Şems-i Tebrizî, Hz. Mevlânâ’ya Ne Öğretti?
Şems-i Tebrizî, Mevlânâ Hazretleri’ne nasıl tesir etti? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, Şems’in Hz. Mevlânâ’ya ne öğrettiğini anlatıyor.
ŞEMS-İ TEBRİZİ, HZ. MEVLANA’YA NE ÖĞRETTİ?
Mevlânâ Hazretleri, Selçuklu Medresesi’nin dersiâmıydı. Yani en salâhiyetli âlimiydi.
Şems-i Tebrizî ise, kalbi aşk-ı ilâhî ile dolu garip bir dervişti. Yazdığı herhangi bir eseri yoktu. Mevlânâ kadar zâhirî ilme de sahip değildi.
Peki Şems ne verdi Mevlânâ’ya?
Şems, Mevlânâʼnın iç dünyasındaki nefsânî prangaları kırdı. Rûhuna ayak bağı olan o prangaları kırmasıyla, yani nefsânî arzuların ömrünü yitirip dünyevî câzibelerin ehemmiyetini kaybetmesiyle, Mevlânâʼnın gönlünde muazzam ufuklar açıldı.
Mevlânâ Hazretleri, Şemsʼten önceki, onunla beraberliğindeki ve ondan sonraki hâllerini, “hamdım, piştim ve yandım” diyerek hulâsa etti.
Hamdım devresi: Zâhiren ilmin zirvesinde olsa da, kuru bilgilerin zihne depolandığı, zihnin âdeta bir arşiv olduğu devir.
Piştim: Bu arşivdeki bilgilerin kalben hazmedilmeye başlandığı devir.
Yandım: Aklın idrâk edemediği ilâhî sır, hikmet ve hakikatlerin kalben keşfedilmeye başladığı safha…
Şemsʼten önce Mevlânâʼnın rûhunda gizli âdeta bir petrol deryası vardı. Bunu keşfedense Şems-i Tebrizî oldu. Hak âşığı Şems, o deryaya bir kıvılcım çaktı, çıkan aşk-ı ilâhî yangınında kendi de hayretler içinde kaldı.
Ancak bu gönül yangınıyla gerçekleşen mânevî inkişaftan sonra Dîvân-ı Kebîr, Mesnevî-i Şerîf, Fîhi Mâ Fîh gibi şâheserler vücûda geldi.
Şems’ten sonra Celâleddîn gerçek şahsiyetini bularak “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri” oldu.
Mevlânâ Hazretleri’nin vâkıf olduğu ilâhî sır ve hikmetler, elbette sırf kelâma aksettirdiklerinden ibâret değildir. Kim bilir, o büyük Hak âşığının gönül âleminin derinliklerinde, nazarlardan gizli kalmış daha nice kıymetli mânâ incileri mevcuttur.
Nitekim Hazret-i Mevlânâ şöyle der:
“Dünyadaki cansız zannedilen varlıkların sanki akıllı insanlar gibi, peygamberlere yardım ettiklerini uzun uzadıya anlatsam, Mesnevî o kadar büyür ve o derece hacim peydâ ederdi ki, kırk deve onu taşımaktan âciz kalırdı.”
Mevlânâ âşığı bir mütefekkir olan Nurettin Topçu, ondaki derûnî hâllerin idrâkinde insanların ekserîsinin acziyet içinde olduğunu ifâde sadedinde şöyle der:
“Biz, Mevlânâʼnın vecdinin feryatlarını dinledik. Daldığı huzur denizinin derinliklerini görmemize imkân yok. Denizin tâ dibinden sıyrılıp, tâ suyun yüzüne ne vurdu ise onu görüyoruz. Biz Hazret-i Mevlânâ’nın aşkını değil, sadece aşkının dile gelen feryatlarını elde ettik. Peltek dilimizle anlatmaya çalıştığımız, bütün bundan ibâret. Huzur denizine yalnız o daldı. Bize vecdinin fırtınasından çıkan sesler kaldı. Heyhât! Onu Mevlânâ zannediyoruz.”[1]
Dipnot:
[1] Nurettin Topçu, Mevlânâ ve Tasavvuf, s. 139.
YORUMLAR