Sonsuz Mucize Kur’an

Kur’an’a şüphe getirecek her tür fikir ve uygulamadan hem sufilerin hem de tüm Müslümanların uzak durması gerekir. Kur’an ve ahkamı her zaman uygulanabilir her zaman canlı bir dinamiğe sahiptir. Bunun aksini savunarak Kur’an’a şüphe düşürenlere gerekli cevap verilmeli ve bunların görüşleri ile mücadele edilmelidir.

Allah Teâlâ her peygambere onun nübüvvetini ispat etmesi için bir mucize vermiş, o mucizede kendi zamanında aşılamayan bir hususta olmuştur. Mesela sihirbazlığın en ileri olduğu dönemde Hz. Musa, asası ile zamanının tüm sihirbazlarını alt etmiştir. Şöyle bir gözümüzde canlandırırsak, arkasında binlerce ordusu, yanında komutanları, hazineleri ile Firavun, Hz. Musa’nın asası karşısında çaresiz kalmış, halkına ve adamlarına karşı rezil olmuştur. Aynı şekilde Hz. İsa ölüleri diriltmiş, tıbbın çare bulamadığı hastalıkları hemencecik iyileştirmiştir. Ama bugün ne asa, ne de İsa a.s.ın tıp ilmi vardır, onların mucizeleri kendi zamanları ile sınırlı kalmıştır. Zira bu peygamberler belli bir kavme belli bir süre için gönderilmiştir. Bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise tüm zamanlara ve tüm insanlığa gönderilmiştir. Durum böyle olunca diğer peygamberlerden farklı olarak ona verilen mucizenin de daimi olması gerekmektedir.

Gerçekten de peygamberimize verilen Kur’an mucizesi hem metni hem de manası ile insanları hayretten hayrete düşürmektedir. Zamanın geçmesi ile Kur’an eskimemiş, diğer ilahi kitaplar gibi tahrif edilememiştir, bugün Çin'in ücra köşesinde yetişen bir hafız, Afrika’nın bir köyünde yetişen başka bir hafızın dilini anlamaz, ama namazda biri kıraat hatası yapsa diğeri onu düzeltebilir. Mana olarak Yüce Kitabımız’a baktığımızda ise modern ilimler ve ilmi keşifler hep Kuranın hakikatlerini tekit etmektedir. Nice insanlar Kuran’ın edebȋ, ilmȋ, psikolojik yapısı karşısında dilsiz kalıp İslam’a girmektedir.

BATI'NIN KUR'AN PROJESİ

Asırlarca İslam âlemi ile baş edemeyen batı dünyası bizim gücümüzün Kur’an-ı Kerimden geldiğini farketmiş, İslam aleminin bu yükselişini durdurmak için öncelikle Kur’an’da şüpheler yaratmaya çalışmışlardır. Bunun neticesinden ilk olarak Kur’an metnini eleştiriye tabi tutmuşlar, kendi yaptıkları tahrifatı Müslümanların da yapacağını düşünerek onda çelişki ve hata aramışlardır. Eğer dünyanın herhangi bir köşesinde birkaç farklı Kur’an nüshası bulabilselerdi, problem kökünden çözülecekti: “Bakın Kur’an Allah kelamı değildir, öyle olsaydı üç beş değişik nüshası olmazdı” diyeceklerdi. Oryantalistler bu konuda başarısız olunca bu sefer Kur’an’ın muhtevasına saldırmaya başladılar. Pek çok batıl fikir arasında en tehlikelisi olan Kur’an’ın tarihsel olduğu ve emirlerinin tüm zamanları kapsamadığı fikrini ortaya attılar. Maalesef bu batıl iddiaya İslam dünyasından nefsinin kibrine yenilmiş kimseler arasında kapılanlar oldu. Bunlar kendileriyle birlikte başka, Müslümanların kafalarını da karıştırmayı kendilerine vazife edindiler.

Bu güruha göre Kâinatın yaratıcısı Allah’ın kelamı tarihseldir, tüm çağlara ışık verecek güce sahip değildir, ama azıcık akılları ile kendilerinin yazdıkları zırvalar evrenseldir, kendi batıl fikirleri çağlar üstüdür.

İmam Gazali’nin de ifade ettiği gibi Allah’tan gelen bir nur olan ilmi dünyevi menfaat elde etmek, nefislerini meşhur etmek için yapanlar er geç sapıtmaya mahkûmdurlar. Bu sebeple sufiler tarikata giren mübtedi dervişlerin işin başında daha çok zikirle meşgul olmasını tavsiye ederler. Salik ne zaman ki zikirle tezkiye olursa, o zaman Kur’an okumaya ve onunla yoğun olarak meşgul olmaya başlar. Hatta işin başında manevi terakki zikir ile olurken, sonunda terakki esas olarak Kur’an ile olur.

İmam Rabbani bu durumu şöyle açıklar:

“Seyr u sülûke yeni başlamış olan sâliklere uygun olan zikirle meşgul olmaları ve Allah’tan başka zihinlerinde bir şey kalmayıncaya kadar mâsivâyı gönüllerinden kazımaya çalışmalarıdır. Sâlik o hale gelmelidir ki, kendisine Allah’ın dışındaki şeyler zorla hatırlatılmaya çalışılacak olsa bile o bunları neredeyse hiç hatırlamayacaktır. İşte seyr u sülûke yeni başlayanlar bu vesileyle şirkten, enfüsî ve âfakî ilahlardan arındıkları zaman zikir yerine Kur’ân okumaya hak kazanabilirler ve bundan böyle mânevî terakkîlerini Kur’ân tilavetiyle gerçekleştirebilirler.” (Mektubat, c.III, m.4)

KUR'AN EBEDİ HAYAT KAYNAĞIDIR

İmam’a göre kalpte nefsin arzuları ve putları diri olduğunda öncelikle bunları oradan atmak gerekir. Zira Allah kelamı kirli kaplerde yer tutmaz, ve kötü niyetli insanların ancak sapıklığını artırır. Bu tür insanlar keyiflerine göre Kur’an ahkâmını eğip bükerler. Buna örnek olarak İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin faizli harcamalarda bulunan sufilere yaptığı şu uyarı ilginçtir:

Azizim! İhtiyacı olan veya olmayan herkes için faizin haramlığı kesin olarak nas ile sabittir. İhtiyaç sahiplerini bu haramlığın dışına çıkarmak kesin Kur’an hükmünü neshetmek demektir. (102. Mektup)

Kur’an ebedi bir hidayet kaynağıdır. Manevi terbiyenin temeli Kur’an ve sünnettir. Tasavvufun öncülerinden Cûneyd-i Bağdadî bu hususu şöyle ifade eder: “ Kur’an ezberlemeyen ve hadis yazmayan bir kimse bu yolda örnek alınmaz. Çünkü bizim bu ilmimiz Kur’an ve sünnetle çevrelenmiştir. (Kuşeyrî, 107) “Bizim bu ilmimiz Allah Resulünün hadisleriyle tahkim edilmiştir.” “Allah Resulünu adım adım izleme yolu hariç, insanlar için Allah’a giden yolların hepsi kapalıdır.” (Kuşeyrî, 107)

Genelde sufiler Cüneyd-i Bağda­­dî’nin bu prensiplerine bağlı kalmışlardır.

AHKAMI DIŞLAYAN SUFİLİK OLUR MU?

Bununla beraber son zamanlarda bazı gruplar, yabancı dinlerden ve felsefelerden aldıkları batıl fikirler ile Kuran bilgimizi sulandırmaya çalışmaktadırlar. İmam bu durumu şöyle eleştirir:

Yunan felsefecilerini, Hint Brahmanlarını ve yogilerini (yoga yapan rahipleri) görmez misin? Riyazet bunlara nefis safası getirmiş, onlar da bunları değerli bir şey sanarak, kendilerini beğenmişlerdir. Hatta ahmak Eflatun, nefsinin safasına güvenerek kendisi zamanında peygamber olan Hazreti İsa’ya inanmamış; ‘Biz doğru yolu bulmuş kimseleriz. Bizi doğru yola götürecek bir öndere ihtiyacımız yoktur.’ demiştir. (313. Mektup)

İmam’ın ifade ettiği gibi bazı sufi gruplar elde ettikleri manevi bilgilere kanarak Kur’an ahkâmı demek olan şeriatı hafife almakta, bir bakıma tarihselcilerin dümen suyuna gitmektedirler. Dinin muamelatını bir tarafa atıp tasavvufu sadece semaya, müzik ritüellerine ve spiritüel bir felsefeye indirgeyen bu kesimler Kur’an ahkâmının avamı bağladığını düşünmekte, kendileri gibi aydınlanmışların ise hiçbir dini kuralla sınırlı olmadığına inanmaktadırlar. Tasavvufun bu yorumu maalesef günümüzde son derece teşvik edilen bir hayat tarzı haline gelmiştir. Zira Kapitalist felsefe ile yaşayan insanlar toplum ve para ile olan ilişkilerinde dinin kurallarını menfeatlerine ters bulmaktadırlar. Durum böyle olunca muamelatı olmayan, sevgi, aşk, müzik ve sema bağlamında bir ruhi doyum nefislerin hevasına son derece uygun düşmektedir. Bu tasavvuf anlayışında dinin yasakladığı içki, zina, faizin ya tümü veya bir bölümü tedricen normalleşmektedir. Bunlara göre tasavvuf insanın dış dünyasında değil sadece kalbinde yaşadığı manevi hazlardır. İmam Rabbani bu tür sapık bir tasavvuf anlayışı şu sözleri ile inkâr eder:

Sufilerin uygulamaları bir şeyin helal veya haramlığı noktasında delil olmaz…Bu sahada muteber olan İmam Ebu Hanife’nin, İmam Ebu Yusuf’un ve İmam Muhammed’in sözleridir. Şibli ve Ebu Hüseyin Nuri (gibi meşhur sufilerin) sözleri değildir. Allah Teâlâ hepsine rahmet etsin. Günümüzün bazı nakıs sufileri, sema ve raksı kendilerine din ve şeriat haline getirmişlerdir. Bu noktada şeyhlerinin uygulamalarını delil kabul etmişler ve bu işleri kendileri için Hakk’a ibadet olarak kabul etmişlerdir. “onlar, dinlerini boş iş ve oyun edinmiş kimselerdir” (Enam, 70)

Netice olarak Kur’an’a şüphe getirecek her tür fikir ve uygulamadan hem sufilerin hem de tüm Müslümanların uzak durması gerekir. Kur’an ve ahkamı her zaman uygulanabilir her zaman canlı bir dinamiğe sahiptir. Bunun aksini savunarak Kur’an’a şüphe düşürenlere gerekli cevap verilmeli ve bunların görüşleri ile mücadele edilmelidir. Bunu yapmak için özel kurumlar kurulmalı, araştırmacılar desteklenmelidir. Allah Teala Yüce Kitabı ile ilgili her tür yanlış düşünce ve uygulamalardan hepimizi korusun, onun zamanları aşan mucizelerini anlamayı hepimize nasip etsin, amin.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 393

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.