Secde Suresi 16. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Secde Suresi 16. ayeti ne anlatıyor? Secde Suresi 16. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Secde Suresi 16. Ayetinin Arapçası:

تَتَجَافٰى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًاۘ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Secde Suresi 16. Ayetinin Meali (Anlamı):

Geceleyin yanları yataklardan uzaklaşır, azâbından korkup rahmetini umarak Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar.

Secde Suresi 16. Ayetinin Tefsiri:

Burada bu tâlihli kulların birkaç mühim vasfına dikkat çekilir:

Birincisi; kendilerine Allah’ın âyetleri hatırlatıldığı, bunlarla va’z u nasîhat edildiği zaman, kalplerine işleyen, ruhlarını saran yüksek mânalar ve bunlardan hâsıl olan derin bir huşû ile derhal yüzleri üzere secdelere kapanırlar. O âyetlerde buyrulan emir ve nehiyler, güzel ahlâk ve edep kâideleri karşısında sağırlar ve körler gibi davranmazlar. (bk. Furkân 25/73) Bilakis bu âyetleri dinledikleri zaman ağlarlar, gözlerinden yaşlar akıtırlar, okudukça ve dinledikçe huşûları daha da artar. (bk. Mâide 5/83; İsrâ 17/107-109)

İkincisi; Rablerine hamd ederler, dâimâ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ (elhamdülillâh) derler. Gerek namazda rukû ve secde ederken: سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظ۪يمِ (sübhâne rabbiye’l-azîm), سُبْحَانَ رَبِّيَ الأعْلٰي (sübhâne rabbiye’l-a‘lâ) diyerek, gerekse namaz dışında yaptıkları tesbihâtlarla Allah’ı tesbih ve tenzîh ederler. Müşriklerin dile getirdikleri eksikliklerden O’nun çok yüce olduğunu ikrar ederler.

Üçüncüsü; Allah’a kulluğa, O’na secde etmeye, O’nu anıp tesbih etmeye karşı büyüklenmezler. Âyetler onlara neyi yapmalarını emrediyorsa onu seve seve yapar, neden kaçınmalarını istiyorsa ondan da kesinlikle sakınırlar. İlâhî irade karşısında tam bir teslimiyet gösterip, nefsânî tahrik ve temâyüllere itibar etmezler.

Dördüncüsü; onlar farz olan ibâdetleri büyük bir dikkat ve itinâ ile ifâ ettikleri gibi, nâfile ibâdetlere, bunlar arasında da ilâhî rahmet ve feyzin sağnak sağnak yağdığı seher vakitlerinde yanlarını tatlı yataklarından uzaklaştırarak teheccüd namazı kılmaya apayrı bir ehemmiyet verirler. Rable baş başa kalınan o ıssız demlerde ellerini ve gönüllerini ilâhî dergâha açıp, azâbından korkarak ve rahmetini umarak Allah’a niyâz eder, yalvarır yakarırlar. Onlar, Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızıklardan da yine O’nun yolunda zekât, sadaka ve başka yollarla cömertçe harcarlar. Bu konuda cimrilik göstermezler.

 “Yanların yataklardan uzak tutulduğu” vakitlerin, başka tevcihler olmakla birlikte, sözün geliminden daha ziyâde seher vakitleri olduğu anlaşılmaktadır. Burada ilâhî medhe nâil olan mü’minlerin, geceleri biraz uyuduktan sonra kalkıp namaz kıldıkları haber verilir. Nitekim bu hususa ışık tutan diğer âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“O mü’minler, geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitleri de Allah’tan bağışlanma dilerlerdi.” (Zâriyât 51/17-18)

“Rasûlüm! Rabbin, senin gecenin üçte ikisine yakın kısmını, bazan yarısını, bazan de üçte birini ibâdetle geçirdiğini, beraberindeki mü’minlerden bir kısmının da böyle yaptığını elbette biliyor.” (Müzzemmil 73/20)

Nitekim Resûlullah (s.a.s.), kendisine: “Yâ Resûlallah! Bana, cennete girmemi sağlayacak ve beni cehennemden uzaklaştıracak bir amel söyle” diye talepte bulunan Muaz b. Cebel (r.a.)’a şöyle buyurmuştur:

“Sana iyiliklerin kapılarını göstereyim mi: Oruç bir kal­kandır, sadaka suyun ateşi söndürdüğü gibi günahı söndürür. Ki­şinin geceleyin namaz kılması da bu iyilik kapılarından biridir.” Efendimiz bunun ardından Secde sûresi 16-17. âyetleri okumuştur. (Tirmizî, İman 8; İbn Mâce, Fiten 12)

Mâlik b. Dinar (k.s.) der ki:

“Dünyanın özü çürüdü, onda bir tat kalmadı; yalnız şu üç şey hâriç:

    Kardeşlerle karşılaşmak ve onlarla sohbet,

    Teheccüd namazına kalkmak ve onda doya doya Kur’an okumak,

    İçi boş bir ev ve orada Allah Teâlâ’yı zikir.” (Velîler Ansiklopedisi, I, 117-118)

Allah Teâlâ, gece ortasında ibâdetlerini halkın gözünden gizleyip sırf Allah rızâsı için ibâdet eden mü’minlerin mükâfatını, yaptıkları işlere uygun olarak gizlediğini haber vererek: “Yaptıkları bütün bu güzel işler karşılığında onlar için göz ve gönül aydınlığı olacak hangi sürpriz nimetlerin saklı tutulduğunu hiç kimse hayal bile edemez” (Secde 32/17) buyurur. Ameller nasıl gece ortasında gizli yapılmış ise, onların mükâfatları da öyle gizli tutulmuştur.

Resûlullah (s.a.s.) bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsîr eder:

“Allah Teâlâ: «Ben, sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın hatır ve hayal edemediği nimetler hazırladım!» buyurdu.” (Buhârî, Tefsir 32/1; Müslim, Cennet 2-5)

Bu hadis-i şerif, diğer âyet ve hadislerde bildirilen cennet nimetlerine göre bildirilmeyen nimetlerin çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu durum, Cenâb-ı Hakk’ın seher vakitlerinde ibâdete kalkan kullarını çok sevdiğine en kuvvetli bir delildir. Bu sebeple Rabbimizin sevdiği ve râzı olduğu bir kul olmaya çalışırken nefsimizi yenip yanımızı yatağımızdan uzaklaştırarak seher vakitlerinde uyanık kalmaya ve teheccüd namazı, zikir, istiğfar, tefekkür ve Kur’an tilâveti gibi ibâdetlerle meşgul olup o müstesnâ anlardan azami derecede faydalanmaya gayret edilmelidir. Resûlullah (s.a.s.) seherlerde kalkabilmek için şöyle bir tavsiye buyurur:

“Biriniz uyuduğu zaman, şeytan onun ensesine üç düğüm atar. Her bir düğümün üzerine vurup: «Gecen uzun olsun, yat uyu!» der. Şayet o kimse, uyanarak Allah’ı zikrederse, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa, bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa, şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece neşeli ve huzurlu bir şekilde sabahlar. Aksi takdirde sabaha uyuşuk ve tembel bir hâlde çıkar.” (Buhârî, Teheccüd 12; Müslim, Müsâfirîn 207)

Bu noktada Allah’a itaat eden mü’minle Allah’a itaat yolundan çıkmış fâsık arasında bir muakyese faydalı olacaktır:

Secde Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Secde Suresi 16. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.