Şeyh Sâdî Hazretlerinin Babasından Aldığı Ders

HAYATIMIZ

Şeyh Sâdî, 13. asırda yaşamış bir gönül insanıdır. Yirminin üzerinde eser kaleme almış olmakla birlikte, bilhassa Mevlânâ Hazretleriʼnin üslûbunu hatırlatan Bostan ve Gülistan adlı hikemî eserleriyle tanınmıştır. Âlim ve edib bir mutasavvıf olan Şeyh Sâdî; ilim, irfan, ibadet ve cihadla dolu, bir asırlık ömrün ardından, doğduğu yer olan Şîrazʼda vefât etmiştir.

Şeyh Sâdîʼnin Gülistan adlı eserinde naklettiği, kendisinin nasıl bir mânevî terbiye ve irşâd ile yetiştiğinin de işaretlerini veren şu hâtırası, ne kadar hikmetlidir:

“Çok iyi hatırlıyorum. Çocukluğumda da ibadetlere çok düşkündüm. Geceleri kalkar, ibadetle meşgul olurdum. Bir gece babamın yanında oturuyordum. Bütün gece gözümü yummamış, Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmamıştım. Bâzı kimseler ise etrafımızda uyuyorlardı. Babama:

«–Şunların bir tanesi bile başını kaldırıp iki rekât teheccüd namazı kılmıyor; sanki ölü gibi uyuyorlar.» dedim. Bu sözüm üzerine babam kaşlarını çattı ve:

«–Oğlum! Başkalarının dedikodusunu edeceğine, keşke sen de onlar gibi uyusaydın!» karşılığını verdi.”

Yani babası Sâdîʼye âdeta şu dersi veriyordu:

“‒Senin hor gördüklerin, seher vaktinin feyiz ve rahmetinden mahrum kalsalar da onlara Kirâmen Kâtibîn melekleri menfî bir şey yazmıyor. Senin amel defterine ise, din kardeşlerini küçük görme ve gıybet günâhı yazıldı…”

İşte böylesine hassas îkaz ve irşadlarla yetişip mânen inkişâf eden Şeyh Sâdî, hakîkate teşne yüreklere hikmet menbaı, yorgun ve bîkes gönüllere tesellî pınarı olan ihlâs ve samimiyet mahsûlü eserleriyle bugün bile irşad hizmetine devam etmektedir.

BİR İBRET DEMETİ

Şeyh Sâdî Hazretleriʼnin kalp BOSTANındaki hikmet meyvelerinden tadabilmek, tefekkür GÜLİSTANındaki goncalardan kendimize bir ibret demeti derebilmek için, buyurun, hep birlikte onun gönül iklîmine mânevî bir ziyarette bulunalım:

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur: “Hak dostları, daha ziyâde, kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş ederler.”

[Allah dostları, yalnızların yanıbaşında, mâtemlerin civârında bulunarak kimsesizlerin kimsesi olurlar. Garipleri ziyaret eder, iffetinden dolayı çekinip ihtiyacını arz edemeyen muhtaçları sîmâlarından tanırlar. Yine onlarda Hâlıkʼın şefkat ve merhamet nazarıyla mahlûkâta bakış hassâsiyeti zirveleştiği için, umum halkın ekseriyetle gâfil olup farkına varamadığı nice büyük ecir kapılarını, yani sevap kazanma fırsatlarını, büyük bir firâset ve basîretle görüp değerlendirirler.]

Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:

“Hikmet ehli bir zâta sormuşlar:

«‒Cömertlik mi iyidir, şecaat (cesaret) mi iyidir?»

O zât şu karşılığı vermiş: «‒Cömert olanın şecaate ihtiyacı yoktur.»”

[Mal, canın yongasıdır ve onun elden çıkması, insanoğlunun en mühim endişe sebeplerinden biridir. Lâkin mal-mülk, insanoğluna ilâhî imtihan gâyesiyle verilmiş bir emânettir. Cenâb-ı Hak, lûtfettiği malın belli bir kısmının, yine kendi yolunda sarf edilmesini isteyerek; “ ِتَََّ ا َُُْ / sadakaları (Allah) alır…” buyurmuştur. (Bkz. et-Tevbe, 104)]

İMTİHAN MALZEMELERİNİ UNUTMAMAK

Gâfil insan ise, mal-mülkün bir imtihan malzemesi olduğunu unutur da o ilâhî emâneti kendisinin zanneder. Nîmetlerin asıl sahibi olan Allâhʼa dayanıp sığınmak yerine, elindeki mal-mülkün izâfî kuvvet ve kudretine sığınır.

Nefs ve şeytan da, insanı sürekli fakir düşmekle korkutarak Allah yolunda infâk etmekten alıkoymaya çalışır. Nitekim Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri telkin eder…” (el-Bakara, 268) buyurarak bu hakîkati beyan eder. Bu sebeple şeytanın telkin ettiği fakir düşme korkusunu aşarak infakta bulunabilen cömert kimseler, Allah için risk alabilen gerçek cesaret ehlidirler. Yani cömertlik, îman cesaretine sahip kalplerin zaferidir, sâlih ve kâmil gönüllerin sanatıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler -1-, Erkam Yayınları