Seyyid Emîr Külâl Hazretleri Kimdir?
Altın Silsile’nin 14’üncü halkası, Peygamberimizin neslinden gelen Seyyid Emîr Külâl Hazretlerinin hayatı...
Seyyid Emir Külal -rahmetullâhi aleyh- (Altın Silsile 15) - Sesli Kitap
Resûlullah Efendimiz’in neslinden geldiği için Seyyid ve Emîr, çömlekçilik yaparak geçimini temin ettiği için de Külâl diye anılmıştır. Tahmînen, hicrî 680 senesinde dünyaya gelmiştir.[1] Babası, Emîr Hamza Efendi’dir.
Annesi şöyle anlatır:
“Emîr’e hâmileyken ne zaman şüpheli bir lokma yesem karnım ağrır ve onu istifrağ etmeden rahata kavuşamazdım. Bu hâl üç defa tekrarlanınca mübârek bir yavruya hâmile olduğumu anladım ve bundan sonra yediğim lokmalarda daha ihtiyatlı davrandım. Onun dünyaya gelmesini ümitle bekledim.”[2]
Gençliğinde güreşe meraklı olan Emîr Külâl Hazretleri, Râmîten’de bir güreş meydanında bulunduğu sırada Muhammed Baba Semâsî Hazretleri kenardan onu izlemiş ve niçin güreş izlediğini soran müridlerine:
“–Bu meydanda bir yiğit var, birçok kişi onun sohbetiyle kemâle erecek. Onu avlamaya çalışıyorum!” buyurmuşlardır.
Bu esnâda Emîr Külâl (k.s.), Semâsî Hazretlerini fark ederek onun nazarının tesiri altında kaldı. Hemen güreş meydanını terk ederek Hazret’in peşinden gitti, intisâb edip sohbetlerine katıldı.[3]
Yaklaşık yirmi sene şeyhinin sohbet ve hizmetinde bulunan Emîr Külâl (k.s.), her hafta pazartesi ve perşembe günleri ikâmet ettiği Sûhârî köyünden Semâsî köyüne gider, şeyhinin sohbet ve hizmetinde bulunurdu. Bu uzun mesâfeyi katederken de dâimâ zikrullâh ile meşgul olurdu.[4]
Emîr Külâl (k.s.), Baba Semâsî Hazretlerinin terbiyesiyle kemâl ve mürşidlik mertebesine erişinceye kadar bu yolda öyle bir mahviyet içinde çalıştı ki kimse onun hâllerine vâkıf olamadı.[5]
Keskin bakışlı ve vakûr bir Hak dostu idi. Buna mukâbil son derece mütevâzı ve yumuşak huylu idi. Îtiraz ve inat nedir bilmezdi.
SEYYİD EMÎR KÜLÂL HAZRETLERİNİN TAKVASI VE ADALETİ
Emîr Külâl Hazretleri bir gün cuma namazını Buhâra’da kıldıktan sonra müridleriyle Sûhârî’deki evine dönerken Kelâbâd’a geldiğinde çayırda oturmuş bir grup insan gördü. Sultan Timur’un etrâfında toplanmışlardı. Timur, bu zâtın Emîr Külâl Hazretleri olduğunu öğrenince hemen yanına gidip tavsiyelerini ricâ etti.[6]
Sonraları Semerkand’a yerleşen Timur, Emîr Külâl’i Semerkand’a dâvet etmiş ise de Hazret, mâzeret beyân edip gitmemiş, Timur’a oğlunu göndererek şöyle demesini tembihlemiştir:
“–Oğlum! Timur’a söyle, eğer Allah Teâlâ’nın râzı olduğu yolda yürümek istiyorsa takvâdan ve adâletten aslâ ayrılmasın! Bunları kendisine şiâr edinsin ki kıyâmet günü kurtulabilsin! Eğer dünyaya meylederse, kendisine yapılan duâların faydasını göremez.”
Timur, bâzı ihsanlarda bulunmak için ısrar ettiyse de, Emîr Külâl Hazretlerinin oğlu bunları kabûl etmeyip şöyle dedi:
“–Babamın sizin için şöyle buyurduğunu işittim: «Eğer, Allah adamı olan büyüklerin kalbinde bir yer kazanmak istiyorsa, takvâdan ve adâletten ayrılmasın! Kıyâmet günü Allah Teâlâ’nın rahmetine kavuşmak, ancak bununla mümkündür».”[7]
SEYYİD EMÎR KÜLÂL HAZRETLERİNİN VEFATI - SEYYİD EMÎR KÜLÂLIN (K.S.) KABRİ NEREDE?
Uzunca bir ömür süren Emîr Külâl Hazretleri, bir ara Nesef tarafında ikâmet etmiş ise de, çoğunlukla Buhâra’nın yakın bir köyü olan Sûhârî’de bulunmuş ve 8 Cemâziyelevvel 772 (28 Kasım 1370) perşembe günü seher vakti vefât ederek oraya defnedilmiştir.[8] Zamanla Mîr Külâl adıyla anılmaya başlayan bu köyün şimdiki adı Yangi Hayat’tır.[9] Kabrinin alâmeti olarak yüksek bir direkten başka bir şey bulunmazken, 1996’da Pakistanlı bir şahıs tarafından bir türbe inşâ edilmiştir.
Hâcegân şeyhlerinin fârik vasfı; edep, vakar, yüksek bir tevâzû ve mahviyet hâlidir. Ömürleri boyunca el emeği ile geçinmeye îtinâ gösterip sâde ve mütevâzı bir hayat yaşayan bu zâtlar, vefatlarından sonra da kendileri için ihtişamlı türbeler yapılmamasını bilhassa istemişlerdir. Bu sebeple kabirlerinin alâmeti, umûmiyetle mütevâzı birkaç taş ya da ahşap direkten ibârettir. Riyâdan kaçınmayı esas alan tasavvuf erbâbının ahlâkı da bunu gerektirir. Ayrıca Hâcegân şeyhlerinin muayyen kıyafetlerinin olmaması da bu tarîkattaki tevâzû ve mahviyet hâlinin mühim tezâhürlerinden biridir.
SEYYİD EMÎR KÜLÂL HAZRETLERİNİN SON VASİYETLERİ
Seyyid Emîr Külâl Hazretleri vefât ettiği hastalığında talebelerine şu vasiyette bulunmuştur:
“Ey kıymetli talebelerim! İlim öğrenmekten ve Hazret-i Muhammed’in (a.s.) yoluna tâbî olmaktan aslâ ayrılmayınız! Bu, mü’min için bütün saâdetlerin ve nîmetlerin vâsıtasıdır. Bunun için Rasûlullah: «İlim öğrenmek, her Müslümana farzdır.» buyurmuşlardır. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 17) Yani her Müslüman erkeğin ve kadının, kendisine lâzım olan dînî bilgileri öğrenmesi farzdır. Bunlar sırasıyla şunlardır:
1) Îman ve îtikad bilgileri.
2) Namazla alâkalı bilgiler.
3) Oruçla alâkalı bilgiler.
4) Zengin ise zekât ve hac ile alâkalı bilgiler.
5) Ana-baba hakkını öğrenmek. Allah Teâlâ’nın kendisinden râzı olmasını isteyen kişi, anne-babasının rızâsını kazanır. Resûlullah Efendimiz: «Allah Teâlâ’nın rızâsı, ana-babanın rızâsını kazanmakla elde edilir.» buyurmuşlardır. (Tirmizî, Birr, 3/1899) Bu bakımdan, ana-babanın hakkını gözetmek çok mühimdir.
6) Sıla-i rahim, yani akrabayı ziyaret etmek ve onları görüp gözetmek.
7) Komşu hakkını gözetmek.
8) Lâzım olan alışveriş bilgilerini öğrenmek.
9) Helâlleri ve haramları öğrenmek.
Bunları herkesin öğrenmesi lâzımdır. Zira insanların çoğu, bilmediğinden ve bildiğiyle amel etmediğinden dolayı helâk olmuştur.
İyi biliniz ki, dünyayı ve dünyaya düşkün olanları sevmek, Allah Teâlâ’nın râzı olduğu yolda yürümenize en büyük bir engeldir.
Dâimâ Allah Teâlâ’yı hatırlayıp O’nu zikrediniz! Böylece dîninizi dünyaya değişmemiş olursunuz. Dâimâ Allah Teâlâ’dan korkunuz! Hiçbir ibadet, Allah korkusundan daha tesirli değildir.
Allah Teâlâ’dan başka her şeyi bırakınız. «Lâ ilâhe» derken Allah’tan başka hiçbir mâbud olmadığını biliniz. «İllâllah» derken, Allah Teâlâ’nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu biliniz.
Şunu iyi biliniz ki elbiseyi temiz su arındırır. Dili de Allah Teâlâ’yı zikretmek temizler. Bedeninizi namaz kılmak, malınızı zekât vermek temizler. Yolunuzu, insanların sizden râzı olması temizler. İhlâs sahibi oluncaya kadar ihlâsı, kurtuluşa erinceye kadar da kurtuluşu arayınız!
Kalbin, dilin ve bedenin temiz olması, helâl lokma yemeye bağlıdır. Bunu, iyi biliniz. Helâl lokma yiyen insanın midesi, içinde temiz su toplanan havuz gibidir. Bu havuzdan etrâfa temiz su dağılır ve bu su ile çiçekler yetişir, ağaçlar meyve verir, ondan istifâde edilir.
Tevbe ediniz! Tevbekâr ve edepli olmak lâzımdır. Tevbe ediniz ki, tevbe bütün tâatlerin başıdır. Tevbe sadece dil ile olmaz! Tevbe, işlenen günahlara pişman olmak, bir daha o günahı işlememek ve amel-i sâlihlerde bulunarak hatâyı telâfî etmektir.
Allah Teâlâ’dan dâimâ korkunuz. Günahlarınıza pişman olup o kadar ağlayın ve tevbe edin ki gerçekten size tevbekâr denilebilsin. Dünyada iken günahlara pişman olup kulluk vazifesini yaparak âhireti kazanmak lâzımdır. İşte, bütün işin aslı budur.
Gerçek muhabbet; Allah Teâlâ’nın rızâsını aramak ve kötü işleri terk etmek, ahde vefâ göstermek, emânete ihânet etmemek, kendi kusurlarını görüp amelleri ile övünmemek, amellerini görmemek, dâimâ Allah Teâlâ’nın zikriyle meşgul olmaktır.
Hiçbir işe, Cenâb-ı Hakk’ın ismini anmadan (besmelesiz) başlamayınız ki o işten dolayı âhirette utanmayasınız.
Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat ediniz! Nerede olursanız olun, ilim öğrenmekten ve amel etmekten uzak kalmayınız. Her ne olursa olsun, karşınıza her ne güçlük çıkarsa çıksın, ilmi ve ameli aslâ terk etmeyiniz!
Emr bi’l-mârûf ve nehy ani’l-münker vazifesini yerine getiriniz! Dînin yasak ettiği şeylerden, dîne uygun olmayan işlerden ve bid’atlerden sakınınız! Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
«Ey îmân edenler! Kendinizi ve çoluk-çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyunuz!..» (et-Tahrîm, 6)
Âhirette cehennem yakıtı olan bu insanlardan olmamak için çok korkup sakınınız!
Fudayl bin Iyâz Hazretleri şöyle anlatmıştır:
«Havanın çok sert ve soğuk olduğu bir gün, Şeyh Abdülallâm’ı gördüm. Üzerinde ince bir elbise vardı. Soğuk olmasına rağmen buram buram terliyordu:
“–Bu soğukta böyle terlemenizin sebebi nedir?” dedim.
“–Bir gün bu mekânda bir günah işleniyordu. Ben buna mânî olmak istedim fakat mümkün olmadı. İşte bunun ıztırâbından dolayı bu mekânı gördükçe terliyorum ve kıyâmet günü bunun mes’ûliyetinden nasıl kurtulurum diye korkuyorum!” cevâbını verdi.»
Ya siz, her gün hem kendiniz, hem de başkaları için nice emr bi’l-mârûf vazifesini kaçırıyorsunuz! Hâlinize bir bakınız!
Bütün işlerin başı, dînin emirlerine yapışmak ve Allah Teâlâ’nın koyduğu hudutları aşmamaktır.
Akıllı kişi, kendi hâlini düşünür. İnsanlar ile arasındaki hudûda ve hukûka riâyet eder. Bunu gözetmeyenler için verilecek cezâyı bildiren nice âyet-i kerîmeler mevcuttur. Her zaman ve her yerde; bakarken, konuşurken, dinlerken, gelirken, yerken, içerken… Allah Teâlâ’ya ve insanlara karşı riâyet edilmesi gereken bir hudut vardır. Fırsatı ganimet biliniz, yaptığınız işleri kurtuluşunuza vesîle olacak şekilde yapınız! Helâl rızık kazanmak için çalışınız! Kâfî miktarda kazanıp israf ve cimrilikten sakınınız! Nafakanızı kazanıp harcarken dînimizin emirlerine uygun hareket ediniz!
Resûlullah Efendimiz:
«İşlerin hayırlısı, en mûtedil ve vasat olanıdır.» buyurmuşlardır. (Beyhakî, Şuab, VIII, 275/5819)
Helâlinden ve kendi kazancınızdan yiyiniz! Eğer uykunuz gelirse biraz uyuyunuz ki ibadet ve tâat yapmak için dinlenmiş olasınız. Fakat Allah Teâlâ’yı zikretmeden uyumayınız!
Ey talebelerim! İnsanların maksada ve saâdete kavuşmaktan mahrum olmalarının sebebi; âhiret yolunu bırakıp yalancı dünyaya sarılmalarıdır. Âhiret saâdetini isteyen kişi, doğru îtikāda sahip olup, bid’at ve dalâletlerden uzak durmalıdır. Yaptığı her şeyden hesâba çekileceğini bilerek hareket etmelidir.
Ey dostlarım! Mü’minin kendi gidişâtından habersiz olması kadar kötü bir şey yoktur. Bu hâl, gaflet içinde olmanın delîlidir. Başkalarının habersiz olduğu şeyler, bu yolun büyüklerine açılmıştır. Onların maksadı, Allah Teâlâ’nın rızâsını aramaktır. Onlar, buna kavuşmuşlardır.
Allah Teâlâ, her asırda sevip seçtiği kullarından bir büyük zât yaratır. Böylece herkesi belâlardan, felâketlerden korur. Ey talebelerim! Böyle olan zâta talebe olunuz! Böylece dünya ve âhiret saâdetine kavuşursunuz.
Ümmet-i Muhammed’in nur saçan kandilleri olan âlimlere yakın olunuz! Resûlullah Efendimiz:
«(Zâhirî ilimleri hazmetmiş ve bâtınını ikmâl etmiş) âlimler, peygamberlerin vârisleridir.” buyurmuşlardır. (Ebû Dâvûd, İlim, 1)
Sakın, ilmi ve âlimleri sevmekten uzak kalmayınız! Zira bu, kurtuluş vesîlesidir. Câhillerle görüşmek, insanı Cenâb-ı Hak’tan uzaklaştırır. Semâ yapıyoruz diye zâhirî hareketlere takılan ve hoplayıp zıplayan kimselerin meclislerinden uzak durunuz! Onlarla oturmayınız! Onlarla sohbet, kalbi öldürür. Bunun için yolumuzun büyükleri, bu işten uzak durmuşlardır.
Hakîkî semâ yapan kişinin hâli öyledir ki, o anda bıçak çalsan, huşû ve vecdi sebebiyle bundan haberi olmaz. Eğer böyle olursa, o kişi gerçekten semâ hâlindedir.
Ruhsatlardan uzak durup, azîmetle amel ediniz! Ruhsatlarla amel etmek, zayıf kişilerin işidir. Bundan daha fazla nasihat isterseniz, Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretlerinin nasihat ve yazılarına bakınız! Bu kadarı kifâyet eder. Akıllı olana bir işaret kâfîdir.”[10]
SEYYİD EMÎR KÜLÂL HAZRETLERİNİN HİKMETLİ SÖZLERİ
- “Geceleri ibadetle geçirseniz ve açlıktan beliniz keman teli gibi incelse bile, lokma ve hırkanız helâl olmadığı müddetçe maksada ulaşamazsınız!”[11]
- “Nefsin isteklerini terk ediniz ki âhirette utanıp mahcûb olmayasınız. Eğer şükrederseniz Allah Teâlâ size her istediğinizi ihsân eder. Bu dünyada ne yaparsak, âhirette onun karşılığını bulacağız.
Ey dostlar! Dikkat ediniz ve uyanık olunuz! Bir kişi hevâ ve heveslerinden vazgeçmedikçe, tuzağına av düşmeyen ve eli boş dönen avcı gibidir. Eğer insan Allah Teâlâ’yı unutur, gaflete dalarsa, belâ ve musîbete dûçâr olur.
Ne yazık ki ömür bitmek üzere olduğu hâlde insan dünyalıklara dalmış, nefsinin esîri olmuş ve âhiret yolculuğunu unutup ihmâl etmiştir.”[12]
- “Ey dostlar! İhlâslı olunuz! Her işinizi Allah rızâsı için yaparsanız kurtulursunuz. İhlâssız işlenen amel, üzerinde pâdişahın mührü olmayan para gibidir. Üzerinde pâdişahın mührü bulunmayan parayı kimse almaz. Üzerine mühür vurulanı ise herkes alır.
İhlâsla yapılan az amel, Cenâb-ı Hak katında çok amel gibidir. İhlâssız yapılan çok amelin ise Hak katında kıymeti yoktur. Yaptığınız her ibadeti ve işi ihlâs ile yapınız! Böylece Allah Teâlâ’ya yakın ve rızâsını kazananlardan olursunuz…
Mert o kişidir ki önce iyice düşünür sonra amel etmeye başlar. Böylece sonunda, yaptığı işten utananlardan olmaz.”[13]
- “Dünya sevgisi ve bağlarının neminden kurtulmadığı müddetçe, vücut çömleği bir işe yaramaz. Çömleği pişirmek için sağlam olarak fırına sürerler. Mânevî tasarruf fırınına giren çömleklerden bâzıları sağlam, bâzıları da kırık çıkar. (Yani eksikliğini gideremez, nefsânî arzularından kurtulamaz.) Biz, kırık çıkan çömlekler hakkında da ümitvâr oluruz. Çünkü onları hemen toz hâline getirir, başka bir çamurla karıştırıp çömlek yapar ve tekrar fırına veririz. Sağlam çıkana dek böyle yaparız. Yani bıkıp usanmadan terbiyelerine devam ederiz.”[14]
- “Gönül almaya bak; güçsüzlere hizmet et! Zayıfları, gönlü kırıkları koru! Onlar öyle kimselerdir ki halktan hiçbir gelirleri yoktur. Bununla beraber, onların birçoğu tam bir kalp huzuru, tevâzû ve kırgınlık içinde yaşayıp giderler. Böyle kimseleri ara bul ve onlara hizmet et!”
[1] Mevlânâ Şihâbeddîn, Âgâhî-yi Seyyid Emîr-i Külâl, s. 7-8.
[2] Reşahât, s. 103.
[3] Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s. 11. Reşahât, s. 104; Bedreddîn Sirhindî, Hazarâtü’l-Kuds, I, vr. 114b-115a; Muhammed Tâlib, Matlabu’t-Tâlibîn, vr. 22a-22b; Mecdüddîn Bedahşânî, Câmi’u’s-Selâsil, s. 709.
[4] Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s. 14.
[5] Reşahât, s. 104.
[6] Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s. 28-29.
[7] Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s. 30-31; Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, X, 333.
[8] Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s.60.
[9] Sadriddin Selim Buhârî, Bahâüddin Nakşbend Yaki Yetti Pir, s. 12.
[10] Bkz. Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s. 56-58; Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, X, 338-342.
[11] Mevlânâ Şihâbeddîn, a.g.e, s. 27.
[12] Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, X, 334.
[13] Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, X, 338.
[14] Muhammed Pârsâ, Muhammed Bahâüddîn Hazretleri’nin Sohbetleri, s. 36.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları