Şereften Daha Üstün Bir Şeref
Bir mü’min için şereften daha üstün bir şeref...
İbnü’s-Semmâk, bir gün Hârun Reşit’in huzûruna çıkarak:
“–Ey mü’minlerin emîri! Senin bu şerefli mevkiin yanında tevâzû göstermen, sana sahip olduğun şereften daha üstün bir şeref bahşediyor.” dedi. Hârun Reşit:
“–Ne güzel söyledin!” dedi. Semmâk:
“–Ey mü’minlerin emîri! Allah Teâlâ her kime hüsn-i cemâl nasip edip onu asil bir âileye mensup eder ve kendisine bolluk verir de, o kimse güzelliğini örter, bununla övünmez, malından tasadduk eder, asâleti ile iftihar etmezse, Allâh’ın hâlis kulları arasına girer.” dedi.
Hârun Reşit, hemen kağıt kalem getirterek bunları kendi eliyle yazdı.
Tevâzûdan uzak bir kimse, kendini beğenmiş zavallı bir zâlim olmaktan öteye geçemez. Nitekim o, kendini herkesten üstün gördüğü ve Hakk’a boyun eğmediği için başkalarına mutlakâ zulmeder. Fakat kibri dolayısıyla aslında kendisini büyük bir hüsrâna dûçâr eder.
Tevâzûdan uzaklaşarak Firavun gibi büyüklük ve azamet taslayanlar, tarih sahnesinde rezil olmaktan kurtulamamışlardır. Mesela Ebrehe, kocaman fillerle Kâbe’yi yıkmaya geldiğinde Cenâb-ı Hak, onu çöllerden gelen aslan, kaplan ve yılanlarla değil, minicik kuşların attığı ufacık taşlarla kahretti. Kendisini de Mekke-i Mükerreme önünde öldürmedi. Bilâkis büyük bir gurur ve kibirle çıktığı Yemen’de, kavminin içinde yaralı ve perişan olarak rezil ve kepâze bir sûrette öldürdü. Yine tanrılık iddiasında bulunan Nemrud’u toz kadar bir sinekle helâk etti. Velhâsıl, işte Cenâb-ı Hak’la kibriyâ ve azamet yarışına girenlerin fecî âkıbeti…
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Yolculuğu, Erkam Yayınları