Siyer-i Nebi’nin Önemi
İslam’ın anlaşılmasında Siyer-i Nebi’nin ehemmiyeti nedir? Siyer öğrenmenin ve okumanın 8 faydası.
Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“(Rasûlüm!) Hayâtın hakkı için onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı.” (el-Hıcr, 72)
Kur’ân-ı Kerîm’de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den başka hiçbir peygamber üzerine yemin edilmemiştir. Bundan anlaşılıyor ki Cenâb-ı Hak, onun hayatı üzerine teksif olmamızı arzu ediyor. O’nu, bize Üsve-i Hasene olarak göndermiş… Bu sebeple O’nun hayatını en güzel şekilde öğrenip örnek almamız zarûrî...
Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki, sizden Allâh’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allâh’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullah’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21)
SİYER OKUMANIN 8 FAYDASI
İslâm’ın öğrenilip anlaşılmasında Siyer’in çok büyük rolü vardır. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
- İnsan, her hususta örnek ve rehber bir şahsiyete muhtaçtır.
İnsanlık tarihi büyük krallardan, büyük fâtihlerden, büyük reformculardan, büyük velilerden vb. uzak olmamış, ancak bunların her biri sadece kendi ilgi alanlarında bir değer ifade etmişlerdir. Tüm bu farklı husûsiyetlerin tek bir insanda toplanması, ancak Peygamberlerde olmuştur. (a.s). Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz ise bütün peygamberlerin zirvesidir.
İnsanda fıtrî olarak mevcut bulunan taklit temâyülü, şahsiyeti şekillendiren en mühim âmillerden biridir. Bu sebeple insanın eğitimi de ona müsbet veya menfî numûneleri taklit ettirmekten başka bir şey değildir. İslâm’ı öğrenip yaşamak isteyen için en güzel örnek ise Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’dir.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’si ve hadîs-i şerifleri İslâm Hukûku’nun her zaman geçerli ikinci esas kaynağıdır. Bu nazarî bilgilerin pratiğe geçmiş hâli ise en güzel şekliyle Siyer’de bulunabilir. Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in hayatı, zaman ve mekânı hesâba katmadan bütün Müslümanlar tarafından mutlaka izlenmesi gereken bir modeldir.
Yani Siyer’i bilmek, İslâm’ı, nazarîlikten amelî hâle getirir ve onu diğer ahlâkî sistemlerden üstün kılar.
Diğer bir ifadeyle, İslâm hakkında teorik bilgilere sahip olan bir müslüman, Siyer’i öğrenerek müşahhas bir İslâm tasavvuru kazanır. Bu açıdan bakıldığında, Efendimiz (s.a.v)’in siyerini öğrenmenin ve öğretmenin, O’nun şahsında üstün bir model ve örnek hâline gelmiş olan müşahhas İslâm hakikatinden başka bir hedefi olamaz.
Elmalılı Muhammed Hamdî Efendi şöyle buyurur:
“Hz. Peygamber (s.a.v) bütün insanlığın numûne-i ahlâkîsidir. وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ âyet-i kerîmesiyle, yani “Yâ Muhammed! Sen muhakkak pek büyük bir ahlâka mazharsın.”[1] nidâsıyla tebcîl buyurulan Peygamberimiz’in pek mazbut olan hayât-ı târihiyeleri gösterir ki Hz. Muhammed (s.a.v) faaliyet-i beşeriyenin her türlüsünde ahlâkın en büyük numunesini bilfiil ibraz buyurmuştur. Ve filhakika بُعِثْتُ ِلاُتَمِّمَ مَكَارِمَ الْاَخْلاَقِ [Ben en güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.][2] hadîs-i şerifinde beyan buyurulduğu vechile enbiyâ-yı ‘izamın neşrine me’mur buyuruldukları mekârim-i ahlâkıyeyi Hz. Peygamber itmam eylemiştir. Beşeriyetin hem ruhâniyet ve hem cismâniyetiyle alâkadar olan fezâili istikmâl etmiştir. Binâenaleyh Hz. Peygamber’in insaniyet üzerinde tesiri yalnız manevî nokta-i nazardan değil, hem maddî ve hem manevî âsâr-ı bergüzîde ile sûretnümâ-yı zuhur olmuştur. Bundan dolayı bir Müslüman fezâil-i ahlâkıyenin ta’ayyününde nazariyat ile it’âb-ı zihin etmekten ziyâde doğrudan doğruya sîret-i Muhammediye’ye ‘atf-ı nazar edivermekle hall-i meseleye muvaffak olur. Böyle bir Peygamber’in sünnetine, yani sîret ve hareketine imtisal eden kimselerin feyz-i Muhammedîden hissemend olmaları ve ‘indallah şefaatinden büyük büyük ümidler bekleyebilmeleri pek tabiîdir. Allah’ın mağfireti, Peygamber’in şefaati... İşte İslâm’da en büyük ümid bunlara râci’ olur. Nasrâniyetteki halâs meselesinin İslâm’da nazîri bu mağfiret ve şefaat meselesidir, denilebilir. Şu kadar ki halâs-ı nasrâniyet, gayet sırrî (mystique) bir akîde (dogme)dir. Hâlbuki halâs-ı İslâmiyet bir kazıyye-i mantıkiye ve ma’kûle şeklindedir. Mağfiret-i ilâhiye îmân ve ihlâs ile, şefâat-ı Nebeviye de izn-i ilâhî ile meşrûttur.”[3]
- Peygamber (s.a.v) Efendimiz’i sevmek, İslâm’ın temel esaslarından biridir ve hakîkî îmânın şartıdır. Bu sebeple de bütün mü’minlere farz kılınmıştır. Bu muhabbet de daha çok Siyer’i öğrenmekle elde edilebilir.
Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasûlü’nden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (et-Tevbe, 24)
Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:
“Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin olsun ki; sizden biriniz, ben kendisine anasından, babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakîkî mânâda îmân etmiş olamaz.” (Buhârî, Îman, 8)
“Hiç biriniz ben ona babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkca îmân etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân, 8)
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise, îmânın halâvetini ancak üç husûsiyeti taşıyan kimsenin tadabileceği bildirildikten sonra, “Allâh ve Rasûlü’nü her şeyden daha çok sevme”nin, bunların başında geldiği beyân edilmiştir.[4]
Şâir Lebib ne güzel söyler:
Sen’i cân-ı azîzinden ziyâde sevmeyen âşık
Hakîkat âleminde Âdem olmaz ya Rasûlallâh!
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e muhabbet, îmânın tâ kendisidir. Zîrâ O olmasaydı îmân nedir bilemezdik.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in muhabbetini cibillî mertebesine çıkaramayan yani esas karakter ve tabiat hâline getiremeyen bir mü’min, hiç değilse Allah Rasûlü’nün rızâsını diğer mahlûkâtın rızasına ve kendi hevâsına tercih ve takdim ederek Efendimiz’e olan muhabbetini tabiî ve fıtrî muhabbet derecesine yaklaştırmaya çalışmalıdır.
Peygamber Efendimiz’e olan muhabbetin, îmânın temellerinden biri olan O’na tâzim ve yüceltmeden ibaret kalması kâfi değildir. Kalbin tam mânâsıyla ona meyletmesi lâzım gelir. Kalp tam mânâsıyla meylederek kâmil bir şekilde Allah Rasûlü’nü sevmezse îmân etmiş olmaz.[5]
Abdullah bin Hişâm (r.a) şöyle bir hâdise nakleder:
Bir defasında Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte idik. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, orada bulunanlardan Hz. Ömer’in elini avucunun içine almış oturuyordu. O esnâda Ömer (r.a):
“–Yâ Rasûlallah! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin!” diyerek Hz. Peygamber’e olan muhabbetini ifâde etti.
Onun bu sözüne karşılık Peygamber Efendimiz (s.a.v):
“–Hayır, canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki ben sana canından da sevgili oluncaya kadar hakîkî mânâda îman etmiş sayılmazsın!” buyurdular.
Hz. Ömer (r.a) hemen:
“–O hâlde vallahi şimdi Sen bana canımdan da çok sevgilisin yâ Rasûlallah!” dedi.
Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):
“–İşte şimdi oldu ey Ömer!” buyurdular. (Buhârî, Eymân, 3)
O hâlde her Müslümanın, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’i tanıması farz-ı ayndır.
- Sîret-i Nebevî, Kur’ân-ı Kerîm’i anlayıp maksatlarını kavrama ve onun rûhuna âşinâlık kesbetme noktasından da büyük bir ehemmiyeti hâizdir. Zîrâ âyet-i kerîmelerde:
“Rûh-i Emîn (Cebrâîl), o (Kur’ân’ı) uyaranlardan olman için apaçık bir Arap diliyle Sen’in kalbine indirmiştir.”[6] buyrulmuş ve Kur’ân-ı Kerîm, (s.a.v) Efendimiz’in yirmi üç senelik nebevî hayâtı ile fiilen mükemmel bir şekilde tefsîr edilmiştir. Bu sebeple bir Müslümanın Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini ve hayâtını güzel bir şekilde öğrenmeden Kur’ân-ı Kerîm’i lâyıkıyla anlayabilmesi mümkün değildir.
Pek çok âyet-i kerîme vardır ki ancak, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in başından geçen ve O’nun bulunduğu yerde cereyan eden hâdiselerle anlaşılabilir.
- Akâid, Fıkıh, Tefsîr, Hadis gibi İslâmî ilimlerin hakkıyla anlaşılabilmesi Siyer’i iyi bir şekilde bilmeye bağlıdır.
- Bir müslümanın İslâm kültür ve ahlâkına doğru bir şekilde vâkıf olabilmesi, Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz’in yirmi üç senelik nebevî hayâtından ilham alarak yaşayıp bunun netîcesinde duygu derinliğine ve kalbî kemâle ermesine bağlıdır.
- Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatı, İslâm dâvetçi ve muallimlerine, eğitim ve öğretim metodu bakımından canlı bir örnektir. Zîrâ O, dâvetinin çeşitli dönemlerinde eğitim ve öğretim metodlarının en uygun olanını arayıp bulmada hiçbir zaman gayreti elden bırakmayan iyi bir eğitimci ve fazîletli bir muallim idi.
- Ortaya çıkan hukukî meselelerin çözümü, hicretin tarih ve takvim başlangıcı olması, divan teşkilâtının kuruluş aşamasında sahâbîlerin İslâm’a girişlerinin, başta Bedir Gazvesi olmak üzere kimlerin hangi savaşlara katıldıklarının ve yaptıkları hizmetlerin bilinmesine ihtiyaç duyulması gibi hususlar siyere olan alâkayı artırmıştır.
- Hz. Osman’ın öldürülmesiyle başlayan siyasî ve dinî ihtilâflar, Müslümanların fethedilen yerlerdeki gayrimüslimlerle beraber yaşamaya başlamaları ve onlarla çeşitli dinî konularda yaptıkları tartışmalar bu sahadaki çalışmaların devam etmesinde tesirli olmuştur.
Hâsılı Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hayatı, insanın hem ferdî hem de ictimâî hayatının bütün alanlarını ihâta eden bir vasfa sahip olduğu için hem ferdî hem de ictimâî hayat açısından istenilen yeterliliğe sahiptir.
O, kavmi ve arkadaşları arasında sahip olduğu emin kişiliği ile;
- Hayatında istikâmeti yakalayabilen bir genç,
- Dâvasını güzel öğüt ve hikmetle tebliğ eden ve bu hususta elinden gelen her türlü gayreti göstermekten geri durmayan iyi bir dâvetçi,
- Devlet işlerini büyük bir mahâret ve hikmetle yürüten bir devlet başkanı,
- Her türlü haklarını gözeterek eşine ve çocuklarına iyi muâmele eden ve onlara şefkatle yaklaşan bir baba,
- Kâbiliyetli ve tecrübeli bir kumandan ve
- Rabbine kul olup etrafındaki insanlarla münâsebetlerini dengeli ve titiz bir şekilde yürüten bir müslüman için en güzel örnektir.
İşte Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in siyeri, insan hayatının bütün boyutlarını alâkadar eden bu güzel örnekleri açığa çıkarmak için okunmalı, öğrenilmeli ve öğretilmelidir.[7]
Dipnotlar:
[1] Kalem, 4. [2] Bkz. Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8. [3] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Meşrûtiyetten Cumhuriyete MAKALELER, İstanbul: Klasik, 2013, s. 214. [4] Bkz. Buhârî, Îman, 9, 14; Müslim, Îman, 67. [5] Ahmed Naîm Efendi, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 31. [6] eş-Şuarâ, 193-195. [7] Bkz. Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî, Fıkhu’s-Sîrati’n-Nebeviyye, Dımeşk: Dâru’l-Fikr, 1431, 27.
Hazırlayan: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.