Şeytan Şimdi Oturum Açtı
Aralık 2006’da GENÇ’te yayınlanan ve sonra yazarın Erkam Yayınları’ndan çıkan Metropol Bedevisi isimli kitabında yer alan bu yazıyı aradan geçen 13 senede neyin değişip değişmediğini görmek açısından dikkatlerinize arz ediyoruz.
Üstümüze düşmeyen bomba ancak kelimelerimizi acıtır. İçimizde gezinen o acı, bilinçsiz alışkanlık hücreleri tarafından hemen yenilenir ve onarılır, birkaç dakika sonra kaybolur. Kalbin duvarlarına tutunarak yürüyen acı, yerini bir imleç-çarpı işareti buluşmasıyla parlak reklamlara bırakır. Durmaksızın değişik ses ve görüntülere maruz kalan beyin, gelişimini tamamlayamayan araz çocuklara döner…
TENHALAŞMIYORUZ
“Ama biz tenhalaşmıyoruz ki” dedi genç kız gözlerini yere indirirken…
“Biz sadece sohbet ediyoruz… Konuşuyoruz güncel mevzulardan, yazıdan ve kelimeden, gidişattan... Zaman zaman havadan ve sudan… Bazen derinlemesine, bazen öylesine… Ama saatlerce”
“Tenhalaşmıyoruz” dedi genç kız ısrarla… Oysa neydi tenhalaşmak: kötü karakteri şeytan olan üç kişilik bir film seti ya da iki kişinin şeytana yol haritası çizdiği bir yarışın en önde seyreden otomobili. Bir yalnızın iki olabilmek adına nefsinde verdiği “kalbim temiz” brifingleri. Kimine göre bir kapıyı kapatmak kadar basit bir eylem... Kimine göre tüm kapalı kapıların üstüne kilitlendiği yarı karanlık bir sofa...
Bazen bir kadın ve bir erkeğin diğer tüm beşerin soluk alıp vermesi kadar çok bahaneyi “doğru düşünce ve prensip” duvarlarına vurması, çarpması, kırması ama yok edememesi…
Bazen de “biz iki olgun insanız, biliriz kendimizi” diyerek çiftlerin dağların zirvesinde, ya da ormanın gölgesinde yahut ırmağın akışında, tenha adına en tenha neresi varsa orada bile tenhalaşamaması… Yani yok edememesi o kesin hadis-i şerifi… Sorumluluğunu buharlaştıramaması… -O sorumluluk ki kadın ve erkeği saçından ya da eteğinden kavrayıp kalabalıkların içine çekmeye muktedirdir-
“Ama biz tenhalaşmıyoruz” dedi kız üstüne basa basa. Oysa ona göre sadece bir odada yalnız bırakılmışlık haliydi tenhalaşmak. Bir bay-bir bayan; masa, koltuk ve sehpa, duvar, halı ve pencere vs… Oysa yaşanan neydi; bir bay-bir bayan; ekran, kablo ve teller, kodlar, 01’ler, adresler vs.
Bu açıdan bakmayı sevmedi genç kız “seslerimizi duymuyoruz mesela” dedi…Oysa ses, havanın ses tellerini titretmesi ve dilin beyinden aldığı emirle o çıkan tınılara hükmetmesi demekti: Peki ya dilim elime inip, parmaklarıma yürürse... Mesela tuşların her biri ses teli hükmüne geçip, parmaklar dil gibi ona hükmediyorsa… Öyle ya dile hükmeden akıl, parmağı başıboş bırakmaz değil mi?
OTURUM AÇILDI
Ama bakışlar yok dedi kız... Gözler, anlamın ruhtan süzülerek ışıldadığı tek yerdir dedi... “Kaş ve göz yok!” dedi… Oysa bakış; bir anlık iletinin yanıp sönen sarı lambasından sadece birkaç “an” daha fazla yaklaştırır günaha… Camların önünde sevdiğinin bir bakışını yakalamak isteyen insanın duyduğu iştiyakın belki yüzde kaçını, muhabbet ve ünsiyet kurduğu bir kişinin “oturum açıldı” panosunu görünce de hissedebilir insan dediğin… Söz bakıştan daha tehlikelidir bazen... Âşık olduğu kişinin gözlerine yanıp yakılan bir insan iş muhabbete gelince dumura uğrar bazen. Yine ve daha fazla sözleri kalbi güneş gibi saran bir insanın gözlerini görmez olur âşık… Yani söz o bedenin gözü, saçı, eli, ayağı oluverir.
Ama harama giden bir ayak, harama uzanan bir el yok ki dedi kız; oysa bazen tüm küçük adımları koca bir adıma sığdırıp tek adımda bulaşırız günaha… e elin tek bir hareketi ve bazen masum bir “tık” sesi; bazen o kadar da masum ve yalın olmayabilir… İlla günah sıcak ve akıcı mıdır? Seni alıkoyan her günah ister millerce uzağında olsun, ister ışık hızı yakınında olsun senin ceza sebebindir…
NİTELİKLİ SOHBET!
Bir başka mütedeyyin bey “ben eşimi aldatmam ki” dedi özelindeki 12. bayanla konuşurken: “Biz nitelikli sohbet ediyoruz.” Sözüm ona beyin fırtınaları estirmektedirler… İçeride yan odada çocuklarına laf anlatmaya çalışan hanımsa kendisine ne zaman sıra gelecek diye bekler durur… Beklesin bey irşad etmektedir, cihad yazıları yazmaktadır…
Normal yaşantısında tek bir beyle bile kişisel muhabbete girmeyen dindar bayanların adres defterinde onlarca bey ve bilgisayar başında geçen onlarca saat… “kendin”leştirirsin yazıyı ve imgeleri. Komiksindir. Cazipsindir. Denksindir. Ama çoğu kez Allah’a yalan söylersin. Ben sadece din adına yazıyorum, öğrenip-öğretiyorum dersin. “Kardeş” dersin ama bunun şimdilik olduğunu bilirsin…
Velhasıl; insan gittiği her yeri kendileştirir… Sanalı da, hayali de… İçindeki isyankâr yanına bir rumuz takar, isyan eder sinirlendiği konu başlıklarına… İçindeki saldırgan yanına bir isim takar sevmediği şahıslara saldırır… Kalbine hapsettiği âşık yanına bir isim takar ve site site maşukunu arar… Bazen gününde değildir mütevazı takılır… ama asla ve asla kendi ismini kullanmaz. Kendi ismi mütevazı olamayacak kadar dik, saldırgan olamayacak kadar asildir…
Aman canım sanal ortamdayız dedi kız son koz olarak… Unutmayalım ki; tüm yaratılmışların ve tüm buudların, bildiğimiz-bilmediğimiz tüm âlemlerin ve dahi sanal âlemin ilahı yine Allah’tır. Ve şeytan kendini götürdüğün her yerde ya eline ya parmağına musallat olmaya devam edecektir…
Ve son söz kendimedir.
Umarım Ayşegül Genç sen eriyip tükenmezden evvel sahip olduğun tüm plastikler eriyip kaybolur ve sen bulduğun tek kömür parçasıyla ağaç kabuklarına yazı yazmaya mahkum edilirsin…
Kaynak: Ayşegül Genç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 405
YORUMLAR