirmeye muvaffak olamamış.

O günlerde hem onun hem de Abdülkadir Efendinin yakınlarından birisi vefat etmiş. Bu kişi de akrabası olduğu için cenazeye iştirak etmiş. Tam kabrin başında Sami Efendi Üstadımızla karşı karşıya gelmişler. Defin işlemi bittikten sonra büyük bir mahcubiyet içerisinde Üstadımızın yanına gelmiş. Sami Efendimiz’in elini öpmek ve özür dilemek istemiş.

Tam bu esnada Sami Efendi Üstadımız eliyle kabre işaret ederek:

“Burası için hazırlanalım!.. Burası için çalışalım!...” buyurmuş.

Allah dostları sevdiklerinin intibaha gelip uyanması için hep fırsat ararlar. Onlara her vesile ile daima şifa verecek reçeteler sunarlar. Yaptıkları hata ve kusurlara bakmadan onları irşad için gayret ederler. Hakiki dostluk, kardeşlik, candan sevgi, sadakat ve vefakarlık bunu icab ettirir.

Gelecek Ay

  • Şu İki Kaşımız İhvana Çatmayacak
  • İhvanı Seviyorsa!..
  • Vermekten Korkmayalım!.
  • Vâridâtımız Sarfiyâtımızdandır

HANGİ İLİM FARZDIR?

Bir gün yine Adana’da Sami Efendimiz’le beraber iş yerindeki odasında oturuyorduk. Üniversiteli bir genç ziyaretlerine geldi ve manevi ders almak istediğini söyledi.

Muhterem Üstadımız o gence merhametle bakıp şu nasihatte bulundu:

“-Evlâdım! Vehbi ilim yüreğe iner. Kesbi ilim ise okuyarak elde edilir” buyurdu.

Ahmed Fatih amca bu hatırayı anlattıktan sonra şöyle bir açıklamada bulundu.

“-İlim öğrenmek farzdır amma hangi ilim?” diye sordu.

Gözleriyle bizi süzdükten sonra cevabını kendisi verdi.

“-İnsan önce üzerine farz olan ilmihalini öğrenmeli” dedi ve:

Mesela: Hacca gitmeyen kimsenin haccın farzını öğrenmesi şart değildir. Mali olarak zengin olmayan kimsenin zekatı öğrenmesi öncelikli farz değildir. Amma zengin ise zekatın ve haccın farzlarını öğrenmesi, bilmesi farz-ı ayndır.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 373, Mart 2017

MAHMUD SAMİ EFENDİ'DEN (KS) HATIRALAR

https://www.islamveihsan.com/mahmud-sami-efendiden-ks-hatiralar.html

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.