Sebebi Bilinmeyen Sıkıntılar
Dillerde yaygın olarak dolaşan “dünyada rahat yoktur” ya da “dünya rahat yeri değildir” cümleleri1, günlük hayatın, sebebi bilinen ve bilinmeyen sıkıntılarla dolu olduğu gerçeğini yansıtır. En çok da sebebi bilinmeyen sıkıntılar can sıkar.
Esasen hemen herkes zaman zaman, “sebebini bilemediğim bir sıkıntı var içimde”, “bugün hiç keyfim yok”, “ne oldu bilmiyorum birden bire keyfim kaçtı, huzurum kalmadı” gibi cümlelerle söz konusu durumu dışa vurur veya kendisini anlam veremediği bir suskunluk içinde bulur. Gerçi “sebepsiz gibi gözüken sıkıntıların gerçek sebebi tembelliktir” tespiti, bu noktada ciddi bir uyarı niteliği taşır. Fakat her sıkıntıyı bununla açıklamak ne kadar doğrudur?
SEBEPSİZ SANILAN SIKINTILAR
Bu kısa giriş, sebepsiz sanılan sıkıntıların tanıdık ve hatta yaygın insânî hallerden olduğuna işaret etmektedir. İşte tam da bu noktada bir rivayet, mümkündür ki bir çoğumuzun dikkatini pek çekmeyen fakat çokça üzerinde durulması gerekli bir sıkıntı sebebini haber vermektedir. el-Hakem’den (mürsel olarak) nakledildiğine göre, Resûlullah şöyle demiştir:
“Kul amelinde/işinde kusur ettiği (gerekli özeni/itinayı göstermediği) zaman, Allah onu üzüntü ve kedere uğratır.”²
Özelde “Müslüman işi ve işçiliğinin”, genelde “kul işi ve işçiliğinin” nasıl bir özene sahip olması gerek-tiğini ortaya koyan bu hadis-i şerif, her ne kadar “zayıf” da olsa3 bize çoğu zaman yaşadığımız ve sebebini bilemediğimiz sıkıntılarımızın gerçek sebebini haber vermektedir. Başta “kulluk” görevlerimiz olmak üzere yapıp ettiklerimizdeki özensizlik.
AMELİNDE VE İŞİNDE KUSURLU OLMAK
Elem, keder, üzüntü ve huzursuzluk mânâsına gelen hemm (çoğulu, hümûm), amelinde ve işinde kusurlu olmanın, gerekli itinâ göstermemenin karşılığı olarak kulun başına gelen, daha doğrusu Allah Teâlâ’nın takdir ettiği bir sonucu ifade etmektedir.
Aslında söz konusu durumun, gerçeğin ta kendisi olduğunu hemen herkes kişisel hayatındaki tecrübeleriyle bilir. Çünkü hayatından, ibadetlerinden zevk alamadığını, ne yapsa ne etse tatsız-tuzsuz bir yaşayıştan kurtulamadığını, huzursuz olduğunu söyleyip gezenleri dostça konuşturduğunuz zaman, işlerini “nasıl yaptıklarına” pek dikkat etmediklerini, özensiz bir yaşantıya sahip olduklarını görürsünüz. Bunu kendileri de itiraf ederler.
Ayrıca pek tabii olarak kişinin yapacağı iş, işin tanımı ve kişiden beklenenlerin açık olarak belirlenmesi, kişinin, yaşayacağı sorunları iletebileceği makamın net olarak ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu açıdan meseleye bakıldığında İslâm’da gerek ibadet gerekse iş/amel olarak yapılması gerekenlerin şartları ve standartları pek detaylı ve hatta alternatifli olarak Peygamber Efendimizin rehberliğinde, sünnet-i seniyyede belirlenmiş bulunmaktadır.4 Buna rağmen kişi işinde/amelinde kusur ettiği zaman elbette bir bedel ödeyecektir. Onu da hadisimiz “üzüntüye, sıkıntıya uğratılmak” olarak bildirmektedir. Salt dünyevi konularda bile, işin, önceden belirlenmiş standartlara uygun olmadığı tespit edilmesi halinde “yaptırım” uygulandığı, maddi-manevi sıkıntı sebebi olduğu herkesin bilgisi dahilindedir.
İŞİ EHLİNE VERMEK
“İşi ehline vermek” gerektiği ve ehil olmayan, üstesinden gelemeyecek olan kimselere iş tevdi etme-nin kıyamet alâmeti olduğu bilinmektedir. Bu tespit, “yapılan işteki kusurun” bireysellikten öte büyük ve toplumsal faturasını vurgulamak olsa gerektir.
Yine Hz. Aişe vâlidemizin naklettiği bir hadis-i şerifte “Allah, kulun işini sağlam yapmasını sever”5 buyrulmuştur. Bu demektir ki, yaptığı işte, ibadette kusur etmeyip gereken özeni göstermek, kişiye Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazandırmaktadır.
Çağımızda her türlü sıkıntıya genel bir isim olarak ve yaygın bir kullanımla stres adı verilmektedir. Stres ise, psikolojik açıdan gerginlik, zevksizlik demektir. Bir başka ifade ile stres, insanın ruhsal ve fiziksel sınırlarının zorlanmasıdır. Bunun sonucunda da endişe, sinirlilik, telaş, üzüntü ve hatta unutkanlık doğar.
İKİ ÇIKIŞ YOLU
Stresli ve sıkıntılı hallerle baş etme yolları arasında belki de en başta gelen ilke, sadıklarla bera-ber olmaktır.6 Çünkü kendi amel veya iş kusurumuzdan kaynaklanan üzüntü ve kederimiz, sadıkların bir-likteliği ve sâlihlerin sohbet ve tavsiyeleri ile büyük ölçüde hafifler. Bu duruma psikolojik açıdan, “sosyal destek sisteminden ve odaklarından yararlanmak” da diyebiliriz. Bunun anlamı, yanlarında kendimizi iyi hissettiğimiz ve duygusal olarak kendilerinden beslendiğimiz insanlarla paylaşımlarda bulunmanın rahatlığı demektir. Böyle bir yöntem, üzüntü ve keder hallerinde kendimize gelmemizi ve daha güçlü hissetmemizi sağlar.
“Kardeş ve dostlarının salihler olması, kişinin mutluluk sebeplerindendir.”7 Hadis olarak nakledilen bu söz de açıkça göstermektedir ki yakın dostların iyi/salih kişilerden olması, sıkıntı değil saadet/mutluluk nedenidir. Kişi sevdikleri ile beraber olunca, sıkıntı, üzüntü elem ve kederini unutur, rahatlar. O halde asıl mesele, salih ve sadıklarla birlikte olmaya özen göstermektir.
“Sosyal destek sisteminden ve odaklarından yararlanmak” açısından sadıklar ve salihler ile beraber olmak tavsiyesine, cami ve cemaate devam etme tavsiyesini de ekleyebiliriz. Zira cemaatle namazın yalnız başına kılınan namazdan 25-27 derece daha faziletli olduğu bildirilmiştir. Bu demektir ki, cemaate devam etmek, amel ve ibadetin gerektiği gibi yapılması ve dolayısıyla da üzüntüden, kederden ve zevksizlikten kurtulmak açısından oldukça anlamlı bir yol ve yöntemdir.
KUL KUSURSUZ OLMAZ
Öte yandan, “Kul kusursuz olmaz” denilmiştir. Tövbenin, yani kusurlu davranmayı terk edip özenli olmanın, o kusurdan ve o kusurun manevi sıkıntısından kurtulma yolu olduğu hatırlatılmıştır. Nitekim, Tövbe, öncesini temizler,8 “Günahından dönen, hiç günah işlememiş gibidir”9 müjdeleri, Peygamber Efendimiz tarafından verilmiştir ve dolayısıyla sebepsiz gibi görünen sıkıntılardan kurtulma ve iyileşme yolunu, iş hayatında ve din pratiğinde/ibadet ve yaşayışında gerekli özeni göstermek olarak işaret buyrulmuştur.
O halde bu iki iyileşme imkanı (sadıklarla-iyilerle birliktelik ve tövbe), kulluk sınavındaki insanlardan ne denli bireysel ve toplumsal derin bir hassasiyetin beklendiğini ve bunun yolunu açıkça ortaya koymaktadır.
BİR BAŞKA RİVAYET-BİR BAŞKA BOYUT
Aişe radıyallahu anhâ’dan gelen bir rivayette, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur-muştur:
“Kulun hata ve günahları çoğalır da bunlara keffaret olacak ameli bulunmaz ise, Allah azze ve celle onu günahlarına keffâret olsun diye elem ve kedere uğratılır.”10
Bu rivayete göre, artmış olan günahlarını temizleyecek kadar ameli, iyiliği, hayır-hasenâtı olmayan kulun uğratıldığı üzüntü ve keder, onun kusurlarını ortadan kaldırmak maksadına yönelik, görüntüde bir cezalandırma, aslında ise, rahmet ve şefkat uygulamasıdır.Hiç kuşkusuz çekilen sıkıntıların sebebi bu ise, netice itibariyle dert edecek bir şey yok demektir. Çünkü bu rivayet, mümin için her sıkıntının mutlaka bir cezâ mânâsına gelmediğini, rahmet ve şefkat mânâsının da bulunabileceğini hatırlatmaktadır. Kim bilir belki de “derdini sevdiğini söyleyenlerin” anlatmak istedikleri de budur.
Dipnotlar: 1) Bu cümlelerin hiç biri hadis değildir. 2) Ahmed b. Hanbel, Kitabü’z-zühd, s. 43 (Thk. Muhammed Celal Şeref), Beyrut 1981. 3) Ahmed b. Hanbel, Hakem’den mürsel olarak nakletmiştir. Suyuti, hasen olduğuna işaret et-miştir.(Bk. Münâvi, Feyzü’l-kadir Şerhu’l-Cami’i’sağîr, I, 417). 4) Bk. el-Kasas (28), 26. 5) Bk. Beyhaki, Şuabü’l-imân, IV, 334-335 (Beyrut, 1990). 6) Nitekim Allah Teâlâ, “Ey iman edenler, Allah’a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun!” [et-Tevbe (9), 119] buyurmuştur. 7) Bk. el-Münavî, Künûzü’l-hakâik, hadis no; 7052. 8) Cami’ul-usul, IX, 106. 9) İbn Mace, Zühd 30. 10) Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 157
Kaynak: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 360