Şecaat Nedir? Şecaat Ne Demek?

NE NEDİR?

Şecaat ne demek? Şecaat kelimesinin anlamı nedir? Şecaat kelimesine örnek cümleler...

Şecâat: Yiğitlik, cesurluk, korkusuzluk, kalb temizliği anlamlarına gelmektedir.

ŞECAAT KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

Peygamber Efendimiz’in mübârek hayâtındaki ölçülerin, yâni O’nun örnek hâl ve davranışlarının “ef’âl-i Peygamberî” adı altında titizlikle tespit edilerek, asırlar boyunca sağlam bir şekilde muhâfaza edilip günümüze kadar ulaşmış olmasıdır.

Bizler birer beşer olarak, hayâtın türlü iptilâ, musîbet ve sürprizleri karşısında, kendimizi fitnelerden koruyabilmek için şükür, tevekkül, kadere rızâ,
belâlara sabır, azîmet, şecaat, fedâkârlık, kanaat, gönül zenginliği, diğergâmlık, cömertlik, tevâzû gibi yüksek ahlâkî vasıflara sâhip olabilmenin yanı sıra, hâdiselerin med-cezirleri ve fırtınaları karşısında muvâzeneyi kaybetmemek mecbûriyetindeyiz. Cenâb-ı Hakk’ın bütün bu hususlarda mükemmel bir numûne olmak üzere beşeriyete armağan ettiği en büyük mürşid-i kâmil; zarif, temiz, nezih ve örnek hayâtı ile Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir.

*****

“Rabbinin ismini zikret! Her şeyi bırakıp bütün varlığınla yalnız O’na yönel! O (Allâh ki), doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ilâh yoktur.
Öyleyse yalnız O’nun himâyesine sığın!” (el-Müzzemmil, 8-9)

Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hüznü dağıldı. Sarsılmaz bir îman ve üstün bir şecâatle, amcası Ebû Tâlib’e şu meşhur sözlerini söyledi:

“–Ey amcacığım! Allâh’a yemin ederim ki, bu adamlar, bir elime Güneş’i, bir elime de Ay’ı koysalar, ben yine bu dâvetten vazgeçmem!”

Bu sözlerinin ardından nemli gözlerle oradan ayrıldı.

*****

Kuvve-i akliyyenin ifrâtı, cerbezedir/taşkınlıktır. Tefrîti, ahmaklıktır. Makbul olan îtidâli ise, aklı vahyin rehberliği altında kullanarak hikmet ve firâsete nâil olmaktır.

Kuvve-i gadabiyyenin ifrâtı, hiddet, yani aşırı öfkedir. Tefrîti, korkaklıktır. Makbul olan îtidâli ise şecaattir; güç ve cesareti yerinde ve lüzumu kadar kullanabilmektir.

*****

Habîb-i Ekrem’in cesâreti husûsunda Berâ -radıyallâhu anh- da:

“Vallâhi, biz savaş kızıştı mı Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sığınırdık. Bizim en cesûrumuz, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’le aynı
hizâda durabilendi.” demiştir. (Müslim, Cihâd, 79)

Ashâb-ı kirâm, bu gazvede çok büyük fedâkârlık ve kahramanlıklar gösterdi. Bilhassa Allâh’ın Arslanı Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh- büyük bir şecaat ve cengâverlik numûnesi sergiledi.

*****

“Muhammed ancak bir Rasûl’dür. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür, ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dîninize) mi
döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allâh’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allâh şükredenleri mükâfâtlandırır.” (Âl-i İmrân, 144)

O dehşetli gün, bütün her şeye rağmen Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir kutup yıldızı gibi yerinden hiç ayrılmayarak nebevî bir dirâyetle mukâvemet gösterdi. Celâdet, cesâret, şecaat ve îtidâli ile ashâbına cengâverlikte de ulvî bir nümûne oldu. Zîrâ Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

“(Düşmana karşı) gevşeklik göstermeyiniz! (Mağlûb olduk, diye) mahzûn da olmayınız! (Allâh’ın vaadine) inanıyorsanız, mutlakâ üstünsünüz
(sonunda gâlip olacaksınız)! Eğer sizin (Uhud’da) yaralanarak canınız yandıysa (Kureyş) kavminin de (Bedir’de) öyle canı yanmıştı. Biz bu günleri insanlar arasında nöbetleşe dolaştırırız. (Bâzı kere siz gâlip olursunuz, bâzı kere de düşmanlarınız gâlip gelir!)…” (Âl-i İmrân, 139-140)

*****

Mü’minlerin cesâret ve şecaati Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle senâ edilmiştir:

“Bir kısım insanlar mü’minlere:

«−Düşmanlarınız size karşı toplandılar; aman ha, onlardan sakının!» dediklerinde, bu onların îmanlarını bir kat daha artırmış ve:

«−Allâh bize yeter. O ne güzel vekîldir!» demişlerdir. Bunun üzerine kendilerine hiçbir fenâlık dokunmadan, Allâh’ın nîmet ve keremiyle geri
geldiler. Böylece Allâh’ın rızâsına uymuş oldular. Allâh, çok büyük bir lutuf ve inâyet sâhibidir.” (Âl-i İmrân, 173-174)

Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyet ettiğine göre:

“Allâh bize yeter, o ne güzel vekîldir.” sözünü İbrâhîm -aleyhisselâm-, ateşe atılırken söylemiştir. Peygamberimiz de bu sözü; “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine müslümanların îmanları artmış ve hep birlikte; “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı büyük bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir.