Saygı ve Sevginin Bize Kazandırdıkları

“Ey Enes! Yaşlılara saygı göster, küçüklere de şefkat et ki, cennette bana arkadaş olasın.” (Beyhakî, Şuab, VII, 458; Zebîdî, İthafu’s-Saade, VI, 275; İbn Asâkir, III, 146) hadisine binaen her müslüman hürmet ve şefkatin ne kadar önemli olduğunu anlamalıdır. Saygı ve sevgi değerlerimize sahip çıkmalı asla ödün vermemeliyiz.

İnsan, hürmete lâyık bir varlık olarak yaratılmıştır. (el-İsrâ 17/70) Kimseyi küçük görmemeli, insan olması hasebiyle herkese saygılı davranmalıdır. Atalarımız, “Her geceyi Kadir bil, her geçeni hızır bil” demişlerdir. Böyle olduğu takdirde hayat, huzur ve saâdetle dolar. Bunun aksine, bir millette ve âile fertleri arasında hürmet ortadan kalktığında onun yerine ihtilâf, çekişme, huzursuzluk, kin ve düşmanlık gelir. Hürmetsizlik netîcesinde insan büyüklerinin teveccühünü, akranlarının ise saygısını kaybeder. Küçük ve zayıfların da azim ve ümîdini yitirmelerine sebep olur. Kısaca:

Kazananlar hep saygı ve hürmet sâyesinde kazanmış, kaybedenler de saygısızlık ve kibirleri yüzünden kaybetmişlerdir.

Bununla birlikte, insanların toplum içindeki saygınlıkları farklılık arzedebilir. Bu durumda bir âlime câhil gibi, bir büyüğe küçük gibi, bir yöneticiye sâde vatandaş gibi davranmak büyük bir dengesizlik oluşturur. Her insana, toplumdaki yer ve mevkiine uygun şekilde muamele edilmesi onun en tabiî hakkıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v):

“İnsanlara mevki, makam ve seviyelerine göre muâmele ediniz!” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 20)

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) meclisi anlatılırken şu ifâdelere yer verilmektedir:

“…Onun mec­li­sin­de bu­lu­nan­ herkes eşit muâmele görürdü. Bir­bir­le­ri­ne karşı üstün­lük­le­ri ise an­cak tak­va ileydi. Hep­si de mütevâzî idi­ler. Büyük­le­re hürmet eder­ler, küçük­le­re şef­kat ve mer­ha­met gös­te­rir­ler, ih­ti­yaç sâhip­le­ri­ne öncelikle ilgi gösterir, ih­ti­yaç­la­rı­nı karşı­la­ma­ya çalı­şır­lar, ga­rib ve ya­ban­cı olan­la­rı ko­ruyup gözetirlerdi.”

Zîrâ Allâh Rasûlü (s.a.v) şöyle buyuruyordu:

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen, onların hakkını tanımayan kimse bizden değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 58; Tirmizî, Birr 15)

Kazananların hep saygı ve hürmetle kazandığını söylemiştik. İşte bu güzel ahlâkın dünyâ ve ebedî hayattaki faydalarına birer misâl:

Allâh’ın sevgili Rasûlü şöyle müjdeliyorlar:

“Allâh Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.” (Tirmizî, Birr, 75)

“Ey Enes! Yaşlılara saygı göster, küçüklere de şefkat et ki, cennette bana arkadaş olasın.” (Beyhakî, Şuab, VII, 458; Zebîdî, İthafu’s-Saade, VI, 275; İbn Asâkir, III, 146)

Büyüklere gösterilecek hürmetin bazı tezâhürlerinden bahsetmek gerekirse öncelikle şunları söyleyebiliriz:

Herhangi bir yerde karlılaştıklarından küçükler büyüklere selâm vermelidirler. (Buhârî, İsti’zân 5,6)

Câmide ön safı büyüklere bırakmalıdır. (Müslim, Salât 122)

Meclislerde küçükler yerlerini gönülden, sevabına inanarak, severek ve isteyerek âlimlere ve büyüklere vermelidir.

Herhangi bir ikrâmda sağ taraf gözetilmek sûretiyle büyükten başlanmalıdır. (Müslim, Rü’yâ, 19)

Büyüklerin konuşması lâzım gelen husûslarda küçükler öne çıkmamalıdır. (Buhârî, Cizye 12)

Büyükler hakkındaki düşünce, konuşma ve yazılarda da hürmete riâyet etmelidir.

Saygı ve hürmet gösterilecekler arasında büyükler yanında, ilmiyle âmil Kur’ân hafızları ve âdil hükümdarlar da bulunmaktadır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Saçı sakalı ağarmış müslümana, okuyuşunda (teğannî ile) aşırı gitmeyip, ahkâmıyla amel eden Kur’an hâfızına ve âdil hükümdara saygı göstermek, Allâh Teâlâ’ya duyulan saygı ve ta’zîmden ileri gelir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 20)

Kullar içinde saygı ve hürmete en lâyık olanlar ise ana babadır.

Bununla birlikte saygıda, İslâm’ın tasvib etmediği aşırılıklardan uzak durulmalıdır. Allâh Rasûlü, muhtelif ülkelerde krallara secde edildiğini görüp Peygamber Efendimiz’in buna daha lâyık olduğunu düşünen ashâbına, böyle yapmamaları gerektiğini, secdenin sâdece Allâh’a olabileceğini bildirmiştir. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 40; Tirmizî, Radâ` 10; Ahmed, VI, 76)

Yine, kişinin karşılaştığı kardeşi veya arkadaşı önünde eğilip eğilmeyeceğini soran bir kimseye Efendimiz: “Hayır, eğilemez” cevabını vermiştir. (Tirmizî, İsti’zân, 31)

Hürmet maksadıyla söylenen birtakım aşırı övgü ifâdelerinden de titizlikle kaçınmak gerekir. Hadîs-i şerîfte: “Birbirinizi (ölçüsüz bir şekilde) methetmeyin. Zîra bu durum (methedileni) öldürmek (gibi)dir.” buyrulmuştur. (İbn Mâce, Edeb, 36)

GÖZÜN ÂDÂBI

Göz, kalbin aynasıdır. Kalbini temiz tut ki gözlerin güzel ve rahat olsun.

Harama ve nâmahreme karşı gözlerini yum! (en-Nûr 24/30-31)

Hâin bakışlardan şiddetle sakın, zîrâ Allâh gözlerin hâin bakışlarını bilmektedir ve hesâbını da soracaktır. (el-Mü’min 40/19) Çünkü kulaklara ve gözlere mâlik olan Allâh’tır. (Yûnus 10/31)

Kaş göz işâretleriyle en fenâ bir günah olan gıybete düşme! Tahkîr edici bakışlarla Allâh’ın mükerrem olarak yarattığı insanı ve hatta hayvanları dahi hafife alma, istihkâr etme! (el-Hümeze 104/1)

Hakkın olmayan bir şeye ve başkalarına imtihan için verilen dünyâ malına göz dikme!

Günahını gözünde küçültme, iyiliklerini de büyük görme!

Gözünü Allâh’ın âyetlerine ve yarattıklarından ibret almaya kapatma! (el-Kehf 18/101)

Kimseye nazar etme, gözünle nîmet sâhiplerinin ayağını kaydırmaya çalışma! (el-Kalem 68/51)

Konuşurken gözlerini kaçırma!

Bir kimseye dikkatlice bakarak onu rahatsız etme!

Hakkı gör ve anla ki gözlerine perde indirilmesin.

Gözlerini Allâh korkusuyla ağlamaya alıştır ki onlara ateş dokunmasın.

Farzlardan sonra bir de nâfilerle Allâh’a yaklaş ki Allâh senin gören gözün olsun.

Gözünün şükrünü edâ et!

Her hususta gözünü aydın etmesi için Allâh’a duâ et!

Allâh’ın emirlerini yerine getir ki, gözün aydın olsun!

Kaynak: kuranvesunnetyolunda.com

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.