Seviyorum Ama Kimi?
Kimleri, neyi, nasıl sevmeliyiz?
Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:
“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne'ye geldi. Ashâb içinde Ebû Bekir’den başka saç ve sakalında beyazlıklar olan kimse yoktu.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45)
Gencecik yürekler, İslâm’ın ilk yıllarında canlarını hiçe sayarak, Allah ve Rasûlü için yılmadan çalıştılar.
Aynı yaşlardaki günümüz gençliği ne durumda peki? Elbette bir tarafta pırlanta misali gençler yetişirken, diğer tarafta da gençliğinin kıymetinin farkına varamadan ziyan olan hayatlar var.
“-Hayranım, âşığım, seviyorum; şu popçuyu, bu topçuyu, o artisti, sanatçıyı…” diyor kimi zaman gençler... Oysa “Seviyorum!” diyebilmek, ne büyük bir iddiadır.
KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR
Her duyduğumda kalbimde kelebekler uçuşturan bir hadîs-i şerîf var. Sahabenin de bu hadîsi duyduğunda heyecanlanıp mutlu olduğunu öğrendiğimden beri, iki kat mutluluğum... Haydi, hep beraber hatırlayalım, bir kez daha:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Bkz. Müslim, Birr, 163)
Evlâtlarımızı İslâm terbiyesi ile büyütmeye çalışırken, öncelikle “lâyıkına muhabbet, müstahakkına nefret” kaidesini anlatmalı… Zira, kalpteki îman muhabbetinin muhafazası için bu elzemdir.
Sevmek için tanımak, tanımak için araştırmak gerek... Okuduğumuz her bir kitap, her bir araştırma, zaman ayırdığımıza değmeli… Okuduğumuz kelimeler, rûhumuza bir sevda tohumu olmalı. Gözü, gönlü, rûhu öyle bir sevgi ile beslemeli ki, sonsuz olsun. Bu dünya sonlandığında, ebediyete gelsin bizimle...
KİMLERİ SEVMELİYİZ?
Allâh’ı, Rasûlü’nü, ashâbı, onları sevenleri, dîn-i İslâm’a hizmet edenleri sevmek...
Mîzacımıza benzettiğimiz sahâbî, yıldızımız olsa meselâ… Hayatını nasıl geçirdiğini öğrensek, asırlar sonra bile gönüllerde hayranlık uyandıran cennet ehlini örnek edinsek! Ya da mizacımızda eksik bulduğumuz, beslenmesi gerektiğini düşündüğümüz yanlarımızı onlarla tamir etsek, şifaya kavuştursak!
Ömerce hiddetlenirken, baksak kalbimize nefsânî bir öfke mi bu? Yoksa sadece Allah için mi? Ebû Bekirce dostumuza râm olurken, bizi hayra dâvet edip etmediğini tartsak hemen... Haksızlığa uğradığımızı, âdil muâmele edilmediğimizi düşündüğümüz an Bilâl-i Habeşî parlasa kalbimizin derinliklerinden... Bir hadîs, bir âyet ezberlerken Hazret-i Âişe misâli ilim sevdası ısıtsa yüreğimizi... Aklım ve kalbim, sessizce ve derinlerde savaşırken, Hamza misâli sallasam kılıcımı nefsime… Rûhum, bir Uhud daha kazansa!
Ashâbı sevmek; rûhun çöllerine yağmurdur. Asırlar evvelinden, Peygamber kokulu bir esintinin rûhumuzda can buluşudur. Allâh’a sevdalı olmanın, rûhumuzdaki akisleridir.
Gönül ne ile meşgul olursa, onun hâline bürünür. Onunla dolar, taşar, sevdiğine benzemeye başlar.
Sevmek... Büyük iddia. Seviyorum demek yetmez! Sevdiğine benzemek için, sevdiğinin sevdiği hâllere bürünmek için gayret etmek gerek. Sevdiğimiz ile beraber olmak müjdesinin muhâtabı olabilmek ne muazzam...
Sözlerimize, şu nebevî duâya cân ü gönülden “âmîn” diyerek son verelim.
“Allâh’ım; Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi ve Senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allâh’ım, Sen’in sevgini, bana canımdan, âilemden ve soğuk sudan daha ileri kıl.” (Tirmizî, Deavât, 73, Tefsîrü’l-Kur’ân, 39)
Kaynak: Ayşenur Sever, Şebnem Dergisi, Sayı: 187
YORUMLAR