Şeriatsız İslam Olur mu?

Şeriat ne anlama geliyor? İslam’da ve diğer Semavi dinlerde şeriat var mıdır? Şeriatsız İslam/din olur mu? Süleyman Derin yazdı.

Şeriat; “Din, Allah’ın emri, ilâhî emir ve yasaklar” gibi manalara gelir. Ömer Nasuhi Bilmen şeriatı, Cenab-ı Hakk'ın, kulları için vazetmiş olduğu din, dünyevi ahkâmın tümü olarak tarif eder. Bu manada şeriat, din ile aynı manada olup hem dinin aslı olan inanç sistemini hem de dinin feri yanı olan ibadet, ahlak ve muamelatı içine alır.

ŞERİATSIZ İSLAM OLUR MU?

Şeriatın bazı hükümleri insan ile Allah; bazıları ise insan ile cemiyet arasındaki münasebetleri tanzim eder. Birincisine iman ve ibadet; ikincisine hukuk ve ahlak girer. İnsanların bugün şeriattan anladıkları, İslâm dininin hukukî hükümleridir. Nitekim İslam da diğer dinler gibi hukuki hükümler getirmiştir, hatta İslam’ın getirdiği hükümlerin pek çoğu Tevrat ve İncil’de de mevcuttur. Yüce kitabımız İslâm’ın bu hususu şöyle beyan eder: “‘Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din kıldı.” (Şûrâ, 13)

Adam öldürmek, zina, livata, hırsızlık tüm şeriatlarda cezayı gerektiren suçtur. Bu yasaklara uymak, gerektiğinde de onların cezalarını tatbik etmek ilahi iradeye boyun eğmektir, dinin toplumdaki tezahürüdür.

İslam’a açıkça saldırmaktan çekinen bazı eşhas şeriatın hukuki tarafını dinden ayırarak, “İslam sadece inançtır, onun hukuk boyutu bizi bağlamaz, onlar Arapların örf ve adetleridir” şeklinde iddialar ile insanları kandırmaya çalışmaktadır. Bu iddia sahipleri “din Allah ile kul arasında olan bir ilişkiden ibarettir” kandırmacası ile yıllarca insanımıza zulmedenlerin yardımcısı ve yardakçı olmaya soyunmuştur. İşin ilginç yanı bu kesimler kendileri ile tezata düşerek kul ile Allah arasındaki ilişkiye de karışmışlar, bu irtibatın en önemli tezahürü olan namazı ve ezanı asli şeklinden uzaklaştırmaya çalışmış, camileri satmış, başörtüsünü yasaklamışlardır. Çoğunluğu Müslüman olan ülkede Hristiyan ve Yahudi vatandaşlarımız kutsal günlerinde ibadetini rahatça yapabilirken İslam’ın şiarı olan cuma namazına türlü zorluklar çıkarılmıştır. Tüm bu güçlükleri milletimiz irfanı ile aşmış din düşmanlarının baskılarını boşa çıkarmıştır. Bunu gören batıl güçler, çaresiz kalarak yeni yollar aramakta, bu sefer de İslam’ı içerden yıkmaya çalışarak sözde din adamları ile şeriatı dinden ayırmaya ve işlevsiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. Dikkatle bakarsak bu kesimler şeriatı öne çıkararak Kuran-ı Kerim’i yakan küfür ehlinin içimizdeki akılsız hizmetkârlarıdır. Nitekim koca bir ormanı kesen baltanın sapı da kestiği ağaçlardandır.

Şeriatı dillerine dolayan ve sözüm ona insan hakları ve özgürlüklerini savunduklarını düşünenler büyük bir çelişki içindedir, zira İslam dünyadaki en özgürlükçü dindir, onun hükümleri kendine inanan müminleri bağlar, İslam başka beşeri sistemlerde görüldüğü üzere kendine inanmayanları zorla kendisiyle amel ettirmemiştir. Şeriatın hâkim olduğu Osmanlı döneminde, gayrimüslimler, dinlerini ferdi, toplumsal ve hukuksal açıdan hür bir şekilde yaşamıştır. Müslümana yasak olduğu halde, onlar içki içebilmiş; domuz ürünlerini alıp satabilmiş, kendi kilise ve havralarında ibadetlerini hiçbir baskı görmeden özgürce yapabilmişlerdir. Onların haç veya kippa takmasını Müslümanlar hiçbir zaman problem olarak görmemiştir.

İnsanların gözünü en çok korkutan Şeriatın cezai yaptırımlarını ele alacak olursak, bu suçlar ispatının zorluğu ve şartlarının gerçekleşmesinin nadirliği sebebi ile çok az uygulanmıştır. İnsan hayatını korumak için konulan kısası eleştiren batı ve laik kesimin başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere pek çok gayrimüslim ülkede uygulanan idam cezaları için ağzını açamaması da son derece dikkat çekicidir. Hele kadın erkek demeden Müslümanları katleden İsrail ve ona her tür ölümcül silahları sağlayan batı âleminin şeriata eleştiri yapmaya hiçbir hakkı yoktur. Osmanlının kuruluşundan yıkılışına kadar kısas cezası ile öldürülen kimselerin sayısı İsrail’in bir günde öldürdüğü veya batılıların atom bombası ile yok ettiği milyonların yanında adeta hiç mesabesindedir.

Meseleye sufilik açısından bakarsak sufilere göre şeriat dinin aslıdır, tasavvuf yolu şeriatın hizmetçisidir. Yolumuzun rehberi İmam Rabbani bu hususta şöyle der: “Kıyamet günü herkese şeriattan sorulacak, tasavvuftan sorulmayacaktır. Cennete girmek, Cehennemden kurtulmak, ancak şeriata uymakla olur. İnsanların en iyileri ve seçilmişleri olan peygamberler, herkesi şeriata çağırmıştır.”

Bu durumda İmam’a göre en önemli ibadet şeriatın her boyutu ile yaşanmasına hizmet etmektir. İmam bu meselenin önemini şöyle anlatır: “O hâlde en kıymetli ibâdet, insanlara yapılacak en büyük iyilik, İslam’ın ahkâmının öğrenilmesine, uygulanmasına çalışmak, onun yaşanmayan hükümlerini tekrar canlandırmaktır. Hele de, İslamî esasların yıkılmaya terkedildiği günümüzde. Bu zamanda, Allah Teâlâ’nın emirlerinden bir tanesinin yerine getirilmesine sebep olmak, binlerle, milyonlarla (lira) sadaka vermekten daha sevaptır. Çünkü dinin esaslarını ayağa kaldırmak, peygamberlere uymak, onların vazifesine ortak olmaktır.” (48. Mektup) Bu sözlerden anlaşıldığına göre din ile şeriat et ile tırnak gibi birbirinden ayrılamaz bir bütündür, gerçek sufi şeriatı yaşar ve yaşatır.

Şunu da unutmayalım ki şeriata yapılan bu hücumlar ilk defa bugün yapılıyor değildir. Bizzat İmam Rabbani’nin döneminde şeriata yapılan sözlü ve fiili saldırılar bugünkünden kat kat fazla olmuştur. İmam Hindistan coğrafyasında İslam’a yapılan baskıları şöyle tasvir etmektedir:

“Bir asırdır İslam’ın garipliği sürmekte olup şu anda varabileceği en son noktaya varmıştır. Ehl-i küfür İslam topraklarında şeriat ahkâmını tamamen ortadan kaldırmak istemekte, hatta İslam’ın ve Müslümanların izini yeryüzünden silmek için çabalamaktadır. İş o noktaya ulaştı ki şayet bir Müslüman İslam’ın şiarı olan bir ameli yapmak istese ona ölüm acısı tattırıyorlar.” (81. Mektup)

Allah Teâlâ haramların yayıldığı, günahların moda haline geldiği günümüzde şeriatımıza sarılmayı bizlere nasip eylesin. Unutmayalım ki Rabbimiz dinini koruyacak, şeriat düşmanları ne yaparsa yapsın nurunu tamamlayacaktır. Ne mutlu karanlığın değil de ilahi nurun peşinden gidenlere…

Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 462

İslam ve İhsan

ŞERİAT NE DEMEK?

Şeriat Ne Demek?

ŞERÎATİN ÜÇ KISMI VARDIR

Şerîatin Üç Kısmı Vardır

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.