Soru İşaretli Bir Yazı
Derdini, devânı gözden geçir. Derdin kardeşlerinin başarısı ve sevinci; devân kardeşlerinin üzüntüsü ve utancı ise, burada bir yanlışlık yok mu? Bazen akıl yetmez olup soru ve iz’an biter mi? O dem Hakk’a havâledir, îman da af da değil mi?
Bir insan, kendisine inancını yitirdiğinde, en büyük kayba uğramış demektir. Çünkü kendisine inanmayan kişi, aslında Rabbine inancında zaafa düşmüş olur. Üstüne bir de yediği lokmalar, aldığı ilimler, serdiği kilimler, ferahladığı serinler haram ile dolarsa, şüpheliler haramın en yakın ahbâbı, inandığı gibi yaşayabilmek dâvâsı da o insanın uzaktaki, gidilemez köyü olursa, kim ne yapabilir?
Öyle sanıyorum ki bâtıla tutunuşu mertçe olan insanın, hakka dönüşü de mertçe olacaktır. Hiçbir insan, nâmert olmaktan daha büyük bir günah işleyemez. Kendimce tecrübe ede ede, kesin olarak anladım ki kişinin namazından evvel şahsiyetine bakmak gerekir. Misâl isteyene Hazreti Hind yetmez mi?
Ahlâk, çok mühim bir vasıftır. Söz verdiği saatte gelmemek, öksüzün, yetimin, garibin hakkını yemek ahlâksızlıktır. İsraf etmek, görsünler diye namaz kılmak ahlâksızlıktır. Tembellik ederek başkalarının sırtından geçinmek ahlâksızlıktır. Demem o ki ahlâk, ille de farklı cinslerin birbiriyle irtibâtına dâir bir mes’ele değildir. Kelimeleri kendi dar kalıplarımızda sıkıştırıp, ona buna ahlâk dersi vermeyi bıraksak, başarabildiklerimizle insan ezmesek de başaramadıklarımızla ilgili çalışmalar yapsak, daha iyi değil mi?
Esnaf der ki: Şikâyetinizi bize, memnûniyetinizi dostlarınıza anlatın. Fakat nedense hep tam tersi olur. Şikâyetler, muhatabı dışındaki herkesle paylaşılırken, memnûniyetler üstüne asfalt dökülmüş toprak yol gibi kaybolur. Daha vahimi ise, bir problemin yaşandığı yerde sıkıntıyı, ihtiyâcı, şikâyeti dile getirebilecek bir muhatap bile bulamamak ki, hele deyin, revâ mı?
Mutsuzsan, mutlu olamayışındaki kendi payına bak. Hangi eksiğin sebebiyle o duyguyu yaşadığını bulmaya çalış. Çünkü ancak, asıl sebebi bulup gereğini yaparak huzur bulabilirsin. O aslî sebep ise çoğunlukla sendedir. Saklanmıştır, gizlenmiştir. Bul! Zaten sen, en fazla seni değiştirmekle mes’ul ve o kadarına güç yetirebilecek hâlde değil misin?
GEREK VAR MI?
Olur be! Her şey olur! Kafa dağılır, gönül dağılır, oda, dolap, ev, ocak dağılır… Peki senin işin nedir? Senin işin, dağınıklıklara yenik düşerek darmadağın olmamak, derlemenin, toplamanın, toparlanmanın yolunu bulmaktır. Burası imtihan yeri! Her an karşına çıkması muhtemel imtihan sorularının cevabını, daha gelmeden hissedebilmek için, en iyi şekilde hazırlanmalısın. Bunun için gerekli gayreti sergile ki pejmürde pejmürde dolaşmak zorunda kalmayasın. Zîrâ kalbin dağınıklığı, hiç gecikmez, kalıba yansır. Kalıba yansıyan her dağınıklık, çevredekileri biraz daha zora sokar. Kendisini zora soktuğun her insanla birlikte, omzundaki kul hakkı yükünü biraz daha artırmış olursun. Gerek var mı?
AKILLICA DEĞİL Mİ?
Aslan yattığı yerden, manda verdiği sütten, arı yaptığı baldan, insan da ortaya koyduğu işten belli olur. Aşçıysan pişirdiğin aş, avcıysan tuttuğun kuş konuşur. O hâlde kendine acı da gereksiz yere konuşmayı bırakıp hayırlı, faydalı, vasıflı işlerini çoğalt. Bu çok daha akıllıca değil mi?
BELA NE YAPSIN?
Sözde Hazreti Fâtıma’lar yetiştirmek isteyen ana babaların, icraatte çocuklarını alâkasız eğitim müesseselerinde okutmaları sizce de abesle iştigal değil midir? Otoyolun tam ortasında durup araba çarpmasın, diye beklemek, hangi aklın işidir? Yüzmeyi öğrenmeden denize atlayıp boğulmamayı ummak, hayalperestlik değil midir? Bir sinek musallat olur da ikide bir üzerine konarsa, eline sineklik almadan evvel, başına akıl, gönlüne insaf al da sende sineği çeken ne var, onu araştır. Başın her ne ile derde girse, bunu yap. Evvelâ ve sürekli kendi vicdan aynana bak. Doğru yerde, doğru düzgün duruyorsan, genelde sıkıntı yaşamazsın. Yanlış yerde, eğri büğrü duruyorsan, belâ ne yapsın? Gayrıyı suçlarsan bunalır, kendi suçunu bulursan ferahlarsın. Bunları niye mi dedim? Çünkü vazîfem, çünkü kıymetlimsin, çünkü din gardaşımsın, değil mi?
HİÇ SORUYOR MUSUN?
Gel! Sen sen ol, her önüne geleni tutma! Sen sen ol, her eline geçeni dağıtma. Elbette dünyayı taşıma kardeşim; lâkin dünyaya da kendini taşıtma. Kendin için rahatlık istiyorsan, başkalarına da rahatlık ver. Huzur vermiyorlar, diye ithâm ettiğin kaç kişi, senden ötürü huzur duydu, hiç soruyor musun? Sor. Hem, sormak demişken aklıma geldi, saçma olduğunu düşünerek suâllerini içine hapsetme. Zira büyür palazlanır, mazallah îmânına bile zarar verir. Eminliğine inandığın birini bulduğunda, üşenme, çekinme, vesvese etme de sor, olur mu?
AMİN DER MİSİN?
Hakkında dedikodular edildiğini öğrenirsen, hatta ‘O hasta biridir. Biz onu idâre ediyoruz, siz de edin’ dediklerini duyarsan ne şaşır ne de îtirâz et. Yalan mı, küllî hakîkat!? Cümleten hastayız, evet! Kiminin hastalığı kendine, kiminin hastalığı etrafındakilere eziyet. Kiminin vücûdu hasta, kiminin duyguları, fikirleri… Hani kimi grip, kimi suçiçeği, kimi kanser olur ya, bunun gibi. İşte mânevî hastalıklar da böyle, çeşit çeşit, seviye seviye… O hâlde sana hasta dedikleri için bozulacağına, Başhekim için duâ et ki asıl zor olan, şüphesiz onun işi. Çünkü o, sadece bizle değil, sen ve ben gibi hasta olan nicesiyle uğraşmak zorunda kalıyor. Hatta sâdece hastaların değil, ahmakların ve yaşayan ölülerin sıkıntısı da gelip onu buluyor. Allah onun âfiyetine devamlılık, bizim hastalıklarımıza da şifa ihsân eylesin, desem, âmin, der misin?
Kapasitenin farkında olmak istiyorsan, çatlayıncaya kadar koş. Artık koşamaz olduğun an, istîdâdını sonuna kadar kullandığın ve mes’ûliyetten kurtulduğun andır. Yeterince anlaşılır olmadıysa, bir de şöyle söyleyeyim: Sana, inandığın yolda öl diyorum kardeşim! Bunu başarabilir misin?
SEN HANGİSİSİN?
Bâzen önüne gelir, elini uzatmamakla; bâzen uzağında kalır, arayıp bulmakla imtihan edilirsin. Sen, senden daha iyilere yakın olduğun sürece, ümitlenebilirsin. O hâlde nefsine, öncelikle kendisinden daha iyi olanların varlığını kabûl edecek, sonra da onlarla bir arada olmaya güç yetirecek kıvamı ver. Çünkü daha iyilerle olmak, daha fazla sıkıntı çekmek demektir. Kiminin, ucundan ısırınca ‘Yandımmm!’ diye bağırdığı biberi, kimisi reçel diye ekmeğine sürüp yiyor, sen hangisisin? Nefsini bil, değerlendir? Biber dediğim de cin biberi değil, canını yakan her şeydir!
HİÇ Mİ DUYMADIN?
Otuzlu yaşlarında bir adam, çok yakında kalp krizinden öldü. Gencecik bir anne, ikinci doğumunu yaparken can verdi. Saçına ak düşen de bıyığı yeni terleyen de gitti, hiç mi duymadın? Kardeşlerinle bölüşemediğin o nimetleri sen mi yarattın? Yarın kabirde sormazlar mı hepimize: Dünyada sonsuza kadar kalınmadığını öğrenemeyecek kadar da mı aptaldın?
Derdini, devânı gözden geçir. Derdin kardeşlerinin başarısı ve sevinci; devân kardeşlerinin üzüntüsü ve utancı ise, burada bir yanlışlık yok mu? Bazen akıl yetmez olup soru ve iz’an biter mi? O dem Hakk’a havâledir, îman da af da değil mi?
Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 397
YORUMLAR