Son Peygamberin En Büyük Mûcizesi

Peygamber Efendimizin (s.a.v) en büyük mucizesi...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Gönderilen her peygambere, insanların îmâna gelmesine vesîle olacak bir mûcize muhakkak verilmiştir. Bana verilen mûcize de Allâh’ın gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu sebeple kıyâmet günü ümmetimin diğerlerinden daha çok olmasını ümîd ediyorum.” (Buhârî, İ’tisâm, 1)

Kur’ân-ı Kerîm belli bir zamanda olup biten fiilî mûcizeler gibi değil, lâfız ve mânâ cihetinden mûcize olup insanın aklına ve gönlüne hitâb eder. Akıl ve ilim mevcut olduğu müddetçe Kur’ân âyetleri tefekkür edilip anlaşılacak, ihtivâ ettiği incelikler günden güne ortaya çıkacaktır. Her asırda onun mûcizeliğini kabul eden ilim adamları var olacaktır. Bu vesîle ile Allah Rasûlü’nün ümmeti, artarak devam edecektir.

Nitekim asırlar sonra yapılan ilmî keşifler, Kur’ân-ı Kerîm’in mûcizeliğini tekrar tekrar ortaya koymaktadır. İnsanın yaratılış safhaları, kâinâtın sırları gibi nice fizikî, coğrafî, tıbbî, ictimâî alanlarda yapılan araştırmalar, her geçen gün bu hakîkati gözler önüne sermektedir.

Meselâ, 1400 sene evvel yıldızlarla sadece fal bakılıyor ve onlardan yol bulmada istifâde ediliyordu. Aralarındaki mesâfeler, sahip oldukları husûsiyetler bilinmiyordu. Fakat Cenâb-ı Hak Vâkıa Sûresi’nin 75 ve 76. âyetlerinde:

“Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.” buyurdu.

Günümüz fizik ve astrofizik uzmanları, “yıldızların yerleri”nden maksadın, onların doğduğu “beyaz delikler” ve ölüp kaybolduğu “kara delikler” olduğunu ifâde ederler.

Beyaz delikler, akıl almaz bir enerji deposudur. Bünyelerinde milyarlarca yıldız doğuracak kadar enerji mevcuttur. Bunlar, âdeta galaksilerin tohumlarıdır.

1950’lerden sonra keşfedilen kara delikler ise, esrârengiz bir yıldız mezarlığıdır. Bunlar da civarlarında bulunan maddî bütün varlıkları ve zamanı, kendi bilinmezliklerinde yok ederler.

Ayrıca, “Yıldızlar söndürüldüğü zaman” (el-Mürselât, 8) âyetinde işaret edildiği üzere, kara delik, yıldız değil, sönmüş bir yıldızın yeridir. Bu hakîkat, Kur’ân’da geçen kelimelerin ne kadar hassâsiyetle seçildiğini göstermektedir.

Cenâb-ı Hak, bu ve benzeri âyet-i kerîmelerle 21. asrın insanına semâdaki ilâhî azameti ve kudret akışlarını göstermektedir. Bugün ilim, gökyüzündeki mesâfeleri ancak ışık yıllarıyla ölçebiliyor ki, bu da insan idrâkini zorlayan bir meseledir.

Vâkıa Sûresi’ndeki âyet-i kerîmenin büyük bir yeminle temâs ettiği bu mevzu, asrımızın bilgileri ışığında ancak bu kadar anlaşılabilmiştir. Şüphesiz ki âyet-i kerîme, daha açıklanması gereken nice hikmetleri ihtivâ etmektedir.

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Dünya’nın yuvarlak olduğuna işâret eden pek çok âyet-i kerîme vardır. Bunların birinde:

“Allah, geceyi gündüze, gündüzü de geceye doluyor!” (ez-Zümer, 5) buyrulmaktadır.

Bu âyette geçen “tekvîr” (يُكَوِّرُ) kelimesi, baş gibi küre şeklindeki bir cismin etrafında bir şeyi, meselâ sarığı döndürerek sarmak, dolamak demektir.

Ay ve Güneş’in hareketleriyle ilgili olarak da Yâsîn Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar. İşte bu, Azîz ve Alîm olan Allâh’ın takdîridir. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tâyin ettik. Nihâyet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne Güneş Ay’a yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir! Her biri (belli) bir yörüngede yüzerler.” (Yâsîn, 38-40)

Kurʼân âyetlerinin nâzil olduğu mîlâdî yedinci asırda, Ay ve Güneş’in belli bir yörüngede sürdürdükleri dâirevî hareketleri düşünmek bile mümkün değildi. Bütün bunlar gösteriyor ki dâimâ Kur’ân önden gidiyor, ilim onu takip ediyor.

Bu itibarla Hazret-i Mevlânâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’e dâir şu ifâdeleri, her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır:

“Kur’ân-ı Ke­rîm’in zâ­hi­ri­ni bir ok­ka mü­rek­kep­le yaz­mak müm­kün­dür. İh­ti­vâ et­ti­ği bü­tün sır­la­rı ifâ­de et­me­ye ise sâ­hil­siz der­yâ­lar mü­rek­kep, yer­yü­zün­de­ki bü­tün ağaç­lar da ka­lem ol­sa yi­ne de ­yet­mez.”

14 asırdan beri, Kur’ân-ı Kerîm’in ilme ve fenne tezat teşkil eden bir âyetini bile göstermek mümkün değildir. Bilâkis her asırda yapılan keşif ve îcatlar, Kur’ân’ın yüceliğinin daha iyi anlaşılmasını temin etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm, 1400 sene evvelki bir bedevînin ihtiyacını karşılayıp hayâtını en güzel şekilde düzenliyordu. Bugünün, en üst seviyedeki ilim erbâbını da kuşatacak bilgileri ihtivâ etmekte, bilim dünyasını hayret ve dehşette bırakmaktadır. Çünkü o, kıyâmete kadar olmuş ve olacak bütün ilmî keşiflere öncülük eden en mükemmel bilgilerle doludur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.