Ses Olmasaydı Ne Olurdu?

Ses, Allâh -celle celâlühû-’nun mahlûkâtına bahşettiği en büyük nîmetlerden biridir. Ses olmasa, kâinatta ne kadar büyük bir boşluk olurdu. Zîrâ ses, müsbet veya menfî tahrik gücü bulunan pek mühim bir keyfiyettir.

Ses de, diğer birçok nîmet gibi hayra olduğu kadar şerre de âlet olunmak istîdâdındadır. Diğer taraftan bu âlem, hayır-şer, hüsün-kubuh gibi her keyfiyette iki vecheli veya iki kutuplu olduğundan, sesin de güzel ve çirkin olanı vardır. Bülbül sesi, hassas bir rûha ne kadar ferahlık verir, gönülleri sürûr ile doldurursa, onun zıddı olan karga sesi de o derecede nâhoş bir tesir bırakır.

Ses, insanlar arasında olduğu kadar hayvanlar arasında da müsbet veya menfî tesirler meydana getirir. Ormanda bir arslanın kükremesi, bütün zayıf mahlûkâtın yüreğini ağzına getirirken; en soğuk hayvan olan yılan, güzel bir nağme ile Hind fakirinin sepetinden çıkıp oynamaya başlar. Çöllerde develerin hareketini hızlandırmak için de tegannînin bir vâsıta olarak kullanıldığı da bilinmektedir ki, buna Arap mûsikîsinde “hidâ” ismi verilir.

Rivâyete nazaran avcılar da, zarif görünüşlü mâsum ceylanları, bir pınar başında “ney” sadâsının câzibesiyle avlarlar. Ney’in tatlı sesini duyan ceylanlar, ağaçların arasından çıkıp pınar başına gelir, çömelir ve hareketsiz bir sûrette mûsikîyi dinler ve sıcak gözyaşları dökerler. O esnâda saklanmış olan avcılar da, bu cevvâl hayvanların böyle hareketsiz hâle gelmesinden istifâde ile onları kolayca avlarlar.

Hayvanlarda bile böyle tesirler husûle getiren ses, onlardan çok daha mütekâmil olduğunda şüphe bulunmayan insanın hissiyâtında neler yapmaz! Nitekim para sesi, materyalistlerin; su ve bülbül sesi, romantik ve şâir ruhlu kimselerin; Kur’ân ile ezânın ulvî sadâsı da, rûhunu arındırmış Hak yolcularının huzur kaynağıdır.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de, dünyâ meselelerinin, rûhuna verdiği sıkleti gidermek ve gönlünü huzur ve sükûna kavuşturmak için bâzen:

“–Yâ Bilâl! Bir ezan oku da ferahlayalım!..” (Ebû Dâ­vud, Edeb, 78) buyururlardı.

Bülbül tegannî ederken karşı dağlardan; ezan sadâsı da semânın boşluğunu örerken gökyüzünden, başka bir ses gelmez. Hassâsiyetimiz ne kadarsa, bu güzel seslerin tesir ve yakıcılığı da o kadar fazla olur.

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- da, “ney”i konuşturur. Ney derdini döker. Kendisini anlamayanlar için:

“Ney’in sadâsı ateş oldu. Onu boş bir nağme sanma! Kimde bu ateş yoksa, yazıklar olsun ona!..” diye feryâd ü figân eyler.

Bir neyzen:

“Seher vakitlerinde ney’imin sadâsı ve figânı daha ayrı oluyor!..” diyerek, “ney sadâsı”ndaki ince ve hassas nükteyi ifâde etmeye çalışmıştır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.