Seyyid Taha El-Hakkari Hazretleri Kimdir?
Altın Silsile’nin 30’uncu halkası, Abdülkadir Geylani Hazretlerinin torunu Seyyid Taha El-Hakkari Hazretlerinin hayatı...
Seyyid Tâhâ el Hakkârî -rahmetullâhi aleyh- (Altın Silsile 31) - Sesli Kitap
Seyyid Taha El-Hakkari, Resûlullah Efendimiz’in neslinden olup Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin torunlarındandır. Babası Seyyid Molla Ahmed bin Sâlih Geylânî Efendi’dir. Şihâbüddîn (dînin parlak yıldızı), İmâdüddîn (dînin direği), Kutbü’l-İrşâd ve’l-Medâr (irşad kutbu ve vesîlesi), Seyyid-i Büzürg (Büyük Seyyid) gibi üstün sıfatlarla anılmıştır.
Küçük yaşta hâfızlığını tamamladıktan sonra ilim tahsiline başlamıştır. Süleymaniye, Kerkük, Irak, Erbil, Bağdat gibi ilim merkezlerine giderek büyük âlimlerden, tefsir, hadis, fıkıh gibi zâhirî ilimleri, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini tahsil etmiştir.
Amcası Seyyid Abdullah Şemdinî, Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin medrese arkadaşı idi. Onunla kardeş gibiydiler. Bir taraftan zâhirî ilimleri tahsil ederken bir taraftan da gönül ilmini meşk edecek bir mürşid-i kâmil arıyorlardı. Bu sebeple, Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Hindistan’a gidip gelince Seyyid Abdullah Hazretleri hemen onu ziyarete gitti. Mevlânâ Hâlid’in tahsil ettiği mârifet ve kemâlâtı görünce ona olan muhabbet ve hayranlığı daha da arttı ve hemen ona intisâb etti. Önde gelen talebelerinden oldu. Bir müddet sonra kendisine icâzet verildi.
Seyyid Abdullah Hazretleri bir gün Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerine, kardeşinin oğlu Seyyid Tâhâ el-Hakkârî’nin hârikulâde istidâdından bahsetti. Mevlânâ Hâlid Hazretleri de bir dahaki gelişinde, onu da beraberinde getirmesini istedi.
Mevlânâ Hâlid Hazretleri, Seyyid Tâhâ’nın yetişmesi hususunda gerekli ihtimâmı gösterdi. Tâha’l-Hakkârî Hazretleri kısa bir zamanda pek ulvî bir ahlâka ve yüksek mânevî hâllere kavuştu. Bir müddet sonra kendisine hilâfet verildi.
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, Tâha’l-Hakkârî Hazretleri’ni irşad vazifesiyle Berdesûr’a gönderirken, onu büyük bir cemaatle uğurladı. Atına binerken üzengisini tuttu. Tâha’l-Hakkârî Hazretleri her ne kadar buna mânî olmak istediyse de üstâdı:
“–Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Ehl-i Beyt’ine olan muhabbetim sebebiyle üzenginizi mutlakâ tutmak istiyorum. Lütfen buna mânî olmayınız!” buyurdu.
Mevlânâ Hâlid Hazretleri dizginleri tutup bir müddet Seyyid Tâhâ Hazretleri ile yürüdükten sonra durdu. Elindeki dizginleri ona verdi ve:
“–Bundan sonra dizginlerin senin elindedir. Zira mânevî yolda çok merhaleler katettin. Cenâb-ı Hak yardımcın, büyüklerin himmetleri sığınağın olsun!” buyurdu.
Kısa bir müddet sonra amcası vefât edince Tâha’l-Hakkârî Hazretleri onun vazife yaptığı Nehrî kasabasına gelip irşâda devam etti. Burada kırk iki sene ümmet-i Muhammed’e ilim, irfan, feyz ve rûhâniyet tevzî etti. Uzaktan yakından pek çok insan pervâneler gibi bu irşad ve nur menbaının etrâfına toplandılar. Hizmetleri, Kafkaslardan Irak, Sûriye ve Mısır’a, İran’dan Anadolu ve Balkanlar’a kadar ulaştı. Hattâ 1853 yılında Osmanlılarla Ruslar arasında çıkan savaşta Dağıstanlı büyük sûfî mücâhid Şeyh Şâmil ile Tâha’l-Hakkârî ve kardeşi Şeyh Sâlih, Rus ordularına karşı Hakkâri ve Azerbaycan halkını harekete geçirdiler.
Ayrıca Seyyid Tâhâ Hazretleri kalabalık bir gönüllü ordusuyla, Ruslara karşı savaşan Osmanlı birliklerine yardım etmek üzere sefere çıktı.[1]
TAHA EL-HAKKARİ HAZRETLERİNİN FAZİLETLERİ
Tâha’l-Hakkârî Hazretleri, teheccüd namazını ekseriyâ evinde, bâzen de kendi mescidinde edâ ederdi. Kuşluk namazını dâimâ câmide kılardı. Her gün medreseleri dolaşır, talebelerin tahsillerini tedkik eder, müderrislerin müşkül meselelerini hallederdi. Nehrî kasabası, âdeta bir karınca yuvası gibi, dâimâ sâlih kişiler ve talebelerle dolup taşardı. Gece gündüz o mübârek mekânın, zikir, tefekkür, ibadet ve tâatsiz bir ânı olmazdı. Dergâhtan fakirlere ve misafirlere yemek ikram edilirdi. İkindi namazından sonra Hatm-i Hâcegân yapılır, sonra da İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Mektûbât’ından okunurdu. Akşamdan evvel yemek yenir, akşam ile yatsı arasının zikir, tefekkür ve ibadetle ihyâ edilmesine ehemmiyet verilirdi.
Seyyid Tâhâ Hazretleri, vakar, heybet ve son derece merhamet sahibi bir mürşid-i kâmil idi. Zaman zaman talebelerine latîfe ve nükte yaptığı olurdu.
Tâha’l-Hakkârî Hazretleri talebelerinden kimseyi ihmâl etmez, herkesin hâlini hatırını sorardı. Kimin bir sıkıntısı varsa hemen gidermeye gayret ederdi. Sıla-i rahime ehemmiyet verir, muhtaçların ihtiyaçlarını karşılardı. Üstâdının tavsiyelerine uyarak gâfil devlet adamlarıyla görüşmez, ancak bâzı Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere mektup yazdığı olurdu.
Resûlullah Efendimiz’e ve ashâb-ı kirâma muhabbeti çok fazla idi. Şemdinli’nin doğusunda, İran hudûduna yakın bir dağ vardır. Hazret-i Ömer t zamanında ashâb-ı kirâm, fetih için buralara gelmiş ve bu dağda bir kısmı şehîd olmuştur. O zamandan beri bu dağın ismi Şehîdân (şehidler) Dağı olarak kalmıştır. Seyyid Tâhâ Hazretleri Şehîdân Dağı’nı her sene iki defa ziyaret eder ve oradaki sahâbîlerin ruhlarını şâd ederdi.
Seyyid Tâhâ Hazretleri insanların her türlü hizmetine koşardı. Nitekim bir defasında Nehrî kasabasının alt tarafına bir değirmen yapmaya karar verdi. Plân ve projesini bizzat kendisi hazırlayıp, yapılışı esnâsında talebeleriyle birlikte sırtında taş taşıdı. Günlerce çalıştıktan sonra nihâyet değirmenin inşâsı tamamlandı. Değirmen öyle sanatlı, öyle muntazam yapılmıştı ki, hazne kısmına buğday konulduğunda kendiliğinden çalışmaya başlar, haznede buğday bittiğinde dururdu. Bunu görenler, Seyyid Tâhâ Hazretlerinin yüksek zekâ ve dehâsına da hayran kalırlardı.
TAHA EL-HAKKARİ HAZRETLERİNİN ÜSTADI İLE MEKTUPLAŞMALARI
Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri bir defasında Seyyid Tâhâ el-Hakkârî Hazretlerine şu mektubu göndermişti:
“Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla…
Kerîm ve nîmet sahibi Rabbimizin selâmı ve rahmeti üzerinize olsun! Rabbim sizleri irfânından hisselendirsin ve ihsânıyla nîmetlendirsin! O lûtuf ve merhamet sahibidir.
Mektubunuzun gelmesiyle müşerref oldum. Talebinizin hâsıl olması için Rabbime niyazda bulundum. Cenâb-ı Hak’tan bize ihsân etmesini, duâmı kabûl buyurmasını ve istediğimiz şeyleri lûtfetmesini ümid ediyorum. Sizin yüce şefkatinizden de aynı şekilde davranmanızı umuyorum.
Buradaki arkadaşlarımın hepsi sizin kurtuluşunuzu istiyorlar. Bilhassa efendim Seyyid Abdülkâdir Berzencî ve Hacı Mûsâ, îman selâmetleri için zât-ı âlînizden duâ etmenizi ricâ ederler. Sizler, hakîkaten merhamet ve ihsân ehlisiniz.
Ben de sizden ve fakih kardeşimiz Abdülkâdir’den, bu fakir, garip, mücrim ve mükedder kardeşinizin Hak yolunda muvaffak olması için duâ etmenizi ricâ ediyorum! Cenâb-ı Hakk’ın bizleri ve sizleri kendi rızâsıyla meşgul etmesi, mâsivâdan gönlümüzü uzaklaştırması, dünyanın değersiz ve azıcık faydası yüzünden bizi, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiç kimsenin hatır ve hayâline gelmeyen Cennet nîmetlerinden mahrum bırakmaması için duâ ediniz!”[2]
Mevlânâ Hâlid Hazretleri bir mektubunda da şöyle buyurur:
“Kıymetli Seyyid Tâhâ! Allah Teâlâ’nın emânında olunuz! Âfet olan şöhretten şiddetle sakınınız! Talebelerin çok olması bir ucub hâli meydana getirebilir. Bu hâl, kişi için büyük bir iptilâ olur. Allah Teâlâ sizi bu âfetten muhâfaza buyursun! Âmîn.
Zâlim idarecilere meyletmenin öldürücü ve rûhu kurutan bir zehir olduğunu biliniz! Onlara yakın olmaktan, tatlı, idâre edici ve iltifatlı dil kullanmaktan ve onların gözüne girmek için kendini küçük düşürecek hareketler yapmaktan çok uzak durmak gerekir. İnşâallah zâlim idarecilerle bir araya gelmezsiniz. Dâvet etseler bile icâbet etmemelidir. Böyle bir dâvete verilecek cevap şudur:
«–Biz derviş kimseleriz. Bizim işimiz, dünya ile irtibâtı azaltmak, diğer taraftan da dînimize hizmet eden İslâm pâdişâhına duâ etmektir. Biz, sultanların meclislerindeki merâsimlere uygun hareketleri bilmeyiz! Bu bakımdan bizi mâzur görünüz!»
Kıymetli Seyyid Tâhâ! Sana söylediğim hususlara riâyet et! Molla Mustafa Eşnevî’ye de fakirin selâmını söyle. Bu yazdıklarım onun için de geçerlidir. Fitne olan yerden çok uzak durup, dîne hizmet edecek yerde bulunmak ve yerleşmek zarurîdir. Bizden bir şey gizli tutulmasın! Zira böyle bir davranış helâke sebep olur!
Kulların en zayıfı Hâlid-i Nakşibendî Müceddidî”[3]
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, diğer bir mektubunda ise şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, kalbimin sevgilisi Seyyid Tâhâ’yı fenâ ve bekā makamlarının nihâyetine kavuşturmakla şereflendirsin! Bu fakire muhabbet ve ihlâs bağı ile bağlılığınızı bildiren mektubunuz geldi. Yüksek Nakşibendiyye yoluna hizmet için çalıştığınız ve Kur’ân-ı Kerîm’i, güzel bir usûl ile hatmetme haberinize çok sevindik. İhlâslı olmak şartı ile insanlar, sizin vâsıtanızla Allah Teâlâ’ya ibadet etmek, Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sine tâbî olmak gibi her ne yaparlarsa onların kazandığı sevap kadar sizin de amel defterinize yazılacaktır.
«İslâm’da iyi bir çığır (sünnet-i hasene) açan kimseye, bunun sevâbı vardır. O yolda yürüyenlerin sevâbından da aynısı kendisine verilir. Fakat onların sevâbından hiçbir şey noksanlaşmaz…» (Müslim, Zekât, 69) hadîs-i şerîfi bu sözümüze açık bir delildir. Allah Teâlâ’nın selâmı, rahmet ve bereketi üzerinize olsun!
Kulların en zayıfı Hâlid-i Nakşibendî.”[4]
Tâha’l-Hakkârî Hazretleri mühim bir mesele olduğunda üstâdı Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’ne mektup yazmış, o da cevap göndermiştir. Gelip giden talebeler de eksik olmamıştır. Bu şekilde irtibatlarını devam ettirmişlerdir.
Tâha’l-Hakkârî Hazretleri de müridlerini ve halîfelerini dâimâ mektuplarla irşâd etmiştir. Bunların birinde şöyle buyuruyor:
“…Dervişlere karşı muhabbet, dünya ve âhiret saâdetinin sermâyesidir. Şu iki şeyi muhâfaza etmek lâzımdır:
- Şerîat sahibi Peygamber Efendimiz’e tâbî olmak,
- Kendisine tâbî olunan üstâda karşı muhabbet ve ihlâs.
Bu ikisi olunca, her ne verirlerse nîmettir, bir şey vermezlerse de gam değildir; zira nasıl olsa sonunda vereceklerdir. Allah korusun, bu iki husustan birinde noksanlık olur da, bununla birlikte mânevî hâller ve zevkler normal bir şekilde devam ederse, o hâlleri hîle ve istidrâc olarak bilmek, insanı harap edecek bir şey olarak görmek lâzımdır. Doğru yol budur. Her işte muvaffak kılan Cenâb-ı Hak’tır. Selâm ve duâ ile.
Kulların en zayıfı Seyyid Tâhâ el-Hâlidî en-Nakşibendî.”[5]
TAHA EL-HAKKARİ HAZRETLERİNİN TÜRBESİ NEREDE?
Tâha’l-Hakkârî Hazretleri hicrî 1269 (m. 1853) senesinde Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi yakınlarındaki Nehrî’de vefât etti. Kabri oradadır. Osmanlı devrinde 16 bin nüfuslu şirin bir kasaba olan Nehrî, bugün Bağlar diye isimlendirilmektedir.
TAHA EL-HAKKARİ HAZRETLERİNİN HİKMETLİ SÖZLERİ
- “Bu yüce yola intisâb edenlerin faydası, ana-babalarına ve atalarına da ulaşır.”[6]
- “Amellerinizi toprağa gömmeyiniz! İnsanın kendini beğenmesi; amellerini mezara gömerek yok etmesi gibidir. Hiçbir şey, insanın kendini beğenmesi (ucub) kadar, amelleri hebâ etmez.”[7]
- “Hak dostlarını inkâr edenden ve bid’at ehlinden, aslandan kaçar gibi kaçın! Münkirin ekmeğini yiyenin kalbi, zikre karşı kırk gün ölü gibi olur. Bu münkirler, Rasûlullah r Efendimiz’in zamanında olsalardı, O’na îmân etmezlerdi.”[8]
- “Kimin ihlâs ve muhabbeti olur da şerîate uygun amel işlerse, hiç şüphesiz o, Allâh’ın velî kullarındandır, isterse hiç kerâmeti görülmesin! Kimin de ihlâsı, muhabbeti ve amel-i sâlihleri yoksa, ondan kerâmetler zuhûr etse bile, bunlar kerâmet değil istidrâcdır. Allah cümlemizi bu hâle düşmekten muhâfaza buyursun!”[9]
- Tâha’l-Hakkârî Hazretleri:
“Misvak kullanıldıktan sonra kılınan bir rekât namaz, misvaksız kılınan yetmiş rekâttan daha hayırlıdır.” (Ahmed, VI, 272) hadîs-i şerîfine şu mânâyı verirdi:
“Hadiste geçen «sivâk» kelimesi misvakla dişleri temizlemek mânâsına geldiği gibi, «senden başkası» anlamına da gelir. Bu durumda hadîs-i şerîfe şöyle bir mânâ da verilebilir:
«Kendini ve dünyevî şeyleri terk ederek Rabbine yönelip O’nun huzûrunda olduğunu hissederek kıldığın bir rekât namaz, gafletle kıldığın yetmiş rekâttan daha hayırlıdır.»”[10]
[1] Salih Uçan, Nakşibendî Şeyhlerin Mukaddes Sözleri, s. 69, Huzur Yayınevi, İstanbul 1983.
[2] Es‘ad Sâhib, Buğyetü’l-Vâcid, s. 265-266, no: 97.
[3] Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, XI, 411.
[4] Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, XI, 412.
[5] El yazısı mektubun sûreti için bkz. Abdurrahman Memiş, Hâlid-i Bağdâdî, s. 338.
[6] Bkz. Salih Uçan, a.g.e, s. 163, 108, 118, 121, 231, 257.
[7] Salih Uçan, a.g.e, s. 156.
[8] Salih Uçan, a.g.e, s. 44.
[9] Salih Uçan, a.g.e, s. 300.
[10] Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Altın Silsile, s. 202.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları