Sınanmadığı Günahın Masumu Değilsin!

Günaha düşmek, her insan için muhtemel bir durumdur. Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir. Esas olan günahta ısrar etmemek ve tevbeye yönelmektir. Bu itibarla bir günaha düçar olmuş herhangi bir mü’min kardeşimizi, kendi nefsiyle ve şeytanla başbaşa bırakmak yerine, kendisine şefkatle yaklaşmak, kardeşlik hukukunun bir gereğidir.

Burada dikkat çeken diğer bir incelik de, Hazreti Ömer’in günaha düşen mü’min kardeşine, doğrudan kendi cümleleri ile nasihat etmek yerine, onu Allah’ın âyetleri ile buluşturup tevbeye davet etmiş olmasıdır. Günahkâr, kendisi gibi bir beşerden değil de, Rabbinden bir uyarı ile karşılaşınca, hem onuru zedelenmemiş, hem de yaratanının huzurunda tevâzu ile tevbeye yönelmesi kolaylaşmıştır.

GÜNAHKÂR KARDEŞİNİZE DUA EDİNİZ

Yezid İbn Esam anlatıyor:

“Şam ehlinden güçlü kuvvetli, nüfuz sahibi bir kimse vardı. Zaman zaman Hazreti Ömer’in yanına gelirdi. Bir ara Ömer (radıyallâhu anh) o kimseyi göremez oldu. Çevresindekilere:

“Falan zât ne yapıyor, artık görünmez oldu?” dedi.

“Ey mü’minlerin emiri! O kendisini şaraba verdi” dediler.

Hazreti Ömer kâtibini çağırarak: “Yaz!” dedi:

“Ömer İbn Hattâb’dan falan kimseye. Sana selâm olsun! Kendisinden başka ilâh olmayan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı çetin ve ihsânı bol olan Allah’a hamd ederim. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, dönüş ancak O’nadır.”

Hazreti Ömer mektubu yazdırdıktan sonra arkadaşlarına dönerek:

“Allah’a yönelmesi ve Allah’ın tevbesini kabul buyurması için kardeşinize dua ediniz” dedi.

O zât mektubu alınca “Allâh günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı çetin olan”[1] cümlesini tekrar tekrar okudu ve:

“Allah beni hem azabı ile korkutmuş, hem de günahlarımı affedeceğini vaadetmiş” diyerek ağladı ve güzelce tevbe etti.

Hazreti Ömer o zâtın tevbe ettiğini haber alınca, arkadaşlarına:

“İşte böyle yapınız! Bir kardeşinizin yoldan çıktığını, günaha saplandığını gördüğünüzde onu doğru yola getirmeye, Allah’ın affına güvenmesini sağlamaya çalışınız. Tevbesini kabul buyurması için Allah’a dua ediniz. Kendisine beddua ederek aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız.” dedi.”[2]

 


[1] Bu cümle Mü’min sûresinin üçüncü âyetinden alınmıştır. Bu sebeple o zât sonraki sözünde Allah’ın kendisini hem korkuttuğunu hem de af vaadiyle rahatlattığını söylemektedir.

[2] İbn-i Kesir, Tefsir, IV, 76; Ebû Nuaym, Hilye, IV, 97-98.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.