Şân-ı Uluhiyyet Ne Demek?

Şân-ı uluhiyyet ne demek? Şân-ı uluhiyyet ifadesinin anlamı nedir? Şân-ı uluhiyyet ifadesinin geçtiği örnek cümleler...

Şân-ı ulûhiyyet: İlahlığın şânı anlamına gelmektedir.

ŞÂN-I ULÛHİYYET İFADESİNİN GEÇTİĞİ ÖRNEK CÜMLELER

Cenâb-ı Hakkʼın en çok gazabını çeken husus da, Yüce Zâtʼına kulluk için yarattığı insanın, insan için yarattığı fânî varlıklara gönlünü kaptırarak kendisinden yüz çevirmesidir. İnsanın Yaratıcı ʼsını, gerçek sahibini ve Rezzâkʼını unutup başka kapılardan medet ummasından daha büyük bir nankörlük olamaz!..

Şunu unutmamak îcâb eder ki, bütün insanlık Cenâb-ı Hakkʼı inkâr etse, Oʼnun şân-ı ulûhiyyetine zerre kadar noksanlık gelmez.

Bunun aksine bütün insanlık, Allah Teâlâʼnın varlığına ve birliğine îmân ile şereflense, yine Oʼnun şân-ı ulûhiyyetini zerre kadar artıracak değillerdir. Cenâb-ı Hakkʼın bizim kulluğumuza ihtiyacı yoktur. O, bütün ihtiyaçlardan münezzehtir. Dolayısıyla beşeriyetin îmânı veya inkârı -Cenâb-ı Hakkʼa değil- yalnızca kendisine fayda veya zarar verebilir.

*****

Cenâb-ı Hak, zikre bir sınır tâyin etmeksizin şöyle buyurmuştur:

“Ey îmân etmiş olanlar! Allâh’ı çokça zikredin. Ve O’na sabah ve akşam tesbihte bulunun.” (el-Ahzâb, 41-42)

İşte nebevî ahlâktan lâyıkıyla hisse almış olan Allah dostları da bu ilâhî emre riâyet ederek, büyük bir kulluk edebi içinde Cenâb-ı Hakk’ı çokça
zikrederler. Fakat ne kadar çok zikretseler de, bunun, Cenâb-ı Hakk’ın şân-ı ulûhiyyeti karşısında âdeta bir “hiç” hükmünde olduğunu bilip gayreti
dîniyyelerini daha da artırmaya çalışırlar.

Zira kalbî duyuş ve hassâsiyeti artan bir kulun, Rabbinin azametini idrâki de ziyâdeleşir. Bu itibarla, az bir zikir ve ibadeti çok ve kâfî görmek,
ancak bir gaflet alâmetidir.

*****

Cenâb-ı Hakkʼı zikredebilmek, Oʼna şükredebilmek, kulluk ve tâatte bulunabilmek; yine şükrü gerektiren ayrı bir lûtf-i ilâhîdir.

Bütün mahlûkat Allâhʼa kullukta bulunsa Oʼnun şân-ı ulûhiyyetini bir nebze bile artıramaz. Yine bütün mahlûkat Oʼna isyan etse Oʼnun şân-ı
ulûhiyyetine zerre kadar noksanlık gelmez. Allah Teâlâʼnın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi, bizim ibadetlerimize de ihtiyacı yoktur. O her şeyden
müstağnîdir. Fakat bizler, Oʼnun rızâ ve rahmetini celbetmek için hâlis niyetle ibadet etmeye, sâlih amellerle Oʼna yakınlaşmaya muhtâcız.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.