Siyer-i Nebî'nin Ehemmiyeti Nedir?
İnsanın doğumundan itibâren eğitim ve öğretimine tesir eden pek çok âmil mevcuttur. İlk olarak insan, her hususta örnek ve rehber bir şahsiyete muhtaçtır. Çünkü o, dil, dîn, ahlâkî vasıflar, alışkanlıklar vs. hayâtını şekillendiren bütün fikir, inanış ve faâliyetlerini, hep kendisi için sergilenen numûneler ve onlardan aldığı intibâlarla oluşturur. Bâzı küçük istisnâlar olsa da, umûmiyetle bu, böyledir.
Meselâ bir çocuk, anne-babası hangi dili konuşuyorsa, öncelikle onu öğrenir. Daha sonra da örnek aldığı diğer numûneler ve misâllerle ikinci, üçüncü ve hattâ dördüncü dilleri öğrenebilir.
İnsanda fıtrî olarak mevcut bulunan taklit temâyülü, şahsiyeti şekillendiren en mühim âmillerden biridir. Bu sebeple insanın eğitimi de ona müsbet veya menfî numûneleri taklit ettirmekten başka bir şey değildir. Böylece insan, elinde büyüdüğü anne, baba, âile çevresi ve nihâyet yaşadığı muhitten çeşitli tesirler alır ve bunları taklitteki istîdâdı nisbetinde müsbet veya menfî bir şahsiyet olarak cemiyete katılır.
Ancak insanın, konuştuğu dili ve benzeri zâhirî hususları öğrenmesi, ekseriyetle büyük bir mesele teşkil etmezken; onun dînî, ahlâkî ve mânevî âleminin şekillenmesinde büyük ve ciddî engeller ortaya çıkar. Çünkü ilâhî irâdenin insana imtihan gâyesiyle vermiş olduğu ve insanı hiç terk etmeyen, “nefs” ve “iblis” gibi iki büyük engel, bu nevî fazîletleri taklit ve tatbîk husûsunda insanın çoğu kere aksi yönde bir temâyül göstermesine sebebiyet verir. Bu bakımdan insanın mânevî âlemi, kâmil ve üstün şahsiyetler olan peygamberler ve Hak dostları tarafından şekillendirilmelidir. Aksi takdirde insanoğlu, gaflet, dalâlet ve isyâna sürüklenmekten kendini koruma dirâyetini kolay kolay gösteremez. Böylece ebedî saâdetinin hazîn bir hüsrâna dönüşmesini engelleyemez.
Bu itibarla insanoğlu dâimâ ince rûhlu, zarif ve rakik kalpli rehberlere muhtaçtır. Yine bu yüzdendir ki insanlar, -müsbet veya menfî- rehber kabûl ettikleri kimselere meftûn olur, hayran kaldıkları kişileri güçleri nisbetinde taklîde çalışırlar. Bugün nefsânî sefâhet ve mânevî sefâlet içindeki birtakım kimseleri kendine örnek alarak onlar gibi olmak için kendilerini ve ebedî saâdetlerini tehlikeye atanların hâli, ne müthiş bir insanlık isrâfı ve iflâsıdır!.. Bu dehşet verici aldanış, aslında boş bırakılmış gönül tahtının doldurulması adına yanlış kimselere takdîm edilerek ziyân edilmesinden başka bir şey değildir.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, insanın bu acâyip ve garip hâlini şu misâl ile dile getirir:
“Kuzunun kurttan kaçmasına şaşılmaz. Zîrâ kurt, kuzunun düşmanı ve avcısıdır. Lâkin hayret edilecek şey; kuzunun kurda gönül kaptırmasıdır!..”
İşte bu geçici imtihan âleminde kurda gönül kaptırarak ebedî bir felâkete dûçâr olmamak için, Cenâb-ı Hakk’ın biz kullarına “Üsve-i Hasene” yâni en güzel bir örnek şahsiyet olarak takdîm ettiği, Server-i Âlem, Seyyidü’l-Mürselîn, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e aşk ve muhabbetle tâbî olmalıyız. O’nu gönül tahtımızın yegâne sultânı ve hayâtımızın rehberi kılmalıyız. Çünkü O’nu sevmek bize farz kılınmıştır.(et-Tevbe, 24.) Hak Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’inde:
اَلنَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ
“Peygamber, mü’minler nazarında kendi canlarından daha önce gelir…” (el-Ahzâb, 6) buyurmuştur. O, bize kendi canlarımızdan daha yakın ve daha ileridir.
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul
YORUMLAR