Şeyh Sâdî Hazretleri’nin Sohbeti
Şeyh Sâdî (k.s.) nasıl sohbet ederdi? Hak dostlarından Şeyh Sâdî Hazretleri’nin sohbetini istifadenize sunuyoruz.
Şeyh Sâdî -rahmetullâhi aleyh- şöyle sohbet etmiştir.
TOPRAK GİBİ GÖNÜLSÜZ VE MÜTEVÂZI OL
Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki, âşıklar aşkı unuttular. Gök yere öyle cimri oldu ki, ekinler, hurma ağaçları dudaklarını ıslatamadılar. Ne kadar eski pınar varsa kaynamaz oldu. Öksüzün gözyaşından başka su kalmadı. Bir pencereden göğe doğru bir duman yükselecek olsa, bu, bir dul kadının âhı idi. Yoksa gökyüzünde duman namına bir şey yoktu.
Ağaçların yaprakları kalmamıştı; zavallı ağaçlar çıplak fakirlere dönmüştü. Kolları kuvvetli babayiğitlerde güç bitmişti. Dağlarda yeşillik, bahçelerde balçık görünmez oldu. Çekirgeler bostanları, insanlar da çekirgeleri yediler.
Hâl bu merkezde iken, bir gün, yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hâlbuki paralı, zengin, şan ve şeref sahibi, hem de vücutlu bir insandı. Halini görünce şaştım; ona sordum: “Güzel huylu dostum; ne oldun, ne felâkete uğradın? Gördüğüm halin sebebini söyle.” dedim.
Dostum, kızdı, bağırdı ve şöyle dedi: “Sebebini bilmiyorsan, ne gaflet! Biliyorsan niçin soruyorsun? Görmüyor musun ki, felâket son dereceyi bulmuştur. Ne gökten yere yağmur iniyor, ne yerden göğe âh edenlerin feryadı çıkıyor.”
Cevap olarak, dedim: “Biliyorum, pekâlâ. Fakat kıtlıktan ne korkun var? Zehir, tiryak olmayan yerde adam öldürür. Senin her şeyin var. Başkaları açlıktan helâk olsa, sana ne? Dünyayı tufan kaplasa, kaza ne?”
Bir âlim olan dostum, âlimin câhile bakması gibi bana mânidar bir bakışla baktı ve şöyle dedi: “Sahilde olup da dostlarının denizde boğulmakta olduklarını gören bir insanın kalbi, müsterih olmaz. Benim yüzüm yokluktan sararmamıştır. Beni fakirlerin kederi sarartmıştır. Akıllı insan ne kendi âzasında, ne de başkasının âzasında yara görmek ister. Allâh’a hamdolsun yaram yok, fakat başkalarında yara görünce, vücudum tir tir titriyor. Hastanın yanında oturan bir insan sıhhatte de olsa keyifli olabilir mi? Zavallı fakirin bir şey yemediğini görünce yediğim her lokma zehir, zıkkım oluyor. Dostları zindanda bulunan bir kimse, gülistanda nasıl eğlenir?
İşittim ki, bir gece, halkın yanık yüreğinden çıkan bir âh, bir ateş halini alıp Bağdat’ın yarısını yakmış. O sırada birisi: “Çok şükür, bu yangın bizim dükkânımıza zarar vermedi” demiş. Cihan görmüş birisi ona şöyle demiş: “Ey idrâksiz adam, sen yalnız kendini mi düşünürsün? Koca bir şehir yansın da, senin evin kurtulsun, hoşuna gider mi? İnsanların açlıktan karınlarına taş bağladıklarını gören kimse, eğer taş yürekli değilse, midesini doldurmaz. Bir fakirin açlıktan kan yuttuğunu gören bir zengin, ağzına aldığı lokmayı nasıl çiğner?”
Hastanın sahibi sağlamdır, sıhhattedir deme. Çünkü o da, kederinden o hasta gibi kıvrım kıvrım kıvranmaktadır. Merhametli yolcular konak yerine vardıkları zaman, yolda kalanlar gelip yetişmeyince, uyumazlar. Diken taşıyan kimsenin eşeği çamura battığı zaman, padişahların gönlü mustarip olur. Mesut olmak isteyen ârif için Sadi’nin bir sözü kâfidi, dinlersen sana söyleyeyim: “Diken ekersen gül biçemezsin.”
***
Akıllı isen, her şeyin mânâsına meylet. Çünkü sûret kalmaz; lâkin mânâ kalır. Kimde ki ilim, cömertlik, Allah korkusu yoksa o kimse mânâsız, kuru bir sûrettir. Kimin hayatında halk rahat uyursa, o adam toprak altında rahat uyur. Âhiret azığını hayatında kendin tedarik et. Çünkü öldükten sonra bunlar elinden çıkar, sahip olamazsın, ıstırap için hiçbir iyilikte bulunmazlar. Altını, nimeti elinde iken bugün sen ver. Sen öldükten sonra bunlar elinden çıkar, sahip olamazsın, ıstırap çekmemek istersen, ıstırap çekenleri hatırdan çıkarma. Bugün hazine elinde iken lâzım gelen yerlere çabuk dağıt, yarına bırakma. Çünkü yarın anahtar elinden çıkmış olur. Azığını bugün sen götür. Öldükten sonra karından, çocuğundan şefkat bekleme. Azığını öbür dünyaya kendi götüren kimse, devlet topunu çelmiş demektir. Sırtımı beni düşünerek ancak kendi tırnağım kaşır, başkası kaşımaz. Ne gibi servetin varsa avucunun ortasına koy. Verilecek yerlere ver. Vermezsen, yarın dişinle elinin arkasını ısırırsın.
Fakir olan kimselerin sırrını sakla! Onların kusurlarını setretmeye çalış ki, Cenabı Hak da senin kusurlarını setir buyursun. Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. Allah göstermesin belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın. Büyük kimse, bir gün kendisinin de başkasına muhtaç olacağını düşünerek, muhtaç olanlara iyilik eder. Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin. Zorda kalmış insanların gönüllerini sevindir. Belki bir gün sen de zora düşersin. Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükran olmak üzere, kapıya gelen dilenciyi kovma.
Babası ölmüş çocuğu himaye et, tozunu silkele, bir yerine diken batmış ise çıkar. Öksüzün ne derece âciz olduğunu bilir misin? Hiç öksüz ağaç neşv ü nemâ bulabilir mi? Bir yetimi başını eğmiş, düşünceli, me’yûs, gördüğün zaman, sen kendi çocuğunun yüzünü öpme. Yetim ağlarsa nazını, kim çeker? Öfkelenirse öfkesini kim hoş görür? Amanın yetim ağlamasın, çünkü o ağlarken Arş-ı Âlâ titrer... Yetime merhamet göster, gözünün yaşını sil. Yüzünde toz toprak varsa, onu şefkatle temizle. O yavruyu himâye eden babası ölmüş ise, onu sen gölgende besle.
Babam beni oğlum diye kucakladığı zaman kendimi taçlı bir padişah sanırdım. Üzerime bir sinek konsa idi, babam hâne halkının hepsini haşlardı. Şimdi o haldeyim ki, beni düşmanlar esir alacak olsalar, bir dostum yok ki yardımıma koşsun. Ben yetimlerin derdinden anlarım. Çünkü pederim beni çocukluğumda yetim bırakmış, gitmiştir.
Birisi, bir öksüzün ayağına, batmış olan bir dikeni çıkardı. Vefatından sonra Sadri Hoca namındaki büyük şeyh o kimseyi rüyada gördü. Baktı ki, cennet bahçelerinde salınıyor, bir taraftan da “bir diken yüzünden benim için ne güller bitti” diyordu.
Elinden geldiği kadar merhamet et ki, zahmete dûçar olduğun zaman herkes de sana acısın. Birisine iyilik ettiğin zaman: “Ben efendiyim, beyim; o bana muhtaçtır!” diye kendini büyük görme. “Zaman, o muhtaç kimseyi vurmuş” deme. Zîra vuran kılıç henüz kınına girmemiştir; mümkün ki seni de kılıçlar.
***
Ey insan! Cenâb-ı Hak seni topraktan yaratmıştır. Toprak gibi gönülsüz, mütevâzı ol. Mâdemki topraktan yaratıldın, ateş gibi haris, cihanı yakıcı, inatçı olma. Korkunç ateş baş çekti, yükseldi, sivrildi. Toprak ise acziyet ve tevâzû gösterdi. (Serkeş, baş çeken de ateşin vasıflarındandır). Ateş yükseldiği için (kibirlendiği için) ondan şeytan yaratıldı. Toprak tevazu gösterdiği için, ondan Âdem yaratıldı.
Bir buluttan deniz üzerine bir damla damladı. Denizin genişliğini görünce utandı. Kendi kendine: “Deniz bulunan yerde ben kim oluyorum. Eğer o var ise, doğrusu, ben yok sayılırım” dedi. Damla kendini hakir gördüğü için, sedef onu bağrına bastı, naz ile besledi. Felek o damlayı öyle yükseltti ki, padişahların taçlarına lâyık inci oldu. Damla kendisini alçak gördüğü için yücelik buldu. Yokluk kapısını kaktığı için var oldu.
İyi bir memleketten akıllı bir genç, deniz yoluyla Rum iskelesine indi. Bu genci faziletli, akıllı irfanlı gördüler; eşyasını aldılar, iyi bir yere götürdüler, onu misâfir ettiler. Misâfirlik müddeti bittikten sonra âbidlerin başı şeyh efendi o gence: “Şu mescit tozlanmıştır. Ötesinde berisinde çerçöp toplanmıştır; onu sil süpür, temizle” dedi. Genç yolcu bu sözü işitince savuştu gitti. Bir daha kimse nişanını göremedi. Gerek şeyh efendi, gerek müritler misâfirin görünmemesini hizmetten kaçtığına yahut elinden hizmet gelmediğine verdiler.
Günün birinde şeyh efendinin uşaklarından birisi o genç yolcuya yolda rast geldi: “Arkadaş! İyi düşünmedin ve iyi bir şey yapmadın. Ey kendini beğenmiş genç, bilmiyor musun ki insanlar hizmet ede ede yükselir ve bir mevki sahibi olurlar” dedi. Genç yolcu ciddî olarak yana yana ağladı: “Ey canlar besleyen, gönüllere sürûr veren dostum; emri aldığım gibi mescidi temizlemek için gittim. Baktım ki mescitte toz toprak yok, tertemiz. O yerde bir kirli varsa, o da bendim ve artık oraya uğramadım. Çünkü mescidi temiz tutmak lâzımdır” dedi.
Tarîkata giren her derviş kendisini âciz görecektir. Başka türlü olamaz. Yücelik istersen, tevâzû ihtiyar et. Çünkü yücelik damına, çıkmak için, tevâzûdan başka merdiven yoktur. Meyvalı dal başını aşağı tuttuğu gibi, akıllı insan da mütevâzı olur.
İşittim ki bir bayram sabahı Bayezid-i Bistâmî hamama gitmiş, gusül etmiş, çıkmıştı. Sokakta giderken birisi bir evden dikkatsizlikle Bayezid’in başına bir leğen kül döktü. Bayezid’in sarığı, küle bulaşmış olduğu hâlde, elini yüzüne sürerek, Cenâb-ı Hakk’a şükretti ve nefsine hitap ile: “Ey nefis! Ben ateşe lâyığım. Başıma kül döküldü diye kızar mıyım?” dedi.
Büyükler kendilerine bakmazlar. Kim ki kendisini görürse, Cenâb-ı Hakk’ı görmeği ondan beklemeyin. Büyüklük kendisine pâye vermek, yüksekten atıp tutmak değildir. Büyüklük, kuru dâva ile tekebbür ile olmaz. Tevazu senin dereceni yükseltir; kibir ise seni yere çalar, alçaltır. Sert huylu, kibirli kimse boynu üstüne düşer. Yücelik istersen yücelik arama.
Dünyada mağrur olan kimse din yoluna gidemez. Kendisini gören kişi, hakkı göremez. Eğer sana rütbe, derece lâzım ise, alçakların yaptığı gibi kimseye hakâret gözüyle bakma. Akıllı insan yüceliğin, şan ve şerefine kibir etmekle hâsıl olacağını hiçbir zaman hatırından geçirmez. Eğer halk sana ahlâkı güzel diyorlarsa, bundan daha yüksek bir fırsat arama. Âkilâne düşün! Senin ayarında birisi gelip sana kibir satarsa, sen onu hakîkaten büyük görebilir misin? Sen de onun gibi başkalarına karşı kibirlenirsen, karşısındakilerin nazarlarında sen de, o kibirlenen kimse gibi olursun. Büyük bir mevki, makam sahibi olduğun zaman, akıllı isen düşkün kimselere gülme. Çünkü nice makam sahibi kimsenin ayıptan düştüğü, düşkünün onun yerine geçtiği görülmüştür. Tutayım ki ayıptan pâk ve berîsin. Fakat bana kusurlu olduğumdan dolayı hakaret etme. Birisi eliyle Kâbe’nin halkasını tutar, birisi de meyhanede sarhoş olur, sızar. Eğer Cenâb-ı Hak o sarhoşu hidayete dâvet ederse kim mâni olur? Eğer o makam sahibini kovarsa, onu eski yerine kim getirir? Ne o makam sahibi ameline güvenebilir; ne bu sarhoşa tövbe kapısı kapalı kalır.
Arkadaş! Kimin üstü başı temiz fakat ahlâkı pis ise, ona cehennem kapısı açmağa anahtar lâzım değildir. Cehennemin anahtarı onun fena ahlâkıdır. Cenâb-ı Hakk’ın eşiğinde âcizlik, miskinlik, kendi ibâdetine güvenerek gururlanmaktan daha iyidir. Eğer mert isen, mertlikten bahseyleme. Her binici topu çelip çıkaramaz. Kendini iyilerden sayacak olursan, kötüsün. Çelebi insanda benlik olmaz. Fıstık gibi kendinde bir iç var zanneden kimse, soğan gibi hep kabuk çıkar. Benlik sahibinin itaati işe yaramaz. Binaenaleyh benliği bırak da, itaatte kusur ediyorum diye özür dilemeğe bak.
Hakka karşı iyi, halka karşı kötü olan kimse, ibâdetinden müstefit olamaz. Nezd-i ilâhîde bedbaht ayyaş ile kendisini ibâdet için yoran zâhidin farkı yoktur. Cenâb-ı Hak birincinin günahından mutazarrır, ikincinin ibâdetinden memnun olmaz. Arkadaş; zühd ü takvâya, sıdk u safâya çalış. Fakat Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in yaptığından fazlasını yapmağa kalkışma. Derecesiz beyazlık isteme. Çok beyazlık da, çok siyahlık da istenmez. Akıllardan yadigâr söz kalır, Sâdi’den şu sözü yadigâr tut: Allah’tan korkan günahkâr, ibâdetine güvenen âbidden daha iyidir.
Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları