Son Nefes Endişesi
İnsanı kutsamak, çoğu zaman şirke kapı aralar. Rabbimiz böyle bir kapıyı zihinlerde ve gönüllerde ebediyyen kapatmak için, itibarın son nefese bağlı olduğuna dikkat çekmiş ve son nefesin nasıl verileceğini de herkese gizlemiştir. Ve böylece her kulun “korku ile ümit arasında” yaşamasını murâd etmiştir.
“Süleymâniye Medresesi’nden emekli Hadis müderrisi Salih Efendi, ömrünün son demlerinde tasavvuftan da nasib almak ister.
Allah’ın kaderde tâyin ettiği mürşidini aramaya koyulur. İstanbul’daki tüm sûfî simalarla görüşür, sonunda Kelâmî Dergâhı postnişîni Muhammed Esâd Erbilî hazretlerinde karar kılar. Yanına varıp elini öper ve ona:
“Araştırdım ve gördüm ki, devrimizin en büyük kutbu, en büyük gavsi sizsiniz” der.
Şeyh Es’ad Erbîlî (kuddise sirruh) ona:
“Hocaefendi, bize kutubluk verilirken yanımızda değildiniz. Dolayısıyla bilmiyorsunuz. Biz, aslında kutub falan değiliz. Sizin hüsn-i zannınıza göre şeyhiz ve kutubuz” cevabını vererek, müderrise şu soruyu yöneltir:
“Hocaefendi! Söyleyin Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’den sonra bu ümmetin en büyüğü kimdir?”
“Hazreti Ebû Bekir Sıddîk (radıyallâhu anh).”
“Peki, hocaefendi! Hazreti Ebû Bekir’e son nefeste imanla ölme garantisi, hayatta iken verildi mi?”
“Hayır, zira Peygamberlerin dışında hiç bir ferde, son nefeste imanla ölme garantisi verilmemiştir.”
Es’ad Efendi hazretleri (kuddise sirruh) bunun üzerine der ki:
“Bu ümmetin en büyüğüne bile imanla ölme garantisi verilmemiş iken, bu âcizin son nefeste durumu ne ola ki? Bizim sonumuz ne olacak? Yıllardır bu havf (korku) ile yaşıyoruz. Acaba imanla ölebilecek miyiz? Nerde kaldı şeyhlik, nerde kaldı kutubluk, son nefesde iman, son nefesde iman.”[1]
İNSANI YÜCELTMEK O İNSANA EN BÜYÜK KÖTÜLÜK
İnsanı yüceltici lakapları ve iddialı makamları kişinin yüzüne karşı söylemek, esasen o kimseye en büyük kötülüğü yapmak demektir.
Ebû Mûsâ el-Eş’arî (radıyallâhu anh) şöyle anlatır:
“Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine:
“Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız)” buyurdu.”[2]
“Ebû Bekre (radıyallâhu anh)’den rivayet edildiğine göre, Nebî (sallallâhu aleyhi ve sellem)’nin yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
“Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın” buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da:
“Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, “zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir” desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah’tır ve Allah’a karşı hiç kimse, kesin olarak temize çıkarılamaz.” buyurdu.”[3]
Hüsn-i zan sahibi olmak güzeldir; ancak bunu kesin bilgi ve inanç hâline getirmek tehlikelidir. Hele bir de methedilen kişi, kendisinin gerçekten söylenildiği gibi olduğuna inanırsa bir ayağı helâk çukuruna doğru girmiş demektir.
[1] Mustafa Eriş, Mahmud Sami Efendiden Hatıralar, I, 159-160.
[2] Buhârî, “Şehâdât”, 17, “Edeb”, 54; Müslim, “Zühd” 67.
[3] Buhârî, “Şehâdât”, 16; “Edeb”, 54; Müslim, “Zühd”, 65.
Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
YORUMLAR