Secde Suresi 9. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Secde Suresi 9. ayeti ne anlatıyor? Secde Suresi 9. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Secde Suresi 9. Ayetinin Arapçası:

ثُمَّ سَوّٰيهُ وَنَفَخَ ف۪يهِ مِنْ رُوحِه۪ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ

Secde Suresi 9. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ardından onu güzel bir insan şeklinde düzenleyip ona rûhundan üfledi. Böylece size kulaklar, gözler ve kalpler bahşetti. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!

Secde Suresi 9. Ayetinin Tefsiri:

Dolayısıyla önce çamurdan, sonra değersiz bir su olan meniden, ondan süzülerek rahme yerleşen nutfeden başlayıp nice safhalardan geçerek ahsen-i takvîme erişen, Rabbi tarafından kendisine üflenen ruh ile büyük bir şeref kazanan ve kulak, göz ve kalp gibi müstesnâ nimetlerle donatılan insanın, bu nimetlerin gerçek sahibini tanıması; kâliyle, hâliyle ve gönlüyle O’na karşı sonsuz bir şükür hissiyâtı içinde bulunması gerekir.

Mevlânâ Celâleddin Rûmî (k.s.), insanın çamur ve ruhtan oluşan bu muazzam ve muamma yapısını şöyle tahlil edip ona yol göstermeye çalışır:

“Ey Ganî olan Allah! Sen bir küçük yağ parçasına, yani göze aydınlık ihsan edersin. Bir kemik parçasına, yani kulağa işitme hassası verirsin. Görmek ve işitmek gibi mânaların, bedenle eşyayı anlayabilmenin de adları ile ne ilgisi vardır? Zaten söz yuva gibidir; mâna ise kuş gibi. Beden ırmak yatağı; rûh da ondaki akar suya benzer. Rûhun sembolü olan su akıp gitmededir. Sen ise «Duruyor» dersin. O koşup gitmededir; sen ise «Oturmuş kalmış» dersin. Suyun derelerden, arklardan akıp gittiğini görmüyorsan, onun üstündeki yeniden yeniye yığılan şu çerçöp nedir? Hiç değilse onlara bak! Ey insan! Senin çerçöpün de düşüncelerindir! Her an sana dokunulmamış, alınmamış, kızoğlan kız, çeşitli şekillere bürünmüş düşünce gelir gider. Suyun yüzü de, düşünce ırmağı da akıp giderken, sevimli sevimsiz, güzel çirkin, bir çok çerçöpü de sürükler, onlardan bir türlü kurtulamaz. Tertipleyen öyle tertiplemiştir. Aslında hakîkat bahçelerinden akıp gelen bu ırmağın üstüne, gayb âleminin meyvelerinden kabuklar düşer. Sen o kabukların özünü, meyvesini suyun içinde ara! Çünkü o su hakîkat bağından gelmektedir. O meyvelerden bazıları kabz yani acı, bazıları bast yani tatlıdır; bazıları insana yolunu şaşırtır, «dalalet»e sürükler, bazısı doğru yola, «hidâyet»e ulaştırır. Eğer sen hayat suyunun, rûh ırmağının nasıl akıp gittiğini göremiyorsan, hiç olmazsa bir ırmağın kenarına otur da ırmağı seyret ve kendi ömrünün bir su gibi akıp gittiğini ve tükendiğini düşün! Şu bitkilerin, o suda sürüklenen kabukların, çerçöpün geçip gidişine bak; her şey gelip geçicidir. Eğer su fazla gelirse, kuvvetli akacak olursa, üstündeki bizi etkileyen düşünce kabukları da çabucak geçer gider. Bu ırmak pek hızlı akınca, âriflerin gönüllerindeki gam, kasâvet de durmaz, çabucak geçer gider. Orada sudan başka, yani ilâhî feyzden başka bir şey kalmaz.”[1] (Mevlânâ, Mesnevî, 3290-3301. beyitler)

Ancak, ne yazık ki, pek çok insan bu noktada nefsânî girdapların esîri olmakta ve gereği gibi Rabbine şükür vazîfesini yerine getirmemektir. İşte Kur’an âyetleri bu hassas noktada devreye girerek, gaflet içinde bulunan insanlığı ölümle ve âhiretin korkunç ahvâliyle şöyle ikâz etmektedir:



[1] Bu beyitlerde Hz. Mevlâna bazı benzetmelerle gerçeği; hayatımızda karşılaştığımız acı tatlı her şeyin ilâhî bir tecellî eseri olduğunu anlat­maktadır. Bedenimiz bir ırmak yatağına, rûhumuz da o ırmaktaki suya benzetilmiş­tir. O su hakîkat padişahının, yani Allah’ın hasbahçesinden, ezel bahçesinden gel­mektedir. Fikirler, hatıralar, hayatta başımıza gelen şeyler, meyve kabuklarına; Allah’ın isimleri ve sıfatları da o kabukların özüne, içine teşbih edilmiştir. Ey talip! Ey hakîkat yolcusu! Ey Hakk âşıkı! Sen kendini bu hayat suyunun, bu rûh ırmağının kenarına oturmuş farzet! Önüne gelen kabukları yakala, kır, içine bak; içinden çıkan meyve acı mı, tatlı mıdır; ona bak! O meyve tatlı ise, senin hoşuna gitti ise, onu Hakk’ın “Bast” isminin bir tecellîsi bil! Eğer acı ise, sana sıkıntı ve üzüntü verdi ise, o meyve; “Kabz” isminin mazharı olmuştur. Eğer hayatta meşgalen ilim ise, bir şeyler öğrenmeye çalışıyor isen, bil ki Hakk'’n “İlm” isminin mazharısın. Eğer sakin tabiatlı, kızmaz, affeder bir tabiatın var ise, bil ki Hakk’ın “Halîm” ismini yaşıyorsun. Eğer herkese yol göstermek, yararlı olmak için çalışıyorsan;   Hakk’ın “Hâdî” ismini yaşıyorsun. Aksine nefse uymuş, sapıklığa düşmüş isen; Hakk’ın “Mudil” isminin tecellîsini yaşıyorsun demektir. Her şeyi buna kıyas et! Böylece sana gayb âleminden, o görünmez bahçenin meyvelerinden rûh ırmağı se­nin için neler getiriyor, onların hepsi sana, o padişahlar padişahının ezel bahçesinden gelen ve O’nun güzel isimlerinin ve sıfatlarının birer tecellîsidir. Böylece bil ki; hayatta başına gelen her şey, hep O’nun mübârek isimlerinin birer tecellîsidir. Bu sebeple O’nun gönderdiği her şeye râzı ol da; “Hoştur bana senden gelen / Ya gonca veyahud diken / Lûtfun da hoş kahrın da hoş” de! (Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, I-II, 505-506)

Secde Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Secde Suresi 9. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.