Selman-ı Farisi'nin Faziletleri

Selman-ı Farisi diğer adıyla Selmân-ı Pâk -radıyallâhu anh-; âlim, zâhid, dünyaya değer vermeyen, lüks ve israftan uzak duran, alçak gönüllü, güzel ahlâklı, parlak zekâya sahip, kahraman ve fedâkâr bir sahâbî idi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e husûsî bir yakınlığı vardı. Peygamber Efendimiz zamanında fetvâ veren sahâbîlerden biriydi. Hayatı boyunca İslâm’ı bulmak ve onu insanlara öğretmekle meşgul olmuştur. Fârisîlerin ilk müslüman olanıdır.[1]

Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah Teâlâ bana dört kişiyi sevmeyi emretti ve kendisinin onları sevdiğini haber verdi.” buyurmuş ve Hazret-i Ali, Ebû Zer, Mikdâd ve Selmân’ı zikretmişlerdir. (Tirmizî, Menâkıb, 20/3718)

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Cennet şu üç kişiye müştâktır: Ali, Ammâr ve Selmân!” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Menâkıb 34/3797)

Ashâb-ı kirâm, Hazret-i Selmân’a giderek kendileri için duâ taleb ederlerdi.

Zulüm gören insanlar, ona giderek şikâyetlerini arz ederlerdi.[2]

Yine o, kendisinden ilim alınması tavsiye edilen âlim sahâbîlerdendi.[3]

Selmân -radıyallâhu anh-’ın evine gelen bir kişi, içeride bir kılıç ve Kur’ân-ı Kerîm’den başka bir şey göremeyince çok şaşırmıştı. Selmân -radıyallâhu anh- ise, önünde ulaşılması zor ve meşakkatli bir yerin, yani âhiretin bulunduğunu, oraya sâlimen varabilmek için mallarını harcadığını söyledi.

Selmân -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in saçlarını traş ettiği için berberlerin pîri kabûl edilmiş ve kendisine “Selmân-ı Pâk” denilmiştir.

HZ. EBUBEKİR (R.A.) VE KASIM BİN MUHAMMED İLE MÜNASEBETLERİ

Selmân -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra Medîne-i Münevvere’den ve Hazret-i Ebû Bekir’in sohbetinden ayrılmadı. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ile çok yakın münâsebetleri oldu. Ondan feyz aldı. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde çok yüksek derecelere ulaştı.

Bir taraftan da güzîde talebeler yetiştiriyordu. Meselâ Ebû Saîd el-Hudrî, İbn-i Abbâs, Evs bin Mâlik gibi kıymetli sahâbîler, onun talebeleri arasında idi. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- da ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Tâbiînin büyüklerinden ve o zaman Medîne-i Münevvere’de Fukahâ-i Seb’a denilen yedi büyük âlimden biri olan Kâsım bin Muhammed Hazretleri de, Selmân-ı Fârisî’nin talebelerindendir. Onun derslerinde ve mânevî sohbetlerinde inkişâf edip kemâle ermiştir.

Selmân -radıyallâhu anh-, irtidat (dinden dönme) hâdiseleri esnâsında hazırlanan ordunun en ön safında yer almış ve öncü kuvvet olarak savaşmıştır.[4]

Selmân -radıyallâhu anh-, Hazret-i Ebû Bekir’i vefâtından evvelki son hastalığında ziyaret etmiş ve:

“–Bana tavsiyelerde bulun!” demişti. Ebû Bekir -radıyallâhu anh- da:

“–Allah -azze ve celle- dünya nîmetlerini sizin önünüze serecek. Ondan ancak ihtiyacın kadarını al!..” diye başlayıp ona birtakım nasihatlerde bulundu.[5]

Selmân -radıyallâhu anh-, Hazret-i Ömer zamanında ise İran fetihlerine katıldı. İranlı olduğu için, ordunun önünden giderek Farsları kendi lisanlarıyla İslâm’a dâvet etti ve Allâh’ın dînini anlattı. Savaşın şiddetlendiği anlarda, İslâm askerlerinin moralini artıracak konuşmalar yaptı ve onlara âhiret gününü hatırlattı. İranlıların âdetleri hususundaki geniş bilgi ve tecrübeleriyle de İslâm ordusuna çok faydası dokundu.

Zaman zaman askerî birliklere kumandanlık yaptı. Kuşattığı kale halklarına hücûm etmeden önce mühlet tanıdı ve Peygamber Efendimiz’den işittiği gibi, onları evvelâ İslâm’a dâvet edip Farsça olarak şöyle hitâb etti:

“–Ben sizden bir kimseyim, İranlıyım. Görüyorsunuz, Araplar benim emrim altında ve bana itaat ediyorlar. Müslüman olduğunuz takdirde, bizim haklarımız aynen size de verilecek; sizin yapmanız gereken vazifeler, bizimkilerle aynı olacaktır. Dîninizde kalmak isterseniz, cizye vermek şartıyla sizi serbest bırakırız...”[6]

İBADET HAYATI

Bir gün Selmân -radıyallâhu anh- Allâh’ı zikreden bir topluluğun arasında bulunuyordu. O esnâda oradan geçmekte olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onları görünce bulundukları yere doğru yöneldi. Yanlarına yaklaştığında ashâb-ı kirâm, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e olan hürmetleri sebebiyle sükût ettiler. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ne hakkında konuşuyordunuz? Ben sizin üzerinize inen rahmeti gördüm de bu hususta size ortak olmayı arzu ettim!” buyurdular. (Hâkim, I, 210/419)

Selmân -radıyallâhu anh-, gece karanlığı bastığında namaz kılmaya başlardı. Namazdan yorulursa, diliyle Allâh’ı zikrederdi. Bundan da yorulursa Allâh’ın varlığının, birliğinin delilleri ve azamet-i ilâhiyye üzerinde tefekkür ederdi. Bir müddet sonra kendi kendine:

“–Dinlendin artık, haydi namaza kalk!” derdi. Bir müddet namaz kılınca diline:

“–Yeterince dinlendin, haydi Allâh’ı zikret!” derdi. Gecenin büyük bir kısmı böyle geçerdi.[7]

Başta Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- olmak üzere bütün ashâb-ı kirâm, Selmân -radıyallâhu anh-’ın Allâh’a kulluğundaki vecd, heyecan ve huşû hâline imrenmişlerdir.

DİPNOTLAR

[1] Ebû Nuaym, Hilye, I, 185.

[2] Ebû Nuaym, Hilye, I, 201.

[3] Hâkim, III, 304/5183.

[4] Sâbir Abduh İbrahim, Selmân el-Fârisî, Bağdat, tsz. s. 35.

[5] Beyhakî, Şuab, VII, 365; İbn-i Sa‘d, III, 193.

[6] Tirmizî, Siyer, 1/1548.

[7] Hânî, Hadâik, s. 294.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.