"şeriat, Tasavvuf, İlim, İrfan" Ne Demektir?
"Şeriat, tasavvuf, ilim, irfan" ne demektir? Alimlerin ve tasavvuf büyüklerinin anlatımıyla cevapları...
İmâm Mâlik (r.aleyh) şöyle buyurmuştur:
“Kim fıkıhla (dînî ilimlerle) meşgul olur da, tasavvufî terbiye görmezse fâsık olur. Kim tasavvufla meşgul olur da dînî ilimleri bilmezse zındık olur. Her kim de bu ikisini cem ederse, hakîkate nâil olur.” (Ali el-Kãrî, Mirkãtü’l-Mefâtîh, Beyrut, 1422, I, 335)
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, tarîkatını; Allah Rasûlü (s.a.s.) Efendimiz’in Sünnet-i Seniyyesi’ne ve ashâbının sözlerine tâbî olmak diye hulâsa eder1 ve şöyle buyururdu:
“Biz, Allâh’ın lûtfu ile (mânen) her ne elde ettiysek, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri ve Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz’in hadîs-i şerîfleriyle amel etmek sûretiyle elde etmişizdir. Amellerden bir netice alabilmek için takvâ ve şer‘î kâidelere riâyet etmek, azîmete sarılmak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat prensipleriyle amel etmek ve bid‘atlerden kaçınmak lâzımdır.”2
KALPTEN GELEN SÖZ
Büyüklerden biri buyuruyor ki:
Kalbimden gelen sözü iki âdil şâhid olan Kur’ân ve Sünnet ile kontrol etmeden kabul etmem.”3
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şöyle buyurur:
“Biz tasavvufu kıyl ü kãl, münâkaşa ve cidâl yoluyla elde etmedik. Biz onu açlık, uykusuzluk ve amel-i sâlihlere ihlâs ve sadâkatle sarılma yoluyla elde ettik.”
CAHİL SUFİLERDEN UZAK DUR!
Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri, fenâ-yı nefs mertebesine sadece Kur’ân-ı Kerîm’i sağ eline, hadîs-i şerîfleri de sol eline alıp bunların nûru ile aydınlık yolda yürüyen kişinin ulaşabileceğini ifâde etmiştir.4 Bir mürîdine tavsiyelerde bulunurken de:
“Fıkıh ve hadis ilmini öğren, câhil sûfîlerden uzak dur!” buyurmuştur.5
Bahâuddîn Nakşibend Hazretleri de bilhassa hadis ilmi tahsil etmiş olup, ilme ve âlimlere çok ehemmiyet veren bir Hak dostuydu. Bu husûsiyeti sebebiyle Buhara medreselerindeki birçok hoca ve talebe kendisine mürîd olup sohbetine devam etmeye başlayınca bâzı zâhir âlimleri medreselerin boşalacağından kaygı duymuşlardı. Bunun üzerine Bahâuddîn Nakşibend Hazretleri âlimlere:
“‒Tarîkatımızı size anlatalım, eğer Kur’ân ve Sünnet’e aykırı bir husus varsa söyleyin ondan vazgeçelim.” dedi. Âlimler bu konuda söyleyecek bir şey bulamadılar ve:
“‒Tarîkatınız istikâmet üzeredir, (yani Kitap ve Sünnet yoludur), bir îtirâzımız yok.” dediler. Bâzıları:
“‒Giydiğiniz külâh şöhrete sebep olmaktadır.” deyince Hâce Bahâuddîn:
“‒Mâdem ki külâhım münâkaşa konusu oldu, onu giymemek daha doğrudur.” deyip başındaki külâhı çıkardı ve bir fakire verdi.6 Bu hâdiseden sonra Nakşibend Hazretleri’nin ulemâ nezdindeki îtibârı bir kat daha artmış oldu.
EHL-İ SÜNNET AKAİDİNE YAPIŞ
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (r.aleyh) de şöyle buyurur:
“Tarîkatın esası; fırka-i nâciye olan Ehl-i Sünnet’in akãidine yapışmak, azîmetlerle amel edip ruhsatlardan kaçınmak, devamlı Allah Teâlâ’ya yönelip her an O’nun murâkabesi (kontrolü) altında olduğunu düşünmektir. Dünyanın süs ve ziynetinden, hattâ mâsivâdan, yani Allah’tan gayri her şeyden yüz çevirmek, hadîs-i şerîfte “İhsân” diye tâbir edilen, (nefsânî arzularını asgarîye indirip rûhânî istîdatları tekâmül ettirerek) dâimâ Allah ile beraber olma şuuruna ermektir. Yine bu yol, halk arasında bulunduğun vakit bile, yalnızlık hâlindeki gibi zikir ve tefekkürle meşgul olmaktan ibarettir. Bunlarla birlikte dînî ilimleri öğrenip istifâde etmek ve (öğrendiklerini ihlâsla yaşayıp) başkalarına da faydalı olmaktır. (Riyâ ve ucba kapı aralamamak için) diğer mü’minlerin kisve ve kıyâfetine girerek mânevî hâlini gizlemektir…”7
İmam-ı Rabbânî der ki:
“Şerîatin üç kısmı vardır: İlim (akãid ve fıkıh), amel ve ihlâs (tasavvuf). Bu üçü gerçekleşmeden şerîat tahakkuk etmez. Şerîat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman bütün dünyevî ve uhrevî saâdetlerin üzerinde olan Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı kazanılmış olur. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
«…Allâh’ın rızâsı en büyüktür…» (et-Tevbe, 72)
Şerîat, bütün dünyevî ve uhrevî saâdetleri temin etmektedir. Şerîatin ötesinde, ihtiyaç duyacağımız başka bir gâye yoktur. Sûfîlerin teksîf olduğu tarîkat ve hakîkat ise, şerîatin hâdimleridir. Bunlar şerîatin üçüncü kısmı olan ihlâsı tamamlarlar. O hâlde bunları elde etmekten maksat, şerîati tamamlamaktır, yoksa şerîatin ötesinde başka bir şey değildir.
Seyr u sülûk esnâsında sûfîlere verilen hâller, ilhamlar, mânevî ilim ve mârifetler, asıl maksat değildir. Bilâkis onlar, tarîkat çocuklarının terbiye edildiği vehimler ve hayâllerdir. Bütün bunlardan geçip, sülük ve cezbe makamlarının nihâyeti olan rızâ makâmına ulaşmak gerekir.
Çünkü tarîkat ve hakîkat menzillerini aşmanın gâyesi, rızâ makamına ulaşmak için lâzım olan ihlâsın tahsilinden başka bir şey değildir.”
MANEVİ HALLER
İmâm-ı Rabbânî der ki:
“Mânevî hâller, şerîate bağlıdır; şerîat hâllere bağlı değildir. Çünkü şerîat sağlam ve kesindir, doğruluğu vahiyle sâbittir. Hâller ise zannîdir, keşif ve ilhamla sâbittir.”
İmam Rabbânî der ki:
“Bak evlâdım! Vakitlerimizi dâimâ Cenâb-ı Hakk’ı zikretmeye harcamalıyız. Alışveriş bile olsa, yüce şerîate uygun olarak yapılan her iş zikir kabûl edilir. O hâlde bütün hâl ve hareketlerimizde şer’î hükümlere riâyet edelim ki bunların hepsi zikir sayılsın. Zira zikir, gafleti bertaraf etmektir. Ne zaman bütün fiillerimizde İslâmî emir ve nehiylere uyarsak, işte o zaman emir ve nehiylerin sahibinden gâfil kalmamış ve O’numdâimâ zikretmiş oluruz.”
İmam Rabbânî bir mektubunda şöyle yazmıştır:
“Dostlarıma dâimâ söylediğim ve ömrümün sonuna kadar damsöyleyeceğim nasihat; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e âit kelâm kitaplarındaki bilgiler istikâmetinde inancını düzelttikten ve farz, vâcip, sünnet, mendup, helâl, haram, mekruh ve şüpheli şeklindeki fıkhî hükümlerden yapılması gerekenleri yapıp terk edilmesi gerekenlerden kaçındıktan sonra, kalbi Hak Teâlâ’nın dışındaki şeylerle meşgul olmaktan kurtarmaktır…”
SÜNNETE UYMANIN FAZİLETİ
İmâm-ı Rabbânî bir mektubunda şöyle yazmıştır:
“Fazîlet, Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şerefli sünnetine uymaya; meziyet de O’nun getirdiği şerîati yaşamaya bağlıdır. Meselâ, sünnete ittibâ niyetiyle öğle uykusuna yatmak, sünnete uygun olmayan pek çok nâfile ibadetten daha fazîletlidir… Allâh’ın emrine uyarak bir dirhem zekât vermek, kendi arzusu istikâmetinde dağlar kadar altın harcamaktan çok daha büyük bir meziyettir.”
Hâlid-i Bağdâdî bir mektubunda da şöyle buyurur:
“Muhakkak ki bütün tarîkatlerde ve bilhassa yüce Nakşibendî tarîkatinde edeplerin en mühimleri; şerîate uymak, zorlukta ve darlıkta bütün gücüyle sabretmek, bollukta ve rahatlıkta bütün varlığıyla şükretmek, Sünnet-i Seniyye’yi ihyâ etmek, çirkin bid’atlerden uzaklaşmak, kırık bir gönülle Allah Teâlâ’ya yalvarmaya devam etmek, kalbe gelen lüzumsuz düşünceleri (havâtır) -âhiretle alâkalı bile olsa- defetmek için gece gündüz durmadan çalışmaktır. Tâ ki mânevî uyanıklık ve zikir, kalpte meleke hâline gelsin; kalp dâimâ Allâh’ı görüyormuş gibi olsun ve kalbin dünya ve âhirette, hakîkî Mahbûb’dan başka bir şeyle alâkası kalmasın… Yüksek bir «hayret» hâlini dâimî zikir ve uyanıklık hâliyle mezcediniz! Bütün işlerinizde tamamıyla Allah Teâlâ’ya teslîmiyet gösteriniz!..”
KALBİNE GELEN İLHAM VE KEŞİF
Zamanın büyük âlimlerinden Muhammed Emin Süveydî, es-Sehmü’s-Sâib isimli eserinde şöyle der:
“Mevlânâ Hâlid Kitap ve Sünnet ile amel etmeye çağırır, kendi amellerini de bu ikisiyle mîzân ederdi. Kalbine gelen ilham ve keşifleri, iki âdil şâhid, yani Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’den delil bulmadan kabul etmezdi. Bir gün bana:
«–Biz Nakşîbendîlere göre şer’î hükümler hususunda ilhâma îtibâr edilmez. Zira ilhamla amel etmek câiz değildir.» buyurmuştu. Ben:
«–Efendim, kelâm ve usûl âlimleri, Kitap ve Sünnet’e muvâfık olduğunda ilhâma îtibâr edileceğini söylüyorlar.» dedim. Bana:
«–İlham, Kitap ve Sünnet’e uygun olursa, o zaman zâten ilhâmın muktezâsıyla değil, Kitap ve Sünnet’in işaret ettiği şeyle amel edilmiş olunur!» buyurdu.
BİN KERAMETTEN HAYIRLI
Hâlid-i Bağdâdî bir mektubunda şöyle buyurur:
“…Cenâb-ı Hak’tan bizler ve sizler için istikâmetin devâmını dileriz. İstikâmet sebeplerini tahsil etmek için bütün gayretinizle çalışınız! Zira istikâmet, bin kerâmetten daha hayırlıdır. Sizlere sünnetlerin ihyâsı, çirkin bid’atlerin yok edilmesi ve İslâmî ilimlerin neşredilmesiyle ihlâs üzere meşgul olmanızı tavsiye ederim. Seçkin üstadlarımızın edeplerine yapışmanızı, benliğinizi yok etmenizi, imkânlarınızı Allah yolunda bezletmenizi, elinizde olmayan şeylere sabretmenizi, bütün varlığınızla yegâne Melik ve Mâbûd olan Allâh’a yönelmenizi tavsiye eder ve bu garibi hayır duâlarınızda dâimâ hatırlamanızı ricâ ederim.”
* * *
Bir kişi ondan, tarîkat ehli birini irşad kapısından tard etmesini istemişti. Hâlid-i Bağdâdî ona şu mektubu yazdı:
“Efendim! Bu fakir kul, fâsık bir mü’min gördüğümde mutlakâ onun benden daha iyi olduğuna inanırım. Çünkü onun îmânı sâbit, günahı ise benden gizlidir. Benim nefsimin kötülükleri ise bana âşikârdır. Son nefes (te kimin kurtulacağı) meçhuldür. Nice fâsık ve fâcir var ki, kâmil velîlerden olmuştur. Nice verâ sahibi sâlih kişiler de vardır ki, aşağıların en aşağısına düşmüşlerdir. Allah Teâlâ’dan kendime, sana ve bütün müslümanlara âfiyet dilerim. Hâsılı, benden daha fazîletli olduğuna inandığım hâlde bir kişiyi bu yoldan tard etmem mümkün değildir.”
DİNİNİ SALİH ALİMLERE SOR
Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Efendi der ki:
“Dînî hükümleri sâlih âlimlerden sorup öğrenmek lâzımdır. Zira onlar takvâ sahibi oldukları için fetvâları daha isâbetli ve daha tesirlidir. Diğer taraftan ilmi, mal ve mevkiye kurban eden dünyacı âlimlerden de mümkün mertebe uzak durmalıdır.”
Dipnotlar: 1) Muhammed Bâkır, Makãmât-ı Hazret-i Hâce-i Nakşibend, Buhâra 1328/1910, s. 58. 2) Yâkûb Çerhî, Risâle-i Ünsiyye (thk. Muhammed Nezîr Rânchâ), İslâmabad 1983, s. 14. 3) Muhammed Pârsâ, Muhammed Bahâuddîn Hazretleri’nin Sohbetleri, s. 62-63. 4) Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds (thk. Mahmud Âbidî), Tahran 1375 hş./1996, s. 384. 5) Abdülhâlık Gucdüvânî, Vasâyâ, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddîn Efendi, nr. 3229, vr. 11a. 6) Buhârî, Enîsü’t-Tâlibîn, s. 278-279; Ebu’l-Kãsım, er-Risâletü’l-Bahâiyye, vr. 74b-75b; Muhammed Bâkır, age, s. 79-81. 7) Es‘ad Sâhib, Mektûbât-ı Mevlânâ Hâlid, İstanbul 1993, s. 121-122, (4. Mektup).
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Ekim 2016, 368. Sayı
YORUMLAR