Şer mi Ehven-i Şer mi? Şeytan mı İblis mi?
Trump’ın öngörülemezliğini nasıl okumalıyız? İkinci Trump döneminde ne farklı olacak? Trump mı derin ABD mi galip gelecek? Beytullah Demircioğlu yazdı.
“Savaşları başlatmak yerine bitireceğim…”
Yeniden ABD başkanı seçilen Donald Trump’ın seçim kampanyasının akıllarda kalan en etkili vaatlerinden biriydi bu ifade. Amerikalı Müslümanların mutat olduğu üzere Demokratların adayına değil de Cumhuriyetçi aday Donald Trump’a desteklerini açıklamalarının da en önemli gerekçelerinden biriydi bu vaat.
Biden yönetiminin Gazze'deki soykırım savaşının en büyük destekçisi ve sponsoru olması, Siyonistlere sağladıkları şartsız destek dünya kamuoyu gibi birçok Müslüman Amerikalının da tepkisini çekiyordu zira. Trump’ın İsrail'e destek konusunda Biden’dan daha ileri gidebileceğini kabul etseler de onun öngörülemezlik vasfını küçük de olsa bir umut olarak gördü Müslüman Amerikalılar.
Seçim zaferinin ardından destekçilerine seslenen Trump: “Asyalı, Afrikalı, Arap, Müslüman Amerikalı herkesin desteğini aldık. Dört yıllık başkanlığımda hiç savaş olmadı. Ben savaş başlatmayacağım, savaşları durduracağım. Bu, demokrasi ve özgürlük için de büyük bir zaferdir.” sözleriyle seçim vaadini teyit etti.
Trump’ın Öngörülemezliği Hem Umut Hem Endişe Nedeni
ABD’nin öngörülemez kişiliği ile maruf yeni başkanı Donald Trump, iddia ettiği gibi savaş yanlısı olarak suçladığı ABD içindeki küreselci çevrelere rağmen dünya barışı için son derece önemli bu vaadini hayata geçirebilir mi peki?
Özellikle insanlık tarihinin en büyük katliamına sahne olan Gazze’deki soykırım savaşını, artık sadece Ukrayna’yı değil tüm Avrupa’yı tehdit etmeye başlayan Rusya’yı yıpratma savaşını sonlandırabilir mi? Trump’ın o öngörülemeyen kişiliğinin, küçük bir ihtimal de olsa bu yöndeki umutları diri tuttuğunu söylemek gerekiyor. En azından kimi çevreler için bu umut ışığı hâlâ var.
Şaşırtıcı gelebilir ancak şimdiye kadar kendisini “en İsrail yanlısı ABD başkanı” olarak ilan eden Donald Trump’ın söz konusu o ne yapacağı öngörülemeyen özelliği sebebiyle kimi İsrailliler de endişelenmiyor değil. “Acaba bizi ters köşe yapar mı” endişesini dile getiriyor İsrail medyası. Mesela Jarusselam Post’un yazarlarından Susan Hattıs “Trump'ın zaferi İsrail için korkunç sonuçlar doğurabilir” başlıklı hemen seçim öncesi kaleme aldığı analizinde. İsrail toplumunun, yüzde 60'tan fazlasının Trump'ı ABD başkanı olarak görmek istediğini belirtikten sonra İsrail için Trump'ın tercih edilebilir olduğu önermesinin daha ciddi bir inceleme gerektirdiğini belirtiyor. Yahudi yazar Trump’a ilişkin endişesini seçim kampanyası sürecinde onun “Orta Doğu'ya derhal barış getireceğim” sözü ile ilişkilendiriyor. Ortadoğu’ya barış gelmesinin İsrail’in aleyhine olacağını itiraf ederek.
Trump’ın A Takımı ve Suya Düşen Umutlar
Donald Trump, A takımında ve kabinesinde yer vereceği isimleri netleştirdikçe Siyonistlerin yüreğine su serpilmiştir mutlaka. İsrail’in savaş kabinesi andıran Trump’ın kabinesini gördükçe Müslüman Amerikalılarla birlikte tüm Ortadoğu halklarının Trump’ın savaşları sona erdirebileceğine ilişkin vaadine bağladıkları o küçük umudun da suya düştüğünü söylemek gerekiyor herhalde.
Trump’ın A takımına ve kabinesine ilişkin açıklanan isimlere bakılacak olunursa özellikle Filistin ve bölgenin geleceği açısından “gelenin gideni aratacağı” beklentisi daha rasyonel bir beklenti haline geliyor.
“Önce ABD” Trump’ın ilk döneminin akıllarda yer eden mottosuydu. Trump, kabinesini siyonistlikte Yahudi Siyonistlerle yarışacak kadar İsrail yanlıları ile doldurması Amerika’nın önceliğinin ABD’den çok İsrail olacağını gösteriyor.
Trump’ın yeni kabinesi, özellikle dış politika ekibi savaş yanlısı isimlerden oluşuyor. Bu ekibin Trump’ın “Savaşları başlatmak yerine sonlandıracağım” vaadini hayata geçirmek şöyle dursun mevcut savaşlara yeni savaşlar eklemek için ellerinden geleni esirgemeyecekleri izlenimi veriyor. Şöyle kısa birkaç isme bakalım:
-Ulusal Güvenlik Danışmanlığı'na getirilen Michael Waltz.
Tam bir Neocon ve Gazze'de ateşkese karşı çıkacak kadar tam bir soykırımcı aynı zamanda. Çin ve Türkiye karşıtlığıyla nam salmış, Türkiye'ye yönelik yaptırım tekliflerini desteklemiş, Hamas politikasından dolayı eleştirmiş ve “Gazze’deki Filistinliler Türkiye'ye gitsin” önerisinde bulunmuş bir isim. Terör örgütleri YPG’yi "Ortadoğu'da İsrail'den sonraki en iyi müttefiklerimiz" diye tanımlıyor.
-Trump’ın BM Temsilcisi olarak atadığı Elise Stefanik
Siyonistlikte Netanyahu’nun faşist bakanları ile yarışabileceği söyleniyor. BM'ye "Hamasçı" diyebilecek kadar gözü kör bir İsrail destekçisi. O da Türkiye karşıtı bir isim.
-Dışişleri Bakanlığı için adı geçen Marka RUBİO
İsrail’in Gazze’de bir soykırım gerçekleştirdiği hakikatini kabul etmek şöyle dursun Gazze’de katledilenlerin siviller olmadığını iddia edecek kadar gözü kör bir İsrail yanlısı. Netenyahu’nun faşist bakanları gibi soykırımcı bir dil kullanan bir isim. O da sıkı bir Çin ve Türkiye karşıtı.
- Donald Trump’ın, İsrail Büyükelçiliği görevine atayacağını duyurduğu Mike Hakabii İsrail tezlerine verdiği güçlü destekle bilinen bir başka evanjelist siyasetçi. Yahudilerin "Tanrı'nın Seçilmiş Halkı", Filistin topraklarının da "Yahudilerin malı" olduğuna inanan Siyonist Hristiyanlardan.
İkinci Trump Döneminde Ne Farklı Olacak?
Gerek Trump’ın birinci dönem Ortadoğu politikasına bakarak gerekse yeni kabinesindeki Siyonistlikte Yahudi Siyonistlerle yarışan isimler göz önüne alındığında Trump'ın ikinci döneminin başta Gazze’deki insanlık dramı olmak üzere Ortadoğu üzerindeki etkisinin ne olacağını öngörmek zor olması gerek.
Bu yüzden Netanyahu’nun kabinesinin faşist bakanları bayram yapıyor. Gazze’ye, Batı Şeria’ya yönelik hedeflerini daha yüksek perdeden, pervasızca dillendiriyorlar. Ne diyor Siyonistlerin Maliye Bakanı Bezalel Smotrich; “Trump’ın iktidarı ile birlikte 2025 yılı Gazze ve Batı Şeria'da İsrail egemenliğini ilan edeceğimiz yıl olacak”.
Şimdiye kadar en İsrail yanlısı ABD başkanı olmakla övünen Trump ikinci döneminde özellikle Siyonistlerin Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik ilhak planlarına ilişkin nasıl bir yaklaşım sergileyecek? Trump'ın 2020'deki "Yüzyılın Anlaşması"nda İsrail’in ilhak politikalara teşvik ettiği hatırlanacak olunursa göreve başlamasının ardından İsrail’in Batı Şeria ve diğer bölgelerde egemenlik ilanına destek vereceğini öngörmek mümkün. Velhasıl, seçim, öncesi “Trump mı Kamala mı?” önermesine Filistinlilerin verdikleri cevap gibi; “ha şeytan ha İblis”; değişen bir şey olmayacak söz konusu İsrail’in gaspları hukuksuzlukları olunca.
Dokunulmazlık Zırhı Delindi Artık
Her ne kadar Netanyahu’nun Siyonist kabinesi, Trump’ın neo-conlardan müteşekkil kabinesi ile uyum içerisinde soykırım politikasını sürdürebileceklerini düşünüyor olsalar da artık terör devleti üzerindeki uluslararası dokunulmazlık zırhın yavaş yavaş da olsa delindiğini söylemek mümkün. Bunun en son örneği Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin oy birliğiyle terör devletinin katil Başbakanı Netanyahu ve bir diğer katil eski Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarması oldu.
UCM savaş suçları ve insanlık karşıtı suçlar konusunda her iki ismin “cezai sorumluluk” taşıdığına dair “makul gerekçeler” olduğu yönünde karar verdi. Bu karar önemli zira her iki katil bundan böyle Roma Sözleşmesi’ne taraf olan 120 ülkeye gitmeleri halinde tutuklanma riski ile karşı karşıya kalacaklar. Bu yakalama kararı sonrası İsrail’e ve savaş kabinesine verilen destekler uluslararası yargıyı hiçe saymak, suç ve suçluya destek manasına gelecektir.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell tüm AB ülkelerine çağrıda bulunarak “bu karar siyasi değil ve uygulanması gerekiyor" dedi. Aralarında İslam düşmanı partilerin de bulundu Hollanda koalisyon hükümeti, İrlanda hatta Fransa bile kararın hemen ardından yaptıkları açıklamalarla “kararı uygulayacaklarını” duyurdu. İngiltere kıvranarak da olsa “Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin bağımsızlığına saygı duyuyoruz” açıklamasında bulunmak zorunda hissetti kendini. Belçika başbakan yardımcısı “Avrupa bu karara uymalı. Hatta İsrail’e ekonomik yaptırımlar uygulamalı, İsrail ile Ortaklık Anlaşması'nı askıya almalı ve bu tutuklama emirlerini desteklemeli.” açıklamasında bulundu.
Bunun arkasının geleceğini öngörmek mümkün. İsrail'in giderek artan yalnızlığını ortaya koyan bir tablo. Zira katil devlet ve onun faşist yönetimi tüm dünyaya yük haline geldi artık. Hatta kendi halkına bile. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararından önce Netanyahu’nun savaş kabinesini eleştiren terör devletinin sol ve liberal çizgideki yayın organları sürdürülen bu politikanın İsrail’i uluslararası alanda daha fazla izole olmasına yol açtığını ve bunun derinleşebileceği uyarısında bulunuyorlardı.
ABD’li Senatörü Bernie Sanders UCM’nin Netenyahu ve Gallant’ın tutuklanması kararının hemen öncesinde Washington Post için kaleme aldığı köşe yazısında, “İsrail’in ahlak dışı eylemlerinin aynı zamanda İsrail’in kendi güvenliğini azalttığını ve giderek yalnızlaştırdığını” belirtmiş, “İsrail’in, dünyanın dört bir yanındaki hükümetler, uluslararası kurumlar ve insani yardım kuruluşları tarafından kınanan parya bir ulus haline geldiğini” vurgulamıştı.
-Aslında Soykırım savaşından Siyonist devletin vatandaşları da yoruldu. Anketler İsrail halkının %80’inin savaşın sona ermesini istediğini gösteriyor. Yine halkın önemli bir kısmı savaşın uzamasının, aşırı sağcı hükümetinin ömrünü uzatmaktan başka bir şeye yaramadığını söylüyor. Hayatlarını sığınaklarda geçirmekten bıkmış durumdalar. Artık çocuklarının ölmesini istemiyorlar. Zira çok ciddi kayıplar veriyor terör devletinin ordusu. İsrail medyası resmî açıklamalar ile sahadaki gerçekler arasındaki uçuruma dikkat çekiyor. Ölen ya da yaralanan askerlerin yerlerine asker bulmakta zorlanıldığını, izne giden askerlerin geri dönmediğini, savaşın ekonomiyi çökerttiğini yazıyor.
Trump mı Derin ABD mi Galip Gelecek? (Ayrı Kutu Çalışılabilir)
Küresel jeopolitikte ikinci Trump döneminin etkilerinin ne olacağı merakla bekleniyor. Kabinesinde yer alan isimlerden hareketle endişeli bekleyiş içerisinde olanlar var. Trump’ın kabinesindeki isimler ABD’de de tartışılıyor. Birçoğunun devlet tecrübesi olmayan genç isimler olduğu söyleniyor. Tek meziyetlerinin “Trumpizmi” özümsemiş olmaları gösteriliyor. Vaatleri tartışma konusu.
Trump hükümetinde CIA başkanı olması beklenen Hint asıllı Kash Patel John Kennedy suikastı, 11 Eylül ve Epstein dosyalarını açacağını, Trump’a ilk başkanlığında Rusya bahanesiyle darbe düzenlemeye çalışanları, özellikle Kongre ve FBI’dakileri avlayacağını söylüyor mesela. (Epstein davası, küçük yaştaki çocuklara cinsel istismar, yolsuzluk ve çeşitli etkili isimlerle olan bağlantıları nedeniyle büyük yankı uyandıran bir dava olarak biliniyor. Fuhuş ağı oluşturmak suçlamasıyla yargılanan milyarder iş adamı Jeffrey Epstein, tutuklu bulunduğu hapishanedeki hücresinde 10 Ağustos 2019'da ölü bulunmuştu.)
-Kabinesindeki isimlerin yapıp edecekleri kadar bizatihi Trump’ın ABD müesses nizamı ve küreselcilerle tutuştuğu savaştan galip çıkıp çıkmayacağı merakla bekleniyor.
Zira Trump ABD siyasi vasatını ve toplumsal yapısını alt üst edecek çok iddialı şeyler söylüyor. Diyor ki Trump:
-Benim ilk başkanlık dönemini sabote eden ABD’nin “derin devletiyle” savaşacağım.
-Özgürlük ve demokrasi getireceğiz diye bizi savaştan savaşa sürükleyen küreselcileri, yeni muhafazakârları tasfiye edeceğiz. Derin devleti bütün kurumlardan tamamen temizleyeceğiz.
-Dışişleri Bakanlığı, Savunma bürokrasisi, istihbarat servisleri ve diğer tüm kurumların tamamen gözden geçireceğiz. Yeniden yapılandıracağız. Derin devlet mensuplarını kovarak “önce Amerika” diyeceğiz.
- “Düşmanımız ne Rusya ne de Çin; düşmanımız, aile yapısını yıkan ve bizi Çin'e bağımlı hale getiren küreselciler ve Marksistlerdir.”
Şayet Trump bu söylediklerini yaparsa ya da daha doğru ifadeyle yapmaya teşebbüs ederse ABD siyasi vasatını kelimenin tam anlamıyla büyük kaos bekliyor demektir. En büyük kaosun göçmenler ve LGBT meselesinde yaşanacağını öngörmek mümkün. Trump seçim öncesi “ülkemizin kanını emiyorlar” dedikleri göçmenleri gerekirse orduyu kullanarak sınır dışı edeceği söylemişti. Hatta "sınır çarı!" olarak atadığı Tom Homan "Söz veriyorum, Trump ocak ayında geri döndüğünde ben de onunla olacağım ve bu ülkenin gördüğü en büyük sınır dışı operasyonunu yürüteceğim," açıklamalarında bulunmuştu. “Önümüze çıkanı ezip geçeriz.” diyen Homan’ın bu radikal uygulamasına karşı Demokrat eyalet valileri ise “bizler varken bir şey yapamazsınız” diyerek Trump’a ve Homan’a meydan okumaktalar.
LGBT lobileri de ayakta. Zira Trump seçim öncesi yaptığı açıklamalarında ülkede hızla yayılan LGBT sapkınlığına geçit vermeyeceği, hatta pislik olarak tanımladığı “LGBT’yi ülkeden temizleyeceği” açıklamasında bulunmuştu.
Trump, cinsiyet değişikliğine dair yasalara düzenleme getireceğini, çocuklara uygunsuz cinsel içeriklerle transseksüel ahlaksızlığını öğreten okullara sağlanan devlet fonlarını keseceğini söylüyor. Trump başkanlığının ilk döneminde LGBT konusunda önemli adımlar atmıştı. Mesela, 2017 yılında söz konusu hastalıkla şaz askerlerin ABD ordusunda görev yapmasını engelleyen bir kararname imzalamıştı. Yine Obama döneminde çıkarılan ve trans öğrencilerin okullarda kimliklerini destekleyen uygulamaları durdurmuştu.
Trump, LGBT çevrelerini öfkelendiren bu adımlarını ikinci döneminde daha ileri götürecek mi? Bu konuda şüpheyle yaklaşanlar yok değil. Seçim öncesi her ne kadar birtakım vaatler de bulunsa da Trump’ın LGBT sapkınlığı konusunda çok da ileri gitmeyeceği söyleniyor. LGBT’ye karşı birtakım tedbirleri devreye sokacağını söyleyen aynı Trump’ın LGBT paçavralarıyla çekilmiş fotoğrafları eşliğinde daha önceleri LGBT’li vatandaşları korumak için elinden geleni yapacağı yönünde açıklamaları hatırlatılıyor. Sonuç olarak ABD’yi bol krizli, kaos dolu sıcak günler bekliyor. Ne diyelim, Rabbim ziyadeleştirsin.
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 466