Sigara İçmek Öldürür
Sigara içmek öldürür mü? Ekrem Bektaş, sigara tiryakilerinin hallerini yazdı...
Değerli emekli dostlarım! Benim bir yeğenim var, adı Çetin. Benden 15 sene küçük ama benden 15 sene yaşlı görünüyor. Benim bu halime bakın, bir de onun halini düşünün.
Çetin, iki koltuk değneği ile zor yürüyor. Yürüyor diyorum ama aslında yürüyemiyor. Haftada bir defa köşedeki bakkala gidiyor, bir haftalık sigarasını alıp dönüyor. Çetin’in bütün canlılık belirtisi bu…
Sigara içmekten bu hale geldi ama sigarayı öyle savunuyor ki zannedersin sigara firmalarının avukatlığını yapıyor.
AĞACIN ALTINDAKİLER GİBİ
Sonbaharın serinliği iyice hissedilmeye başladı. Biraz da yağmur yağıyor. Camiye şemsiye ile geldim. Namaz çıkışında hocaya yanaştım:
-Hocam, bir cuma günü sigaranın kötülüğünü anlatsana, dedim.
-Nasıl anlatayım!.. Bizim müezzin tiryaki…
Ben bunu bilmiyordum. Galiba hoca da bizim müezzine arada sırada arkadaşlık yapıyormuş. Bazen burnuma kül tablası gibi kokular geliyordu ama dışarıdan geliyor zannediyordum. Yine de bizim imam duvara:
“Camide ve avluda sigara içmek yasaktır” diye yazmıştı.
Yağmur şiddetini biraz daha arttırdı. Arkadaşlarla şemsiyenin altına sığınarak Cafe Ahmet’e doğru hızlı adımlarla yürüdük. Kendimizi Cafe’ye zor attık. Mis gibi çay kokusu, tam havası…
Biz içeriye girince üç kişi dışarı çıktı. Ağacın altında şemsiyeyi açtılar, sigaralarını yaktılar. Yağmur daha da şiddetlendi. Tiryakiler şemsiyenin altında biraz daha büzüştüler. Sırtları ıslanıyor ama aldırmıyorlar, yeter ki sigaraları ıslanmasın…
Şemsiyenin içi zifiri duman; aynı dumanı tekrar ciğerleri çekiyorlar, duman zayi olmuyor, aynı “yoğuşmalı kombi” gibi… Çok komik bir halleri var, ne diyeyim ki: “Allah akıl versin!..”
Ben onların hallerine bakarken Ahmet Abi:
-Bizim Tiryaki’yi hastaneye kaldırmışlar be ya!.. dedi.
-Necati’yi mi?
-Evet!..
Bir haftadır iyice kötüleşmiş, ben şimdi duydum. Hemen telefon açtım:
-Alo Necati?
-Öhö!.. öhö!.. Benim abi, merhaba!..
-Geçmiş olsun Necati, nasılsın?
-İyiyim abi, zaten çocuklar zorla yatırdı.
-Öyle deme sağlık önemli… Ziyaretine geleceğim bir ihtiyacın var mı?
-Öyle kolonya, çiçek miçek getirme, etraf dolu…
-Tamam Necati, ne istiyorsun?
-Gelirken iki paket getir abi, kantinde bulunmuyor!..
-Paket mi? Ne paketi?
-Abi, sigaradan başka paket mi var?
-Yahu Necati, sen sigara yüzünden hastaneye yatmadın mı?
-Yok abi, çocukların yüzünden…
-Necati, aklını başına topla!..
-Nasıl toplayayım abi? Hiç sigaram kalmadı.
-Sen akıllanmayacaksın… Sana doktor sigara içme demedi mi?
-Onun yanında içmiyorum abi, tuvaletlerin havalandırması çok mükemmel…
-Tamam Necati, yarın görüşürüz.
Telefonu kapattım arkadaşlar bana baktı:
-Nasılmış?
-Ağacın altındakiler gibi…
“SENİ BIRAKIRIM, SİGARAYI BIRAKMAM!”
Ertesi gün bir kilo muz aldım, Necati’nin ziyaretine gittim… Yoğun bakıma kaldırmışlar: “Çıkar mı çıkmaz mı bilmiyoruz” dediler.
Üzgün bir şekilde geri döndüm. Muz poşeti elimde öylece sallanıyor… Otobüse bindim, yeğenim Çetin’i düşündüm. Şemsiyenin altında duman soluyan gençleri gözümün önüne getirdim, bizim müezzinin öksürürken abdestinin bozulduğunu hayal ettim…
Otobüs şoförü arkamdan seslendi:
-Akbil basmadın beyefendi!..
Dönüp bastım... Eve giderken yoldaki izmaritleri saydım…
Kapının zilini çaldım. Hanımın yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakınca ben kendi halimi fark ettim. Elimdeki poşeti hanıma uzattım selam verdim. Hanım, önce poşete sonra yüzüme bakarak mırıldandı:
-Sen hiç muz almazdın.
-Necati’yi hastaneye yatırmışlar, yoğun bakımda…
-Sigaradandır!..
Hanım hemen teşhisi koydu, arkasından:
-Zaten belliydi. Hanıma: “Seni bırakırım, sigarayı bırakmam!” demiş… Allah rahmet eylesin!..
-Daha ölmedi.
-Ölür ölür!.. Hanımı üç ay, demişti, dördüncü ay oldu…
KİM ÖLDÜ?
O moral bozukluğu ile koltuğa oturdum. Çoraplarımı çıkardım. Birini sağıma birini soluma koydum. Abdest almaya bile takatim yok:
-Bugün hiç iyi bir gün olmadı, dedim.
-Benim için de öyle…
-Kim öldü?
-Ölen yok… Bodrumdaki Şiraze hanımın köpeği geri geldi…
-Nasıl geldi?
-Bana niye soruyorsun köpeğe sor.
Belli ki bizim hanımın canı sıkılmış, en iyisi köpeğe sorayım… Ama önce taksici Adem’e sorayım; yüz lira vermişlerdi, köpeği uzak bir yere bıraksın, diye… Acaba taksici Adem köpeği nereye bırakmış ki geri geldi. Aslında köpeğin bize pek zararı yoktu ama bizim paspasın üzerine pislemesi en büyük sıkıntıydı. Paspasın temizlenme işini yine Şiraze Hanım yapardı. Hele bir de o pisliğe basmışsak Şiraze Hanım’ın işi zor…
Ertesi gün taksici Adem’i gördüm:
-Geri gelmiş, köpeği nereye bıraktın? dedim.
-Okulun ötesindeki arsaya…
-Uzağa götüremedin mi?
-Abi, zaten yüz lira vermişlerdi, taksimetreyi açınca yarısı gitti, kalan para ancak caddeye kadar yetti, arsaya kadar olan, benden gitti…
Taksici Adem haklıydı, o kadar mesafeden köpek evin yolunu kolayca buldu.
SİGARAYA ALIŞIRSA ÖLÜR
Şiraze hanımın köpeği gelir gelmez kaldığı yerden devam etmiş, bizim paspasa pislemiş:
-İyi ki basmadım hanım!..
-Ben bastım, sana kalmadı.
İyi ki kalmadı, hiç de sevimli bir durum değil… Ertesi gün eve gelirken yerlere baka baka geldim. Paspasın üzerinde göz gezdirdim… Temiz.
Tam o sırada Şiraze Hanım merdivenlerden çıktı. Benim araştırmacı halimi görünce:
-Özür dilerim, bizim köpek geri geldi, dedi.
-Gelir, köpekler akıllıdır.
-Ben bıktım artık paspas temizlemekten. En iyisi bu köpeği uyutayım!..
-Sakın ha!.. Hem günah, hem yasal değil, ceza görürsün…
-Ceza görürüm de, bunun yasal yönü yok mu?
Biraz düşündüm:
-Var!.. dedim.
-Aman iyi!.. Nasıl yapacağım?
-Köpeği sigaraya alıştıracaksın.
-Ne?
-Köpek sigaraya alışırsa hastalanır, ölür. O zaman kimse senden hesap soramaz.
Böyle dedim ama şaka yaptığımı anlamadı. Dudağını büküp başını salladı:
-Olabilir, zaten kocam da sigaradan gitti, dedi.
Ben gülümsedim. Şiraze Hanım dışarı çıktı, ben de eve girdim.
Birkaç gün geçmişti... Cami dönüşü eve geldiğimde, hanım kaşlarını çatarak tam bir fırtına uğultusuyla:
-Sen mi verdin o aklı Şiraze Hanım’a!.. dedi.
-Ne aklı?
-Her gün bir paket sigara içip dumanını köpeğin burnuna üflüyormuş!..
Hanımı yatıştırmak için çok uğraştım. Gülsem mi ağlasam mı bilmiyorum: Ciddi bir şey söylesem şaka zannediyorlar; şaka yapsam ciddiye alıyorlar...
İşte durum bu değerli dostlar, siz nasıl anlarsınız anlayın. Hoşça kalın!..
Kaynak: Ekrem Bektaş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 465
YORUMLAR