Şehitliğin İslam'daki Yeri ve Önemi Nedir?

Şehitliğin İslam'daki yeri ve önemi nedir? Kimlere şehit denir? İşte cevabı...

Şehâdet mertebesi, bir mü’minin bu dünyâda ulaşabileceği en son ve en ulvî makamdır. Cennetin en aşağı derecesi bile dünyânın tamâmından daha hayırlı olduğu hâlde şehîd, bu makâmın ulvîliği ve cennetteki mükâfâtının büyüklüğü sebebiyle dünyâya tekrar tekrar dönüp defâlarca şehîd olmayı ister. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Eğer Allâh yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki Allâh’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün her şeyden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 157)

Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize namaz kıldırırken bir kimse geldi. Safa girince:

«–Allâh’ım, bana sâlih kullarına verdiğinin en fazîletlisini ver!» diye duâ etti. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz namazı bitirince:

«–Az önce duâ eden kimdi?» diye sordu. O zât:

“–Bendim yâ Rasûlallâh!” dedi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Öyleyse atın çökertilecek ve Allâh yolunda şehîd edileceksin.” buyurdu. (Hâkim, I, 325/748)

ŞEHADET MERTEBESİNİN ULVİLİĞİNİN İSPATI

Peygamber Efendimiz, ashâbından bâzılarının şehâdetlerini önceden müjdelediği gibi, savaşa giderken hakkında Allâh’tan rahmet ve mağfiret dileyip duâ buyurduğu ashâbı da şehâdet rütbesine nâil olmuşlardır. Nitekim Âmir bin Ekvâ -radıyallâhu anh-’a da aynı şekilde duâ buyurmuş, kısa bir müddet sonra o, Hayber’de şehîd düşmüştür.

Peygamber Efendimiz’in duâlarındaki mağfiret talebinin, şehîd olmak sûretinde tahakkuk etmesi, şehâdet mertebesinin ne kadar ulvî bir makâm olduğunun diğer bir delîlidir. Efendimiz’in duâsının bu şekilde netîcelendiğini gören ashâb-ı kirâm da bu duâları şehîdlik müjdesi olarak telâkkî etmişlerdir.

PEYGAMBERİMİZ SAHABEYİ ŞEHADET MAKAMINI ÖZENDİRDİ

Yine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün ashâbına şöyle buyurdu:

“Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve kıymette idi. Sonra o iki kişi bana:

«–Bu eşsiz ev, şehîdler sarayıdır.» dedi.” (Buhârî, Cihâd, 4; Cenâiz, 93)

Peygamber Efendimiz, ashâbından şehîd olanlarla çok yakından alâkadâr olmuş, onlara husûsî bir ihtimam göstermiş, onların cennette olduklarını müjdelemiş, hem yakınlarını tesellî etmiş hem de sahâbe-i kirâmı şehâdet makâmına özendirmiştir.

Câbir -radıyallâhu anh- şöyle der:

“Babamın müsle yapılmış cesedi getirilip Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in önüne konuldu. Yüzünü açmak üzere gittim. Fakat oradaki topluluk, üzülmeyeyim diye, bana mânî oldu. Bunun üzerine Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Melekler ara vermeksizin onu kanatlarıyla gölgelendiriyorlar.» buyurdu.” (Buhârî, Cenâiz 3, 35, Cihâd 20; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 129-130)

Şehîd olmak, hakîkatte ölmek değil, bizim farkına varamadığımız bir hayat keyfiyeti içinde ebedî nîmetlere mazhar olmaktır. Bu bakımdan Allâh Teâlâ şehîd kulları hakkında “ölü” denilmemesini emretmektedir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Allâh yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlamazsınız.” (el-Bakara, 154)

“Allâh yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler! Allâh’ın lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızıklara nâil olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allâh’tan olan bir nîmeti, bolluğu ve Allâh’ın, mü’minlerin ecrini zâyî etmeyeceğini müjdelerler.” (Âl-i İmrân, 169-171)

Âlemlerin Rabbi tarafından medhedilen şehîdlerin, insanlar tarafından da tâzîm ile yâd edileceğini Ziyâ Paşa şu beytiyle ne güzel ifâde etmiştir:

Nev-i insân Haşr’a dek tâzîm ederler âdına,

Kim fedâ-yı nefs ederse cinsinin imdâdına…

“Kim insanların yardımına koşarak onların uğrunda nefsini fedâ ederse, bütün insanlık, kıyâmete dek o kimsenin adını saygıyla yâd eder.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.