Sosyal Medya Dindarlığı
Takva kavramı, sanki günün sadece belirli zaman dilimlerinde performe edilen ritüellere indirgenmiştir. Bu “gösterişçi ibadet” yahut “sosyal medya dindarlığı” ego besleyen aktivitelere dönüşmüştür. Zira pahalılık gösterisi biçiminde olan, öz çekimden (selfie), sosyal medyada paylaşmaktan öte geçemeyen bir dindarlık görüntüsünün mahiyeti itibari ile sorunlu olduğu açıktır.
Hem uluslararası medyada hem de Türkiye’de dinî sembol ve görsellerle artık daha yoğun bir şekilde karşılaşıyoruz. Şüphesiz her kültür kendine ait temsilleri medya içeriğine yansıtıyor. Bununla birlikte küreselleşme ve teknolojik imkânlar dünyanın herhangi bir yerindeki bilgiye bizim de kolaylıkla ulaşmamızı sağlıyor.
MEDYADA DİNİ REPLİKLER VE SEMBOLLER ARTTI
Uluslararası medyada; daha çok Avrupa’daki kraliyet ailesi fertlerinin kilise evlilikleri, Dan Brown’un romanlarının uyarlaması ve semavi dinlerin başkenti olarak Kudüs tartışmaları etrafında aktarılan dinî motifler; Türkiye medyasında ise özellikle sosyal medya paylaşımları ve televizyon dizilerinde dinî replikler ve semboller daha çok görünür olmuştur.
Ne var ki televizyon ekranlarında ve sosyal medyada artan söz konusu dindarlaşma tezahürleri yahut ifadeleri her zaman pozitif bir biçimde değerlendirmek mümkün görünmüyor. Çünkü bir popüler kültür ya da tüketim öğesi olarak ele alınan dindarlık görüntülerinin etkileşimleri beklenenden çok farklı olabiliyor. Normalde bir dinî değerin aktarımının davranışsal bir olgunlaşma oluşturması beklenirken özellikle sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımların narsizm gibi olumsuz duyguların ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
Dinî bir mekânda, ibadet esnasında, öz çekim (selfie) paylaşan kullanıcının mekânı mı kendi iç huzurunu mu yoksa kendi egosunu mu paylaştığı konusunda takipçide kimi zaman soru işaretleri bırakıyor. Mesela, Kudüs’te kutsal mirası görmeye giden ziyaretçinin, selfie çekerken kendi yüzünü kutsiyet atfettiği yerden, faraza Mescid-i Aksa’dan daha büyük çekmesi bu tür bir “öz beğeni”nin en açık örneklerinden biri olarak kaydedilebilir. Böyle fotoğraflarda neyin vurgulandığı ya da ön plan çıkarıldığı anlaşılamıyor: Kadrajın büyük kısmını kapsayan yüz ifadesi mi yoksa arkada uzaktan görünen kubbe mi? Ya da bir ibadethaneden selfie paylaşmak ne kadar gereklidir?
BATILILAR BİZİ HEP ÖCÜ GİBİ GÖSTERİYORLAR
Diğer taraftan, televizyonda artan din konulu program ve içeriklerin de bazı kısımları sorunlu gibi görünüyor. Bir kere, maalesef uluslararası medyada özellikle İslam dinine ait görüntüler daha çok terör, DEAŞ ve Orta Doğu’daki çatışma ve kaos haberleri etrafında şekilleniyor. Bunun, İslam dinine ve Müslümanlara yönelik düşünceleri nasıl olumsuz etkileyeceğini tahmin etmek güç değil. Yalnız burada “Batılılar işte, bizi hep öcü gibi gösteriyorlar.” bahanesine sığınmak da kanaatimce anlamlı değil. Politik anlamda, kargaşanın sebebi olarak farklı unsurlar ileri sürülebilecek olsa da Müslüman toplumların kendi içlerindeki çekişmeler yabancı zihinlerde söz konusu temsilin kalıcılığına neden olabiliyor.
Türkiye televizyonları özelinde ise dinin medyadaki temsili, ertesi gün cuma olması nedeni ile perşembe akşamları ilerleyen saatlerde başlayan dinî vaaz içerikli programlar biçiminde görülmektedir. Bunlar; daha çok bir din uzmanının ya da literatürde yer aldığı şekliyle medya vaizinin (media minister) saatler süren hikâyeleştirilmiş anlatımı ve interaktif bir biçimde sosyal medya ya da telefonla ekran başındaki ve stüdyodaki seyircilerden sorular alarak devam ettirdiği bir tür değer aktarımı ve bilgilendirme programlarını içerir.
DİN EKRANDA NASIL DURUYOR?
Aslında dinin, televizyon ekranlarında ve diğer kitle iletişim araçlarında bu şekliyle ele alınışı, medyanın ya da sosyal medya açısından baktığımızda kullanıcının izlenme/takip edilme motivasyonu ile ilişkilendirilebilir. Sonuçta geleneksel medyada reyting (izlenme oranı) olarak bildiğimiz husus, sosyal medyada tıklanma ya da takip edilme hırsı olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle, medya içeriği üretirken Facebook veya Twitterdan paylaşım yaparken yaygın inanca hitap etmenin, kullanıcının “bilinirliğine” katkı sunacağı düşünülmektedir. Ne de olsa metafizik içerikler bir biçimde izleyicinin ilgisini çekebilecek; sürrealist anlatım ve yapım ilgiyi artıracaktır.
Aynı motivasyonu, filmlerde hep kurtarıcıların ortaya çıkması, umudun nerdeyse tümüyle yittiği bir zamanda yaşlı ve ak sakallı bir dedenin aniden “zuhur etmesi” ve bir dokunuşla bütün sorunları çözümlemesi ile seyircide oluşacak katharsisle (iç arınma) açıklamak mümkündür. Seyirci bu sayede bir duygu boşalımı yaşayacak, kendini kurtaracak bir aksakallı dedeyle huzura erecektir. Ak sakallı dede gerçekte bu teklifi sunmasa dahi kurtarılmanın hayali de kişiye bir rahatlama vermektedir.
Belki de bütün bu dindarlık çelişkileri; dinin bir popüler kültür öğesi olarak tüketilmesi ve aksi düşünülse de Tanrısal gözetimin sadece ibadet esnasında söz konusu olduğu yanılgısıyla açıklanabilmektedir. Çünkü dinî ölçülerin evrensellik ve kapsayıcılık özelliklerine rağmen bireysel menfaati ön plana çıkaran yeni dindarlaşma temayülleri göze çarpmaktadır.
Takva kavramı, sanki günün sadece belirli zaman dilimlerinde performe edilen ritüellere indirgenmiştir. Bu “gösterişçi ibadet” yahut “sosyal medya dindarlığı” ego besleyen aktivitelere dönüşmüştür. Zira pahalılık gösterisi biçiminde olan, öz çekimden (selfie), sosyal medyada paylaşmaktan öte geçemeyen bir dindarlık görüntüsünün mahiyeti itibari ile sorunlu olduğu açıktır.
POPÜLER KÜLTÜR VE DİN ALGILAYIŞINDAKİ DEĞİŞİM
Bu yönüyle, popüler kültür ve din algılayışındaki değişim bir yönüyle ahlaki değerlerdeki dönüşüme neden olmaktadır. Medya ve popüler kültür etkisi altındaki günümüz yaşam biçimleri; insanları tüketime, benmerkezciliğe (selfie ve paylaşım) ve yaşamın gösterileşmesine yönlendirmiştir. Sosyal medyadaki popülerlik ya da fenomen olma durumu da aynı bağlamda sonuçlar doğurmuştur. Birey; bunlara eşlik eden yabancılaşma ve umutsuzluk duyguları, yalancı parıltılar ve şöhretler içinde hayat aramış ancak elde edilen, sonuçta yaşanan öfke ve işe yaramazlık bir türlü kurtulamadığı bir kısır döngü içinde sürüklenmesine neden olmuştur.
Sonuç olarak, popüler kültürle izleyiciye sunulmaya çalışılan sosyal medya paylaşımları ve televizyonda aktarılan hayat tarzı, insanları başkaları adına özveride bulunmayı düşünmemelerine, narsistik bir biçimde sadece kendileriyle ilgilenmelerine, derinlikten yoksun norm ve değerlere bağlanmalarına ve yalnızca sığ ilişkiler içerisinde giderek artan bir yabancılaşma ve güvensizlik ortamına sürüklenmelerine neden olmaktadır.
Bütün bunlara rağmen televizyon ya da diğer alanlarda, dinin temsilini tümden olumsuzlamak hatalı olacaktır. Medya çalışmalarında genellikle yapıldığı üzere, her negatifliğin temel nedeni olarak medyayı göstermek, televizyon programlarının, gazete yazılarının, radyo dinletilerinin eğitici ve düşündürücü özelliğini göz ardı etmektir. Aksine gerek belgeseller gerek tartışma platformları gerek kamu spotları gerek eğitim içerikli programlar sayesinde ve yeni medya alanlarının sunduğu ifade ve sorgulama özgürlüğüyle medyanın toplumsal dönüşüme bir katkı sunduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Kaynak: Dr. Ekmel Geçer, Diyanet Dergi