Sevgide Sadâkat'in Alâmeti
Bağdat’ın coğrafî yapısı bakımından Fuzûlî, bir ayağını çöle, bir ayağını da suya basmaktadır. Bu hâl dolayısıyladır ki o, suyun rahmet olmasıyla Hazret-i Peygamber’in âlemlere rahmet olması arasında bir teşbihten yola çıkarak meşhur Su Kasîdesi’ni yazmıştır. Böylece o, çöl için su ne ise, âlem için de Resûlullâh’ın o demek olduğunu, gâyet ince, zarif ve mükemmel bir şekilde dile getirmiştir.
Su Kasîdesi’nden birkaç beyit şöyledir:
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlâre su
Kim bu denlû dûtuşan odlâre kılmaz çâre su
“Ey göz (Allâh’ın yüce Rasûlü’nün muhabbetiyle) gönlümde (tutuşup alevlenmiş) ateşlere gözyaşından su dökme! Çünkü bu (son) derece (aşk harâretiyle) tutuşmuş olan ateşlere su (dökmek) çâre değildir. (Bu aşk ateşi sönmez!)”
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
“(Fakat yine de gözlerim O’nun aşkından, o kadar ağlamakta ki, şu) dönen gök kubbe (baştanbaşa) su renginde midir; yoksa gözümden (dökülen) su(lar mı, bütün) gök kubbeyi kuşatmıştır? (Bilemiyorum; şaşkın bir hâldeyim!)”
Suya virsün bağbân gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâre su
“Bahçıvan, gül bahçesini sulamak için (boş yere) zahmet çekmesin! (Zira), bin tane gül bahçesi sulasa, (Yâ Rasûlâllah, yine de) Sen’in yüzün gibi bir gül (hiçbir zaman) açılmaz!..”
Dest-bûsı ârzûsuyla ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâre su
“Ey dostlar! Şâyet ben Hazret-i Peygamber’in elini öpme arzusuyla ölürsem, toprağımdan bir testi yapın (ve) onunla (o yüce) Sevgili’ye su ikrâm edin! (Belki böylece O’nun elini öpmek ve şefâatine ermek nasîb olur.)
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdir muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
“(O rahmet Peygamberi’nin) ayağının (değdiği, gezip dolaştığı, mübârek) toprağına ulaşayım diye, su(lar), hiç durmadan ömürler boyu baş(lar)ını taştan taşa vurarak âvâre (ve meclûb bir şekilde) akmaktadır.”
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in muhabbetiyle dopdolu olan Fuzûlî, bir gazelinde de şöyle der:
Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu; akar sular bulanmaz mı?
“Yâ Rasûlâllah! Bu gül/bahar mevsiminde akarsuların büyük bir coşkuyla akması sebebiyle bulanması gibi, Sen’in gül sîmâna karşı aşkımın coşkunluğundan dolayı, gözümdeki yaşlar da kanlı bir şekilde akmaktadır...”
Tasavvufun derinliklerine son derece vâkıf olan Fuzûlî, bu vukûfiyeti, ilmin hudutları içinde en ince sırlarına kadar eserlerinde mahâretle işlemiştir. Sahip olduğu zekâ ve dehâ sâyesinde ilim ile lirizmi mezcetmiştir. O eşsiz sanatını âdeta hissettirmeden yapmış ve böylece gönülleri engin mânâ ufuklarının seyyâhı eylemiştir.
MECAZİ AŞKTAN GEÇİP ULVİLEŞEN AŞK
Fuzûlî, mecâzî aşktan başlayıp ulvîleşen bir aşkın, yani aşk-ı ilâhînin yanış ve kavruluşunu en güzel şekilde ifâde eden büyük bir şâirdir. Yûnus Emre’deki o derûnî aşk, onun gönlüne de damlamış ve kendisine:
Aşk imiş her ne var âlemde;
İlim bir kìl ü kàl imiş ancak…
dedirtmiştir. Ayrıca onun:
Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istîdâdı var;
Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var…
beyti de, gönlündeki aşk derinliğini göstermeye kâfîdir. Zira Fuzûlî, o derecede bir aşka nâil olmuştur ki, artık aşkın cefâsından dahî haz alır. Aşkın ıztırâbı, âdeta onun mânevî gıdâsıdır. Bunu sevgide sadâkatin alâmeti olarak şöyle ifâdelendirir:
Yârin cefâsı cümle vefâdır cefâ değil,
Yâre kim cefâ kılur diyen ehl-i vefâ değil..
Bu hususta gülleri dahî îkâz eder:
Ehl-i temkînem beni benzetme ey gül, bülbüle,
Derde yok sabrı anın her lâhza bin feryâdı var!
Fuzûlî, yâre sadâkat ve vefâ ölçüleriyle bağlı olduğundan, aşk çilesinin bitmesini hiç istemez:
Merhem koyup onarma sînemde kanlı dâğı
Söndürme öz elinle yandırdığın çerâğı
FUZULİ'NİN KARAR KILDIĞI SEVDA
Zira bu çerağ, bir aşk ve îman çerâğıdır. Diğer taraftan da insanı zaten aşkın safâsı değil cefâsı olgunlaştırır. Sırf maddî plânda kalan aşk ise, dar ve boğucudur. Bu sebeple Fuzûlî’nin sevgisi, maddeden mânâya doğru yükselen ve sonunda ilâhî aşkta karar kılan bir sevdâdır. O:
Hayâliyle tesellîdir gönül meyl-i visâl etmez
Gönülden taşra bir yâr olduğun âşık hayâl etmez
der ki, bu ifâde, hadîs-i kudsî olarak rivâyet edilen:
“Yere göğe sığmam, mü’min kulumun gönlüne sığarım!” beyânına bir telmihtir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları