Şirketlerin Zekâtı Nasıl Hesaplanır?

Şirket ortakları nasıl zekât verirler? şirketlerin zekâtı nasıl hesaplanır? Sermaye ortaklığı ve sanayi kuruluşları, hisse senetleri, tahvil ve hazine bonolarının zekâtı.

İslâmî esaslara göre kurulan ortaklıklarda her ortak kendi hissesine düşen zekâtla yükümlü olur. Ortaklar sadece ticaretin gerektirdiği işlemlerde birbirlerinin vekili sayılır. Zekât bir ibadet olup, geçerli oluşu niyete bağlıdır. Bu nedenle şirket adına zekât verilebilmesi için ortakların birbirlerine özel yetki vermeleri gerekir. Şirketlerin zekâtını sermaye ortaklığı ve kâr ortaklığı üzerinden şu şekilde açıklayabiliriz:

1. Sermaye Ortaklığı ve Sanayi Kuruluşlarının Zekâtı:

İki ve daha çok kimsenin sermayelerini birleştirmek suretiyle oluşturdukları ortaklık türüdür. Sermayeler eşit veya farklı miktarlarda olabilir. Kârın paylaşılma şekli serbest sözleşme ile belirlenirken, zarara katlanma kural olarak sermaye oranlarına göre olur. Bu çeşit ortaklıklar ya ticaret şirketi veya üretim yapan sanayi şirketi türünde olabilir.

Ticaret şirketinde zekât dışı tutulacak büro, dükkan, depo, servis aracı, lojman gibi sabit sermaye daha az olur. Gıda maddeleri ticareti yapan bir şirketin yıl sonu muhasebe sonuçlarına göre, borçlar düşüldükten sonra 20 kg. külçe altın değerinde nakit parası, yirmi ton pirinci, yirmi ton toz şekeri ve yirmi ton da kuru fasulyesi bulunsa, eşit hisseli dört ortak varsa, herbirinin zekât yükümlülüğü dörtte bir üzerinden olur. Her bir ortağın şirket dışı özel bir borcu veya zekâta tâbi başka bir malı yoksa, bu şirketten zekât borcu; 125 gr. külçe altın karşılığı nakit para, 125 kg. pirinç, 125 kg. toz şeker ve 125 kg. da kuru fasulye olur. Ortak, bu gıda maddelerinin kendisini veya bedellerini verebilir.

Sanayi şirketinde ise artıcı (nâmî) özelliği bulunmayan sabit sermaye daha büyük olur. Bir fabrikanın binası, makineleri, depoları, servis araçları, lojmanları ve ticaret malı niteliğinde bulunmayan diğer taşınmazları zekât dışı kalır. Borçlar düşüldükten sonra, geride kalan nakit para, döviz, hammadde, mamul veya yarı mamul tüm ekonomik değerler yıl sonu değerleri üzerinden % 2.5 zekâta tâbi olur. Şirketin tüm mal varlığı içinde zekâta tabi olan değişken değerler yüzde otuz olsa, yalnız bu kısımdan zekât gerekir. Her ortak, şirketin zekâta tabi mal varlığından kendi hissesine düşen kısmını hesaplayıp % 2.5 zekât vermekle yükümlü olur. Ancak bu ortağın şirket dışı borçları varsa, bu payını adı geçen borçlara karşılık tutabilir. Zekâta tabi başka malı varsa, bunlar da şirket hissesine eklenerek zekât hesabı yapılır.

Çağımız İslâm hukukçularından bir grup bilgin, fabrika bina, ekipman ve makinelerini üretim aracı olmaları yönüyle tarım arazilerine, bunların gelirini de tarım ürünlerine kıyas ederek, zekâtın bu sanayi kuruluşlarının kendilerinden değil, gelirlerinden alınması gerektiğini söylemişlerdir. Bu görüşte olanlara göre, sanayi kuruluşlarının zekât nispeti; sâfî gelirden % 10 veya gayri sâfî gelirden % 5 olması gerekir. Ancak sanayi makineleri ile tarım arazileri birbirine kıyas edilemeyecek derecede farklılık gösterdiği için bu görüş eleştirilmiştir. Şöyle ki, sanayi makineleri topraktan farklı olarak çalıştıkça eskir, yıpranır, kısa aralıklarla parçaları değiştirmek veya yeni teknolojiler yüzünden bizzat makineleri yenilemek gerekir. Günümüz mâliyet hesaplamalarında, makineler için amortisman bedeli ve yıpranma paylarının dikkate alınması, bunların topraktan farklı bir yapıya sahip olduğunu gösterir.

Nitekim 1965’te Kahire’de ve 1984’te Kuveyt’te yapılan bilimsel konferans kararlarında, sınaî makinelerin safî gelirlerinden % 2.5 oranında zekât alınması tavsiye edilmiştir. Diğer yandan çoğunluğunu Mısırlıların oluşturduğu bir grup bilgine göre ise, sanayi sektöründe zekât, dönen sermaye ve gelir toplamından % 2.5 oranında uygulanmalıdır.[1]

2. Hisse Senetlerinin Zekâtı:

Bir şirketteki ortaklık payını belirleyen belgeye “hisse senedi” denir. Bu senet başlangıçta şirketin gerçek mal varlığını yansıtırken, yıllar sonra, şirketin mal varlığı yüzlerce kat büyüdüğü halde hisse senetlerindeki miktarın sabit kaldığı görülmektedir. Mesela, hisse senetlerindeki toplam meblağ, başlangıçta 20 kg. külçe altın değerinde nakit para tutarında iken, şirketin mal varlığı ileriki yıllarda, 45-50 kg. külçe altın değerine yükselebilmektedir. Hisse senedine Türk lirası olarak yazılan rakamlara göre bir kaç katı nominal değer üzerinden alıcı bulması da, bu senetlerle mal varlığı arasındaki büyük farkı kapatmaya yetmemektedir. Diğer yandan on beş-yirmi yıl önceye ait rakamlara göre kâr paylarının verilmesi de yanıltıcı olmaktadır.

Dağıtılmayan kârların şirketin mal varlığına eklenmesi ve sürekli büyümenin sağlanması ortakların rızası bulununca mümkün ve caizdir. Ancak ortaklıktan amaç kâr elde etmek olduğu için ortaklardan herhangi birisi ihtiyacı olduğu için kâr dağıtımını istese onun kârını hesaplayarak vermek gerekir. Bu takdirde kâr almayan ortakların hisseleri büyümüş olur. Kısaca dağıtılmayan veya kısmen dağıtılan kârların, ya da şirketin enflasyonlar yüzünden sürekli değeri değişen mal varlığının yeniden değerleme yoluyla, para karşılıkları hesaplanarak hisse senetlerine yansıtılması gerekir. Meselâ; bir kimsenin on beş yıl önce, toplam sermayesi yüz milyar lira olan bir şirkette, bir milyar liralık hissesi varsa, şirketin mal varlığı üzerinde %1 oranında hak sahibi demektir. Böyle bir şirketin mal varlığı bugün, rakamsal olarak beş trilyon liraya çıkmışsa, bu ortağın hakkı yaklaşık elli katına yükselmiş bulunur. Bu şirketin sâbit sermaye oranı %50 ise, bu ortağın 50 milyar lira olan hisse senedi değerinin yarısı kırkta bir zekâta tâbi bulunur. Borsada alım satımı yapılan hisse senetlerini de bu ölçüler içinde değerlendirip, döner sermaye oranı belirlendikten sonra zekât hesabını yapmak gerekir. Bir İslâm beldesinde her müslüman ortağın yıl sonlarında, ortağı bulunduğu şirketin zekâta tabi mal varlığı içindeki hissesinin yüzde oranını bilme hakkı vardır.

Şâfiîlere göre şirketlerin zekâtı, dönem sonunda şirket yönetimince hesaplanarak verilir. Ortakların böyle bir hesap çıkarması güç olduğu için, böyle bir zekât uygulaması İslâm ülkesinde kolaylık meydana getirir. Hanefîlere göre de şirket ana sözleşmesine madde konularak veya sonradan genel kurulun vereceği yetkiye dayanarak, şirket yönetiminin vereceği zekât yeterli olur. Bu yapılamadığı takdirde, ortakların zekâta tâbi mal varlığı konusunda bilgilendirilmesi gerekir.

1984’te Kuveyt’te yapılan “I. Zekât Kongresi” nde, şirketlerin zekâtının, şirket tüzüğünde gerekli düzenleme yapılıp, genel kuruldan bu yönde karar çıkarıldıktan sonra, hisse sahiplerinin rızaları da alınarak şirket yönetimince verilmesi tavsiye edilmiş, bu yapılmadığı takdirde her ortağın kendi hissesinin zekâtını hesaplayıp vermesi gerektiği belirtilmiştir. Hisse senetleri elde bulundurma amacına göre ikiye ayrılmıştır. a) Hisse senedi sırf ticaretini yapmak, yani borsadaki değer artışından yararlanmak amacıyla alınmışsa, bunun zekâtının vücûb tarihindeki piyasa değeri üzerinden % 2.5 oranında verilmesi gerekir. b) Gelirinden (temettu’) yararlanmak amacıyla alınmışsa, çoğunluk âlimlere göre, elde ettiği geliri, diğer mallarına katarak, nisap ve bir yıl geçme şartı gerçekleşmişse % 2.5 oranında zekâta tâbi olur.

Suûdî Arabistan’ın Cidde kentinde 6-11 Şubat 1988’de yapılan İslâm Fıkıh Akademisi’nin dördüncü dönem toplantısında, hisse senetlerinin zekâtı ister şirket yönetimince, ister hisse senedi sahiplerince verilsin, hesaplamanın gerçek şahıslara ait malların ve sanayi kuruluşlarının zekâtı nasıl hesaplanıyorsa, o şekilde hesaplanması gerektiği karara bağlanmıştır. Hissedarın, şirketin gerçek mal varlığı ve bunun içinde kendi payına düşen zekât miktarını öğrenme imkânının bulunmaması durumunda hisse senedini alma amacına göre ikili ayırım burada yapılmıştır. Buna göre; hisse senedi borsa değer artışından yararlanmak amacıyla ticaret için alınmışsa, piyasa değeri üzerinden, piyasa değeri oluşmamışsa, bilirkişinin belirleyeceği değer üzerinden % 2.5 zekâta tâbi olur. Hisse senedi sırf yıllık kârını (temettu’) elde etmek amacıyla alınmışsa, gelirinin % 2.5’u oranında zekâta tâbi bulunur. Burada kiraya verilen, tarım arazisi olmayan arazi ve taşınmazların kira bedeline kıyas yapılmıştır.

Ancak şunu da belirtelim ki, hisse senetleri şirketin mal varlığına ve ticaret faaliyetlerine ortaklığı içerdiği için, şirketin üretim ve ticaret faaliyetlerinin meşrû olması gerektiğinde şüphe yoktur.

3. Emek Sermaye (Mudârabe) Ortaklığı:

Bir taraf sermayeyi, diğer taraf da emeğini ortaya koyarak emek-sermaye ortaklığı kurulabilir. Buna İslâm’da “mudârabe” denir. Kârın paylaşılması sermaye sahibi ile işletmeci arasında serbest sözleşmeye göre olur. Zararda işletmecinin kasıt, kusur veya ihmali (teaddî) bulunmadıkça yalnız sermaye sahibi katlanır. İşletmecinin zarardan payı, emeğinin boşa gitmesi şeklinde ortaya çıkar. Mudarabe, İslâm bankacılığının da esasını teşkil eder.

İşte emek-sermaye ortaklığında, ortaklığın tasfiyesi beklenmeksizin yıl sonunda sermaye sahibi, sermaye ve kârdan payına düşenin, işletmeci ise, zekât yükümlüsü olacak durumda ise, yalnız kârdan payına düşenin zekâtı ile yükümlü olur.[2]

4. Tahvil ve Hazine Bonolarının Zekâtı:

Maktu gelirli tahvil ve hazine bonolarının kıymeti üzerinden, kâr-zarar tahvilleri ise yıl sonundaki ana para ve kâr toplamı üzerinden, zekâta tabi olur.

Dipnotlar:

[1] Komisyon, İlmihal, I, 459, 460, İsam, İstanbul 1998. [2] Şirbinî, age, I, 401; Dırdır, eş-Şerhu’l-Kebîr, I, 477; Zühaylî, age, II, 799; Ortaklıklar için bk. İbnü’l-Hümâm, age, V, 2; İbn Âbidîn, age, III, 364; İbn Kudâme, age, V, 1 vd; Hamdi Döndüren, Çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, 95 vd;

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ZEKAT NASIL HESAPLANIR?

Zekat Nasıl Hesaplanır?

ŞİRKET ORTAKLARI NASIL ZEKAT VERİRLER?

Şirket Ortakları Nasıl Zekat Verirler?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.