Şifâ, Allâh’ın (c.c.) Lûtfudur
Altınoluk dergisi yazarı Betül Nefise İnal'ın Kasım 2022 sayısında "Şifâ, Allâh’ın (c.c.) Lûtfudur" başlığı ile kaleme aldığı makaleyi istifadenize sunuyoruz...
Tamamlayıcı tedavi usûlleri, kişiye bütün olarak yaklaşmakta ve vücudun kendi iyileştirme mekanizmalarını kullanmaktadır. Tedavide ve koruyucu hekimlikte sıhhatli bir bünyeye sahip olmanın ehemmiyeti büyüktür. Bunun için de sağlıklı beslenmenin, temizliğin, düzenli uyku ve fizikî aktivitenin/hareketliliğin önemi gözden kaçırılmamalıdır.
TEDAVİDE TESİRLİ GIDALAR
Meyve ve sebze ağırlıklı, düzgün ve dengeli beslenmenin; bal, çörek otu, zeytin, hurma, sarımsak... gibi şifalı gıdaları tüketmenin; misvak kullanmanın pek çok hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde tesirli olduğu unutulmamalıdır.
Birkaçı hakkında kısaca bilgi verdiğimiz “tamamlayıcı usûller” sadece bunlarla sınırlı değildir. Zaman geçtikçe farklı uygulamaların da mûtad kullanıma girdiğini ve nice “dermansızmış gibi görünen” dertlerin çözüldüğünü görebiliriz.
Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli husus, hakikatte insanı kimin tedavi ettiğidir! Modern usûller mi, tamamlayıcı olanlar mı; ya da bunların eğitimini almış uygulayıcılar mı?!
Saç kılı gibi ince-uzun iğneler, bardağa benzer kupalar mı; çeşit çeşit minerallerin karışımıyla hususî olarak hazırlanmış, belirli sıcaklıktaki sular mı? Dünyayı korumasıyla mâruf, çocukluk yıllarımızda hafızamıza ismi “delinmesiyle” kazınan, vazifelerinden ise bîhaber olduğumuz, bizden kilometrelerce uzaklıktaki keskin kokulu renksiz bir gaz olan ozon mu?
Bakarken içimizin bir hoş olduğu omurgasız bir canlının minik bünyesinde depolanan, özel biyo-kimya laboratuvarlarında üretilerek mikro paketlere sırlanan, hâli hazırda hepsi keşfedilememiş, yüzden fazla kimyevî bileşikten husûle gelen bir sülük ifrâzâtı mı?
Ortalama altı haftalık ömründe; dağlardan, ağaçlardan, çardaklardan evler edinip, kendisi için belirlenmiş husûsî yollardan giden, her türlü meyveden yiyip karnından çeşit çeşit renklerde mûcizevî bir şerbet çıkaran[1], düşmanlarını titreten mikro iğnesinde bile nice devâ taşıyan arılar mı?
Kara toprağın bağrında belirli bir süre hazırlandıktan sonra, rengârenk elbiseler giyerek oradan birer gelin gibi çıkan; ilmini köküne, dalına, yaprağına, çiçeğine, meyvesine, hattâ ruhlara ferahlık veren râyihasına nakşeden, sayamayacağımız kadar çok ilacın kimyevî formüllerini âdeta onlarca fakültede tahsil yapmış gibi bünyesinde saklayan, muhtelif bitkiler mi?
Havada süzülerek kulak zarımıza ulaşan, minik tüycükleri titreştirerek sinir sistemimizi uyaran, bu şekilde tedaviyle alâkalı yolları harekete geçiren ritmik ses molekülleri ve sâir metotlar mıdır hasta olduğunda insanı iyileştiren?
Birkaç damla vücut sıvısıyla sayfalarca tahlil yapabilen biyokimya laboratuvarlarındaki özel cihazlar; Ultrasound, Tomografi, MR gibi son model görüntüleme usûlleri veya bunların neticesine göre verilen kimi tablet-draje, kimi toz-şurup, kimisi de iğne-serum şeklinde olan muhtelif tesire sahip kutu kutu ilaçlar mıdır?
Vücut sistemi ve işleyişine vâkıf olabilmek, hastalıkları, sebeplerini ve tedavi usûllerini öğrenebilmek, sağlığın korunması adına tedbirler alabilmek için yıllar boyu fakültelerde okuyan, nice kitap devirdikten sonra birtakım hastalıkları teşhis edip tedavi protokollerini belirleyebildiğinde:
“-İşte bunların hepsini ben yaptım, ben olmasam hastalar iyileşemez!” diye övünen, kendisi hastalandığında da acziyete düşüp derman için kapı-kapı dolaşan; nihayet 2019’dan beri bütün dünyayı saran, “canlı” bile diyemediğimiz bir virüs karşısında her türlü teknik imkânı kullanmalarına, pek çok metodu denemelerine rağmen yine de âciz kalan “sağlıkçılar” mıdır?!
Yoksa bilim insanlarının nice yıllardır yaptıkları sayısız araştırma ve çalışmaların neticesinde:
“-Bugüne kadar edinilen bilgi birikimiyle, çözümlenebilen yönü sadece binde dörttür, gerisi ise «Dark matter»dır yani bilinmeyendir, karanlık maddedir!” dedikleri; trilyonlarca hücreden müteşekkil, son derece hassas ve benzersiz bir işleyişe sahip vücut sistemi midir; hakikatte kendi kendini iyileştiren?
Hastayı iyileştiren kim?! Bitki mi, böcek mi; taş mı, toprak mı; iğne mi, ilaç mı; kupalar mı, bol mineralli sular mı, teknik cihazlar mı? Kalem tutup yazdığında, okuyup öğrendiğinde, tahsil ettiği bilgiyi öğrettiğinde veya uygulamaya koyduğunda, kendini ihtiyaçsız zanneden ve her şeyi yapabileceği vehmine kapılan hekim, eczâcı, biyolog, kimyâcı, tıpçı veya alternatifçi insan mı?
Şifâyı veren kim; kör tesadüfler, tabiat ana vb. sahte ilâhlar, evrim, ateizm, deizm gibi safsatalar mı? Kim?!
Kim; hiç hastalanmamış gibi bedeni eski işleyişine döndüren, ölen hücrelerin yerine yenisini koyan, kilometrelerce uzun damar ağı ile, miligramın trilyonda biri ağırlığındaki molekülleri, ifrâzâtı en uç noktalara gönderen? Âciz atomlara, onlarca fakültede ilim tahsil etmiş gibi iş gördüren; kim?! (DEVAM EDECEK)
[1] “Sonra her türlü meyveden ye de, bal yapmak üzere Rabbinin sana takip etmen için belirlediği (yaylım) yollarına gir! Onların karınlarından çeşitli renklerde bir şerbet çıkar ki, onda insanlara şifâ vardır. Şüphesiz bunda, düşünen kimseler için bir ibret vardır.” (en-Nahl, 68-69)
Kaynak: Betül Nefise İnal, Altınoluk Dergisi, Kasım-2022, Sayı:441