Sırları Örtmenin Hikmeti Nedir?
Mevlâna Celaleddin-i Rumi'nin Mesnevi'sinde geçen “çunki nâmahrem der âyed ez derem perde der pinhan şevend ehl-i harem” (Mesnevî, 1/2381) (Yabancılar kapımdan içeri girdiğinde, ev halkım perde arkasına gizlenir.) sözü ışığında sırları örtmenin hikmetinde neler saklı olduğunu öğreniyoruz.
Mânânın örtülere bürünmüş güzelleri, yani kendisine helâl olanlar arasında yüzü gözü açık, samimi hareket eden, ulûhiyet tahtının süsleri olan o ledünnî bilgiler, meclise bir yabancı geldiğinde, çeşitli kelimelerin perdesi ile örtünmek ve seslerini kısmakla emrolunmuşlardır. Böylece hiçbir şekilde bu işaretleri konuşma imkânı kalmaz.
Peygamberler Sultanı Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri’nden rivâyet edilir ki, kendileri, meclisinde bulunan, Cebrâil -aleyhisselâm-’ın sevip beğendiği [1] seçkin sahabîlere hakka’l-yakîn sırlarının hakikatlerini anlatır, lâyık olmayan biri gelirse:
“-Bardakların ağzını kapayın ve gece açıkta bırakıp uyumayın!” gibi uyarılarla, sırları örtmeye işaret buyurur ve hakikat katarının yularını başka bir yöne eğerlermiş.
Şu da rahmetin ta kendisidir ki:
“Allah, kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde bozgunculuk yapar, azarlardı.” (eş-Şûrâ, 27) âyet-i kerîmesinin mânâsına uygun şekilde, akılsızların eline keskin kılıç verilmez.
Padişahlar yanında da, seçkinler arasında da mertebeye riâyet edilir; kılıçlar ve mızraklar savaşçılara, şarkıcılar ve kadehler “meclis” erbâbına verilir.
HER MAHREMİN HER SIRRA VAKIF OLMASI HİKMETE AYKIRI
“Cem’ü’l-cem” mertebesine ermemiş, mücâhede ehli olan seçkinleri de meclisin inbisat eseri olan hâllerine dost etmezler. Çünkü çok defa olur ki, mücâhede ehlinden olan cesur bir yiğidi o meclise alsalar, âşıkların mutlak inançlarından kaynaklanan hareketleri meclisin edepsizliği olarak anlar ve “gayret” coşkusuyla neşeyi giderir ve o nâzeninlerin gönüllerine dokunur.
Yine tersi de böyledir: İşret meclisinin ehli olan nâzeninlere, mücâhede ile ilgili incelikleri öğretseler, ciddiyetsiz davranarak sırları ortaya koyar, maddî ve mânevî devlet düzenini bozarlar.
Ama cem’ü’l-cem menzillerine vâkıf olan, ihlâsa ermiş seçkinlere hem muhabbet meclisinin îcaplarını, hem savaş hâllerini gösterirler. Onlar da bu yerlerin îcaplarına göre hareket edip işret işlerini savaş işlerine karıştırmazlar.
Demek ki, her mahremin her sırra vâkıf olması, hikmet kâidelerine aykırıdır.
MANEVİ ZEVK YOLU
Metindeki iki ayrı meşrep meselesini, biz kısaca şöyle kodlayabiliriz zihnimize: “Rind” ve “zâhid”... Seyr u sülûk dediğimiz “ölmeden önce ölerek” Hakk’a kavuşmak yolunda iki temel usûl vardır.
Biri zühd, takvâ, ibadet, riyâzet, halvet gibi usûlleri kullanan “cehd” yolu… Diğeri ise, muhabbet, vecd, ihlâs, melâmet gibi usûlleri olan mânevî “zevk” yolu…
Elbette bu iki yol, birbirinin usûllerini kullanır; yani zevk yolundan Hakk’a yol alan bir yolcu da ibadet eder, cehd ehli de Cenâb-ı Hakk’ı sever.
Lâkin iki meşrebin de bunlardan aldığı birbirinden çok farklıdır. Cehd ehli, yalnız ve yalnız Allâh’ın emri olduğu için namaz kılarak sever. Zevk ehli, “Kulun Rabbine en yakın olduğu yer” buyrulduğu için secdede kendinden geçer.
Zevk ehli, her gece gözlerinden yaşlar dökerek Rabbini özler. Cehd ehli;
“…(Düşmanla karşılaştığınız zaman) onlara arkanızı dönmeyin (kaçmayın)!” (el-Enfâl, 15) emr-i ilâhîsine ittibâ ederek, nefislerinden bir iz, bir koku bulunan hiç bir durgunluk, hiçbir âtıllık ve hattâ suskunluk içine girmezler.
[1] Cebrâil -aleyhisselam-’ın sevip beğenmesinden kasıt, vahiy yanında her türlü ilham ve ledünnî ilim de Hazret-i Cebrâil ve emrindeki melekler vasıtasıyla indirilmesindendir.
Kaynak: Ayşenur Vural, Şebnem Dergisi, Sayı: 127