Selamlaşma ve Musafaha Adabı Nasıl Olmalıdır?
Selam ne anlama gelir? Musafaha ne demektir? Selam verirken ve alırken nelere dikkat etmeliyiz? Selamlaşma ve musafaha adabı...
Selâm; barış, esenlik ve huzur manalarına gelir. Arapça karşılığı ise “Tahiyye”dir. Aynı zamanda “es-Selâm” Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimlerinden biridir. Yani O, her çeşit noksandan sâlim olan, kullarını her türlü tehlikelerden selâmete çıkaran ve cennetteki bahtiyar kullarına selâm verendir.
Selâm terim olarak ise; dünya ve ahirete ait hoş ve güzel olan şeyleri kapsayan bir kelimedir.
Selâm, içinde hiçbir kötülüğü barındırmayan, dışında da hiçbir iyiliği bırakmayan cemâli sıfattır.
İyilik ve kötülük kavramlarının Kur’ân ve sünnet çizgisinde tahlilini kısaca yapacak olursak; mutlak iyiliğin karşılığı cennet ve Cenâb-ı Hakk’ın rızasıdır. Misal verecek olursak; hasta olmak veya vefât etmek; bunlar mutlak manada kötülük değildir. Kötülük, kişiyi cehenneme sürükleyen ve Cenâb-ı Hakk’tan uzaklaştıran şeylerdir.
Kur’ân’da Selâm;
“Onlara çok merhametli Rabb’den bir de selâm vardır.” (Yâsîn, 58)
“Onlar orada (cennette) boş bir söz işitmezler; ancak “selâm” sözünü işitirler.” (Meryem, 62)
“Melekler bütün kapılardan yanlarına girerler ve; “Sabrettiğinizden dolayı size selâm olsun!…” derler.” (er-Ra‘d,23-24)
“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (en-Nisâ, 86)
“Ey îman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır.” (en-Nisâ, 94)
Selâm, cennet kelâmıdır. Cennetin görevli melekleri mü’minlere selâm verecek, mü’minler de birbirlerine selâm verecek ve bunlardan daha da önemlisi, “es-Selâm” olan Yüce Allah, mü’minlere selâm verecektir. Âyet-i kerîmelerden de anlaşıldığı üzere selâm hem dünyada hem âhirette mü’minlere sunulan çok önemli ikramlardan biridir.
Nisâ Sûresi 86.Âyet-i Kerîme: Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya selâmın aynısıyla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.
Karşılık verin: Fark edin, muhatap alın. Selâm bir diğerinin farkında olmaktır. Cenâb-ı Hakk, kulun kulunu fark etmesini istiyor. İşte selâmın hedefi birbirimizi fark etmek, önemsemek ve ilgi duymaktır. Selâm karşılıklı duadır ve iletişim kurmaya bir vesiledir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur;
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” (Müslim, Îman, 93)
Mü’mini sevmek bir îman gereğidir; çünkü Allah, mü’minleri sever. Günümüzde “Kimse kimseyi sevmek zorunda değil ama saygı duymak zorundadır.” gibi ifadeler kullanılabiliyor, oysa bu doğru değildir. Kişi sevmediğini sayamaz. Mü’min kardeşimizi şu beş ödevi yapacak kadar sevmemiz gerekir, bunlara karşılık vermek vaciptir.
- Selâmını almak
- Davetine icabet etmek
- Cenazesine katılmak
- Hastalandığında ziyaret etmek
- Hapşırdığında “elhamdülillâh” dediği takdirde “yerhamükellâh/Allah sana rahmet etsin” demek
Kur’ân ve hadîs-i şerîflere baktığımızda mü’minler arasındaki bu sevginin ziyâde olması için her türlü husus teşvik edilmiş; cömertlik, diğergamlık, isar vb... Bu sevgiyi azaltan her husus da yasaklanmıştır. Gıybet, dedikodu, kibir vb. ...
- Selâmın aynısıyla: Aynı ifadeye aynısı ile karşılık vermek. Bu aynı zamanda müslümanın müslümanla ya da müslümanın gayr-i müslim bir kimseyle karşılaştığında nasıl selâm vermesi gerektiği konusunda Cenâb-ı Hakk’ın bir öğüdüdür.
Örfî olarak gayr-i müslim selâm verdiğinde; ya “selâm” kelimesini kullanmadan onların dilinde bunu karşılayacak bir ifade ve yakın bir alâkayla iletişime geçilmeli ya da Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gayr-i müslimlere gönderdiği mektuplarda buyurduğu gibi “es -Selâmu alâ menittebeal hudâ” “Selâm hidayete tâbi olanlara” şeklinde selâm verilmelidir.
Gayr-i müslimlerin selâmını onlara ait bir selâmla mukabelede bulunmakta bir sakınca yoktur. Misâl vermek gerekirse,“merhaba” diyen bir kimseye “merhaba”, “good morning” diyen bir kimseye “good morning” denilebilir. Cenâb-ı Hakk’ın selâmı ise ancak O’nun istediklerine yani Müslümanlara verilebilir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “Yahudi ve hıristiyanlara öncelikle siz selâm vermeyin!” buyurmuştur. (Müslim, Selâm, 13) Yine sahâbe-i kirâm Peygamber Efendimiz’e:
– Kitap ehli olanlar bize selâm veriyorlar, onların selâmını nasıl alalım? diye sormuşlar, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de: “Ve aleyküm, deyin” buyurmuştur. (Müslim, Selâm, 7)
Hz. Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığı şu hâdise, kâfirlere karşı takınılması gereken bu tavrın sebebini açıkça ortaya koymaktadır. O şöyle der; “Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına bir grup yahûdî girdi ve “es-Sâmu aleyküm: Ölüm senin üzerine olsun!” dediler. Ben hemen söyledikleri cümleyi farkettim ve “es-Sâmu aleyküm ve’l-la’netü: Ölüm ve la’net sizin üzerinize olsun!” dedim. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“–Yavaş ol ey Âişe! Allâh bütün işlerde rıfkla muâmele etmeyi sever!” diyerek beni îkâz edince:
– Yâ Rasûlallâh! Ne dediklerini duymadınız mı? dedim. Bunun üzerine Allâh Rasûlü:
“–Ben de zâten ‘Ve aleyküm: Bilâkis sizin üzerinize!’ demiştim.” buyurdu.” (Buhâri, Edeb, 35)
Ancak Müslümanlarla birlikte Müslüman olmayanların da bulunduğu bir gruba selâm verilebilir. Zîra Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Müslümanlar, müşrikler ve yahudilerden müteşekkil bir grup insanla karşılaşmış ve bunlara selâm vermiştir. (Buhâri, İsti’zân, 20)
- Daha güzeli ile: Selâmın daha güzeli nedir? “Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh” Selâm cümlesi üç kelimeden oluşur; Selâm, rahmet ve bereket.
Tahiyyât duasında Cenâb-ı Hakk’ın Fahr-i Kâinat Efendimiz’e verdiği selâm üç kelimeden oluşmaktadır. Eğer daha güzel bir selâm olsaydı Allah’u Teâlâ “Habîbim” buyurduğu Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e verirdi.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Mîrâc gecesi Rabbimi kalb gözüyle gördüm. Hak Teâlâ Hazretleri bana:
“–Konuş benimle ey Habîbim!” buyurdu. Ben hayretten donakaldım. Sonra Allâh Teâlâ benim gönlüme ilhâm etti de ben:
“Hamd ü senâ gibi kavlî; namaz, oruç gibi fiilî ve zekât gibi mâlî bilcümle ibâdetler, Hak -celle ve âlâ- Hazretleri’ne mahsustur.” dedim.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
“Ey Nebiyy-i Muhterem! Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bütün bereketleri Sen’in üzerine olsun.” buyurdu. Ben de mukâbele ederek:
“Allâh’ın selâmı bizim ve bütün sâlih kulların üzerine olsun.” dedim. Allâh Teâlâ da:
“–Ey Rasûlüm, Ben Cebrâîl’i bile aramızdan çıkardım. Sen ümmetini aramızdan çıkarmadın.” buyurdu. Cenâb-ı Hakk’ın bu latîfesini duyan Cebrâîl -aleyhisselâm- da:
“Şehadet ederim ki, Allah’tan başka kulluğa lâyık hiçbir ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammedü’l-Emîn, O’nun kulu ve Rasûlü’dür.” diyerek şehâdette bulundu.” (Bkz. Kurtubî, III, 425)
Selâm âdâbında küçük büyüğe selâm verir. Fahr-i Kâinat Efendimiz söze ilk başlayandır ama selâmla değil, acziyet ve abdiyet ifadesiyle söze başlar. Selâmı ilk veren Allah Teâlâ’dır. Daha sonra Peygamber Efendimiz Cenâb-ı Hakk’ın selâmına mukabelede bulunur.
Ayrıca “selâmun aleyküm ve rahmetullâhi ve berakâtüh” diye ziyâdeli bir şekilde selâm alıp vermeye daha fazla ecir verilmektedir.
İmrân bin Husayn -radıyallâhu anhümâ- şöyle anlatıyor:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir adam geldi ve:
– es-Selâmü aleyküm, dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Allâh Rasûlü:
“–On sevap kazandı.” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:
– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâh, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Rasûl-i Ekrem:
“–Yirmi sevap kazandı.” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:
– es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh, dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz’in, onun hakkında da:
“–Otuz sevap kazandı.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 131-132)
Bu üç kelimenin üzerine bina edilen her cümle dua cümlesidir. Misâl verecek olursak: “Selâmen dâimen ebeden mübâreken tayyiben fi cennât’il-firdevs.”
Bu da selâmın maksadını kuvvetlendirir, maksat da duadır; muhabbettir.
Nitekim âyet-i kerîme’de buyrulur; “De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkan sûresi, 77)
Kays bin Sa’d -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
“Rasûl-i Ekrem Efendimiz bir gün bizi ziyârete gelmişti.
“–es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâh” dedi. Babam Sa’d bin Ubâde, Peygamberimiz’in duymayacağı şekilde hafif bir sesle selâmı aldı. Ben:
– Allah’ın Rasûlü’ne izin vermiyor musun? dedim. Babam:
– Dur, acele etme! Bize daha çok selâm versin, dedi. Efendimiz yine:
“–es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâh” dedi. Babam bu defâ da selâmı hafif sesle aldı. Rasûlullah üçüncü defâ:
“–es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâh” buyurdu. Sonra dönüp giderken babam hemen arkasından koşarak:
– Ey Allah’ın Rasûlü! Ben verdiğin selâmı duyuyordum, fakat bize daha fazla selâm veresin diye hafif bir sesle selâmını aldım, dedi. Efendimiz onunla birlikte geri döndü.
Babam, Rasûlullah için su hazırlanmasını emretti. Efendimiz gusletti ve za’feran ile boyanmış bir peştemale büründü. Sonra da ellerini kaldırarak:
“–Allahım! Sa’d bin Ubâde’nin âilesine rahmet ve bereket ihsân eyle!” diye duâ etti. Daha sonra ikrâm ettiğimiz yemekten biraz yedi. Dönmek isteyince babam sırtında kadife örtü bulunan bir merkep getirdi ve bana:
– Kays! Rasûlullah’a arkadaşlık et! dedi. Ben de Efendimiz ile birlikte yola çıktım. Sevgili Peygamberimiz:
“–Gel sen de bin!” dedi. Ben çekindim. Bu sefer: “–Ya bin ya da (yorulma) geri dön!” dedi. Ben de geri döndüm.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 127-128)
Bütün Mü’minlere Selâm;
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in birçok hadisinde bütün Müslümanlara selâm teşvik edilmiştir.
Abdullah bin Amr bin Âs -radıyallâhu anhümâ-’nın haber verdiğine göre bir adam,
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:
– İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu. Rasûl-i Ekrem:
“–Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.” buyurdu. (Buhâri, Îmân, 20)
Selâmın yayılması için en küçük imkânlardan bile istifâde edilmelidir. Karşılaşma, kısa mesâfe ve zamanlarda dahî olsa selâmın tekrar edilmesinde tembellik ve ihmâl gösterilmemelidir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur; “Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar veya taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 135)
Selâm Vermede Öncelik Sırası;
Selâmı ilk veren olmanın faziletine dair Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır: “İnsanların Allah katında en makbûlü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 133)
Bu hadîs-i şerîf tanıdığın tanımadığın herkese selâm verme düsturunu verir.
Başka bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyrulur;
“Küçük olan büyüğe, binitli olan yayaya, yürüyen oturana, sayıca az olanlar da çok olanlara selâm vermelidir. (Buhâri, İsti’zân, 5-6)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-insanlar arası iletişimde en faziletli davranışı talim ediyor. Bu öncelik sırası ile küçüğe “Büyüğünün geldiğini fark et!” mesajı veriliyor. Toplumda sevgi-saygı dengesi bu şekilde sağlanmış oluyor.
İslâm ahlâkında büyükleri; yaşça büyük, ilmî olarak büyük ve makam-mevki olarak büyük olmak üzere üçe ayırabiliriz. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur: “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15)
Selâmla İlgili Diğer Durumlar;
1) Telefon görüşmesi ve internette selâm: Telefon görüşmesi sırasında konuşmaya başlandığında ve bitirildiğinde selâm verilmesi gerekir. İnternette selâm kelimesini ifade eden kısaltmaların kullanılması da uygundur.
Sa: (Selâmun aleyküm) Doğru örnek
Slm: (Selâm) Yanlış örnek
2) Boş evlere selâm: Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır;
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana:
“Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki sana ve ev halkına bereket olsun.” buyurdu. (Tirmizî, İsti’zân, 10)
Kur’an’da da “Evlere girdiğiniz zaman, Allâh tarafından mübârek ve güzel bir hayât temennîsi olarak kendinize (ve orada bulunanlara) selâm veriniz!” buyrulmaktadır. (en-Nûr, 61)
Âyet-i kerîme’den anlaşıldığı üzere evde kimse olmasa bile eve giren şahsın kendi kendine selâm vermesi İslâm ahlâkı açısından güzel bir davranıştır. Böyle bir durumda verilecek selâm da “Es-selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh” ya da “Es-selâmü aleynâ ve âlâ ibâdillâhi’s-sâlihîn” şeklindedir. (Muvatta, Selâm, 8)
3) Kabir ehline selâm: Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kabristana vardıklarında şöyle derlerdi:
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ وَاِنَّا اِنْ شَاءَ اللَّهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ. وَاِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ لَقَدْ اَصَبْتُمْ خَيْرًَا بَجِيلاً وَسَبَقْتُمْ شَرًّا طَوِيالاً
“Ey mü’minler topluluğunun yurdu, selâm size! Biz de size katılacağız. Biz Allah’a aidiz ve biz O’na tekrar dönücüleriz. Siz büyük bir hayra nail oldunuz, uzun bir şerri geride bırakıp gittiniz.” (İbn Mâce, Cenâiz, 36)
4) Çocuklara selâm: Çocuklara da selâm verilmelidir. Peygamber Efendimiz’in çocuklara selâm verdiği ve bunu ihmâl etmediği, sahabeden gelen rivâyetler arasındadır. Meselâ çok küçük yaşlardan itibaren uzun bir süre Efendimiz’in hizmetinde bulunmuş olan Enes -radıyallâhu anh- çocuklara rastladığı zaman onlara selâm verir ve “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- böyle yapardı.” derdi. (Buhâri, İsti‘zân, 15)
5) Meclislerde selâm: Mü’minlerin bulunduğu bir meclise giren kimse, orada bulunanlara selâm verdiği gibi söz konusu meclisten ayrılırken de selâm vermelidir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:
“Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha üstün değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 139)
6) İşaret ve mimiklerle selâm:Yakın temasta selâmlaşmak esastır. Fakat kişiler birbirine uzakta ise işaretle selâm vermek, muhabbet ve ilgi vesilesidir.
Selâm Vermenin Uygun Olmadığı Durumlar,
- İbadetle meşgul olanlara,
- Yemek yiyenlere,
- Lavabo veya banyoda olanlara,
- Açıktan günah işleyene selâm vermek uygun değildir. Günahın aleni işlendiği durumlarda selâm verilmez. Yoksa günahkâra selâm verilmemesi gibi bir durum söz konusu değildir.
Mesela; içki içene o anda selâm verilmez; ama bu kişiye daha sonra selâm verilebilir. Günah, günahkâra yüklenmemeli, bilakis günahkâra yardım edilmelidir.
- İslâm ahlâkında kadın ve erkek arasındaki iletişimde belli ölçülerin olması gerektiğinden bu konuda hassas davranılması gerekir. İlgi ve alaka uyandıracak, töhmete sebep verecekse selâm verilmemelidir.
Ancak yanlış anlaşılma veya herhangi bir fitne korkusu olmadığında kadının erkeğe, erkeğin de kadına selâm vermesi câizdir. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mescitte oturmakta olan bir grup kadını selâmlamış (Tirmizî, İsti‘zân, 9) ayrıca amcasının kızı Ümmü Hâni de Rasûlullah’a selâm vermiştir. (Müslim, Müsâfirîn, 82)
Yine bazı sahâbîlerin kendilerine hizmet eden yaşlı bir kadına selâm verdiklerini görmekteyiz. (Buhâri, İsti’zân, 16)
MUSÂFAHA ÂDÂBI
Musâfaha, dilimizdeki kullanımıyla tokalaşmak veya el sıkışmak demektir. Birbirleriyle karşılaşan mü’minlerin önce selâmlaşıp sonra musâfaha yapmaları İslâm’ın tavsiye ettiği güzelliklerdendir. Dolayısıyla tokalaşmak için elini uzatandan yüz çevirmek ve mukâbelede bulunmamak, edebe aykırı bir davranış olarak telâkki edilir. Nitekim tokalaşmak, bir hadîs-i şerîfte selâmlaşmanın ikmâli olarak değerlendirilmiş (Tirmizî, İsti’zân, 31), Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de kendisine yönelen her bir kimseyle musâfaha etmiş, karşısındaki elini çekmedikçe elini çekmemiş ve yüzünü çevirmedikçe o da çevirmemiştir. (Tirmizî, Kıyâmet, 46)
Fahr-i Kâinât Efendimiz, ayrıca Müslümanları musâfaha yapmaya şu sözleriyle teşvik etmektedir: “İki Müslüman karşılaştıklarında musâfaha yaparlar da Allâh’a hamdeder ve bağışlanmalarını dilerlerse, her ikisi de mağfiret olunur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 142)
Burada zikredilen mağfiret, kul hakları dışındaki küçük günahları kapsamaktadır.
İslâm’da musâfahadan başka bilhassa uzak yoldan gelen arkadaş ve dostlarla kucaklaşmak (muânaka), duruma göre el ve alından öpmek de câiz olmaktadır. Hz. Âişe, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dışardan Medîne’ye gelen Zeyd bin Hârise’yi karşılayıp boynuna sarıldığını ve kucaklayıp alnından öptüğünü bildirmektedir. (Tirmizî, İsti’zân, 32)
Yine Rasûl-i Ekrem Efendimiz Habeşistan’dan dönüp gelen Ca’fer -radıyallâhu anh-’ı kucaklayarak iki gözünün arasından öpmüştür. (İbn-i Hişâm, III, 414)
Ayrıca İbn-i Ömer’in bildirdiğine göre Peygamber Efendimiz, elini öpmek isteyen sahâbîlere izin vermiştir. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 96; Edeb, 148)
Nitekim Safvân bin Assâl -radıyallâhu anh-’ın naklettiği şu hâdise, el öpmenin yerine göre uygun bir davranış olduğunu göstermektedir:
Bir yahudi diğer bir yahudi arkadaşına:
– Bizi şu peygambere götür, dedi. Bunun üzerine arkadaşı:
– Sakın ona peygamber deme! Eğer böyle dediğini işitirse çok sevinir ve gözünün içi güler, îkâzında bulundu. Sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e geldiler ve (Müslümanlarla yahudiler arasında ortak olan) apaçık dokuz emri sordular. Allâh Rasûlü onlara şöyle cevap verdi:
“Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmayın, hırsızlık etmeyin, zinâ yapmayın, Allâh’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın, suçsuz bir insanı öldürmesi için devlet adamına götürmeyin, sihirbazlık etmeyin, fâiz yemeyin, iffetli bir kadına zinâ isnâd etmeyin, savaşta cepheden kaçmayın. Bir de, sâdece siz yahûdilere mahsus olmak üzere, cumartesi yasağını çiğnemeyin!”
Bunun üzerine onlar Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in elini ve ayağını öperek:
– Şehâdet ederiz ki sen gerçek bir peygambersin, dediler. Rasûl-i Ekrem:
“–O hâlde bana tâbî olmanıza mânî olan nedir?” diye sordu. Onlar:
– Dâvûd -aleyhisselâm-, devamlı olarak zürriyetinden bir peygamberin bulunması için Rabbi’ne duâ etmişti. Şâyet sana uyacak olursak yahûdilerin bizi öldürmelerinden korkarız, dediler. (Tirmizî, İsti’zân, 33)
Bu rivâyetler ışığında âlimlerimiz bir kimsenin zühd ve takvâsından, ilim ve şerefinden, dürüstlük ve adaletinden dolayı elinin öpülebileceğini söylemişlerdir. Ancak kişinin zenginliği ve dünyalığı için elinin öpülmesi uygun değildir. (İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, XI, 57)
Mahrem olmayan erkeklerle kadınların tokalaşmaları veya birbirlerinin ellerini öpmeleri ise câiz değildir. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadınlardan bey’at alırken onlarla musâfahadan özenle kaçınmış (Buhâri, Talâk, 20) ve “Ben kadınlarla tokalaşmam!” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Cihâd, 43)