Sosyal Medyada Rol Modeliniz Kim?

İnsan fıtratında “örnek alma temâyülü” vardır. Yenilerde buna “rol model olma”, “rol model alma” deniliyor. Modern hayat, insanın karşısına binlerce rol model çıkarıyor ama seçim yapmak zor oluyor. Biraz ondan, biraz bundan derken su aka aka yönünü buluyor, herkes kendi rolünü oynuyor. Aslında “rol” de “model” de belli; anlamak, idrâk etmek isteyene… 14 asır evvelden o kutlu rota çizilmiş. Biraz muhabbet, biraz da merak ve gayret lâzımdı.

Büşra, taze sayılabilecek bir anne... Anneliği sosyal medyadan öğrendi. Ona göre annesi de kayınvâlidesi de çocuk psikolojisinden anlamıyor. Sosyal medyada takip ettiği o güzide anne, ona sesini kısmasını öğütlüyor. Her gün pencereden işe giden kocasına el sallamasını, çocuklar evin her bir yerini kırıp dökse de sâkin kalıp, “Çocuk!” deyip geçmesini meselâ…

Yine sosyal medyadan takip ettiği pek uzman pedagoglara göre, hep Büşra kabahatli… Kendini o kadar suçluyor, o kadar vicdan azâbı çekiyor ki, sormayın… Kendini kabahatli buldukça çocuğunu yüceltiyor, ona toz kondurmuyor. Alanında “çok uzman” pedagogun internetten verdiği derslerin bir saniyesini kaçırmıyor. Bütün kitaplarını altını çize çize okumuş. Bütün programlarını takip ediyor. Çocuğu henüz bebekken kucağa alıştırmamakla başladı işe... Tek başına çocuk büyütüyordu; bebeği kucağa bir alışsaydı, ne zorluklar yaşardı kim bilir? Bebeği ağlasa da, çırpınsa da yatağında uyumaya alışmalıydı.

O çok hassas bir anne… Bebeği henüz 6 ayını doldurmadan ek gıda vermek, sanki dört kitapta yazan bir emirdi. Kazarâ babası bebeğe yemek suyundan tattırmıştı da Büşra bunalımlara girmişti.

Büşra, mükemmel bir anne… Hattâ o kadar mükemmel ki, AVM’de henüz 2,5 yaşındaki çocuğunun tutturma krizine karşı sosyal medyadan öğrendiği eşsiz taktikleri uyguluyor. Çocuğunun tam karşısında duruyor, onun yerlere yatmasını, bağırmasını, sesinin AVM koridorlarında yankılanmasını “sâkince” izliyor. Sadece izliyor. Hemen arkasında annesi de onu izliyor. Kadın tedirgin:

“-Kızım, al şu çocuğu kucağına, gönlünü et! Bak, millet bize bakıyor.” diyecek oluyor, ama Büşra’nın gözlerinden birer ok çıkıyor sanki; annesinin sözünü daha başlamadan bitiren bir ok…

Büşra bir “insta mum”. Yani instagram annesi. O, anneliği sosyal medyadan öğrendi. Sosyal medyadan takip ettiği uzmanların, doktorların, bilir kişilerin haddi hesabı yok. Onlar Büşra’nın hayatına o kadar şey katıyor ki… Onu mükemmel anneliğe götüren uzmanlara ne kadar teşekkür etse az…

* * *

Merve, hayatında sürekli yeniliklerin, farklılıkların olmasını istiyor. Monoton bir hayat tarzı hiç ona göre değil. Alışveriş yapmak, gezip dolaşmak, yemek içmek ve paylaşım yapmak onun vazgeçilmezleri arasında... Gittiği mekânlar, gezdiği yerler, yeni tatlar, lezzetler hep ondan sorulur. İnterneti ve sosyal medyayı aktif kullanıyor. Hattına tanımlı bol cigabaytlı internet paketine sahip...

Merve’nin ciddi bir takipçi listesi ve bir youtube kanalı bile var. Ne mi yapıyor o kanalda? “Şal bağlama teknikleri”ni anlatıyor. Tabiî, bunları yaparken çok dikkatli, son derece titiz davranıyor. Saçının bir telini gören yok, şu ana kadar... Başına geçirdiği bonenin üzerine çeşitli renk ve desenlerde yüzlerce şal denedi, şimdiye kadar.

Düğün, nişan, kına, mezuniyet, özel gün, dâvet ne ararsanız Merve’nin kanalında mevcut… Hangi davette ya da organizasyonda ne örtülür, nasıl örtülür, hangi makyaj yapılır, son trendler nelerdir? İğne takmadan bir şalı nasıl başınızda tutmayı başarırsınız? Hepsi ve daha fazlası bir tıkla Merve’nin sayfasında… Beğeni ve yorum yapmak da sizin takdirinize artık…

* * *

Rânâ bir moda sayfası editörü ve tasarımcı… Minimal hayat tarzını benimsiyor. “Sadelik” denilen moda akımının sıkı takipçisi...

“Ne kadar az eşya, ne kadar az kıyafet o kadar rahatlık!” anlayışına sahip…

Kendisi ve takipçileri muhafazakâr şıklığın peşinde. Bohem, salaş, rahat kombinler tasarlıyor. Bir nevî alternatif kıyafetler üretiyor. İğnesiz bağlanan şallardan, dar, vücudu saran, görenlerin tesettürlü mü, değil mi çözemedikleri genç kız tiplerinden yakınıyor. Bütün bunlara alternatif olsun diye rahat, şık, ama tesettüre uygun kıyafetler tasarlayıp satışa sunuyor. Şimdilik adı az duyulsa da, kaliteli ve nitelikli insanlarla çalışıyor.

Yaptığı işi hem meslek, hem hizmet olarak görenlerden... İnternet ve sosyal medyayı verimli kullanıyor. “Azı karar, çoğu zarar!” sözünü baş tacı yapmış, hiç aklından çıkarmıyor.

* * *

Nisâ, üniversite son sınıfta... Arkadaşlarına göre farklı bir kişiliğe sahip. Üretken, mücadeleci, dertli… Aklında onlarca proje var. Hedefi üniversiteyi bitirip diploma almak değil. Yüreklere dokunmak, ümmete faydalı olabilmek...

Evvelâ kendine hizmet ederek başlamış işe… Tahsiline devam ederken tefsir, hadis, ilmihal derslerine katılıyor. Ajandası konferans, seminer, panel tarihleri ile dolu. Öyle boy göstermek için değil, istifade etmek için gidiyor her ne faaliyete gidiyorsa…

Arkadaşlarını ve yakın çevresini organize edip su kuyusu açtırmış Afrika’da... Yetimhane projesine ciddi katkıları var. Her yeni güne bir iyi niyet ile uyanıyor. Zira “Niyet amelden hayırlıdır.” anlayışı Peygamberî bir bakış açısı… Haftalık okuma grupları var. Amel edilmeyen bilgi kayboluyor, çünkü. Bulunduğu muhitteki çocukları haftalık toplayıp onlara İslâm’ı sevdirmeye çalışıyor. Kendini ümmetin gidişatından sorumlu görüyor.

Nisâ, sınıf arkadaşlarından farklı bir kişilik... Okuyan, araştıran, anlayan, anlatan, yaşadığı toplumu kendine dert edinen bir şahsiyet… Vaktini okul kantininde ya da kafelerde değil; kütüphane ve gönüllülük projelerinde değerlendiriyor. Onun rol model problemi yok. Rolü de, modeli de belli…

* * *

Esrâ, fakülteden mezun olmuş, iş hayatına atılmış. Sırada yıllardır hayalini kurduğu evlilik var. Nişan, düğün ve diğer merasimler herkesin aklında kalacak şahanelikte olmalı… Düğün adına, en lüks organizasyonlar, takının en pırlantalısı, eşyanın en trendi, evin en konforlusu olmalı; hiçbir şey eksik kalmamalı…

Anne-babası bir karyola, bir halı, birkaç parça eşyayla evlenmiş, sonrası olup gitmiş. Ama şimdiki zaman öyle mi? O annesinin yaptığı gibi “kanaat” edemez. “Hayat kalitesi” diye bir şey var. Hattâ uydurma ifâdesiyle, “yaşam” kalitesi… Arkadaşı evlenirken kızın düğünde eksiklerini saymış, çeyizlerini yerleştirirken erkek tarafının çamaşır kurutma makinesi almadığını görünce onları ne kadar kınamış…

Nişanlısı:

“-Nasılsa tayinimiz çıkacak, fazla eşya almayalım, zamanla tamamlarız!” demiş de kızcağız yüzüğü atma noktasına gelmiş.

Evli arkadaşları, sosyal medyada her gün evlerinin her bir köşesinin on farklı açıdan fotoğrafını paylaşmakta. Mutluluk sosuna bulanmış evlilik fotoğrafları, sosyal medyada gündem olmakta… Evlenince Esra da bu modaya uyacak elbet.

Borç-harç dillere destan bir düğün yapılıyor. Kimi davetliler, düğüne katılamayacaklarını beyan ediyorlar:

“-Düğününüz değerlerimize uygun değil!” diyorlar. “Kültürümüzdeki düğünler böyle mi? Erkek-kadın, çalgı-çengi kültürümüzde var mı?” diye dert yanıyorlar. “Düğün dediğin bir duâyla başlar. Gelin kız, baba evinden çıkarken duâ edilir, ardından gelin arabasına bindirilir.” Onların bildikleri böyledir.

Örften gelen güzel duygularla düğün yapmak bir kenara itilmiş âdeta… Bazı dâvetliler takı merasiminin ardından kibarca salondan ayrılıyorlar. Gösteriş merakı, lüks ve israf onların yanına pek uğramıyor. Kılık kıyafetteki değerlerin bir bir yitirilmekte olduğunu görmek onları üzüyor. Onların kültüründe kadınlar kadınlarla, erkekler erkeklerle oynar, eğlenir, nâmahremlik var. Ama yeni yetişen nesilde bu anlayış nâdir görünüyor.

Sessizce düğünün bitmesini bekleyen kimi eş-dost, salonun en kuytu köşesine öbeklenmiş, gürültülü müziğin arasında başlarını birbirine dayamış sohbet etmeye çalışıyorlar. Salondan ayrılmak, düğün sahibine mahcup olmak demek… Kimi misafirler de namaz vaktinin girmesini fırsat bilmişler, düğün salonunun daracık mescidine zor atıyorlar kendilerini…

Düğün nihayete erip evli evine, köylü köyüne yol alıyor. Balayı, “cicim ayı” derken hiçbir eksiğin olmadığı evde mânâsız tartışmalar yaşanmaya başlıyor. Hayatta bir gayeleri, ulaşacakları bir hedefleri pek yok... Çünkü dünyevî mânâda eksikleri yok. Ebeveynler, çocukları hayata mutlu başlasın diye her yükü omuzlamışlar. Peki, bunca varlığa rağmen şu an onları mutsuz kılan ne ola?!

Akşam işten yorgun dönüp ikisi de telefonları ellerinde koltuğa uzanıyor, sosyal medya sokaklarında geziniyor, mutluluk arıyorlar. Hayat monoton geçiyor. Evlenmeden önce flört denilen şeyi bolca tecrübe ettiklerinden, evliliğe pek de heyecanla başlamamışlar anlaşılan...

Bir sabah hayatlarına değer katacak bir haber alıyorlar. Bebekle hayatlarında bir hareketlilik olacak belki… Bebek beklediklerini sosyal medyadan duyuruyorlar bütün takipçilerine, hem de bütün sosyal medya hesaplarından… Her gün onlarca tebrik alıyorlar. Bebeğin ultrason görüntülerini buzdolabına özenle asıyorlar. Karyola, dolap, zıbın, ıvır zıvır her şey temin ediliyor. Son aylara bırakmamalılar alışverişi...

Birkaç ay sonra anne adayının en yakın dostu, değerli arkadaşına “baby shower” partisi sürprizi yapıyor. Aslına bakılırsa sürpriz süsü verilmiş, bir parti bu. Organizasyon şirketi her detayı düşünmüş, salonu süslemiş. Konsept tamam. Misafirler bekleniyor… Mutluluk oyununa bir yenisini ekleyerek devam ediyor hayatına Esrâ…

* * *

Kapitalist sistem, günler icat etmişti. Daha çok ürün satmak, alışverişi ve tüketimi hızlandırmaktı asıl gâye... Mutluluğu, fânî dünyanın geçici hülyalarında arayanlar da âhiretine yatırım yapmak yerine bu evcilik oyununda savrulup gidiyordu. Ömür geçiyor, emeller dur durak bilmiyordu.

İnsan fıtratında bir “örnek alma temâyülü” vardı. Yenilerde buna “rol model olma”, “rol model alma” deniliyordu. Modern hayat, insanın karşısına binlerce rol model çıkarıyordu, ama seçim yapmak zor oluyordu. Biraz ondan, biraz bundan derken su aka aka yönünü buluyor, herkes kendi rolünü oynuyordu, şu hayatta...

Lâkin modern dünyanın insanı mutsuzdu. Her bir şeye sahipti de bir türlü mutluluğu yakalayamıyordu. Çünkü bu dünyalık koşuşturmaların içi boştu. Mâneviyatla taçlanmayan her iş; noksandı, kusurluydu, huzursuzluk sebebiydi.

Aslında “rol” de, “model” de belliydi; anlamak, idrâk etmek isteyene… 14 asır evvelden o kutlu rota çizilmişti. Biraz muhabbet, biraz da merak ve gayret lâzımdı. Vesselâm…

Not: Bu yazıdaki isimler ve anlatılanlar “kurgu” olup gerçek hayattaki kişilerden ilham alarak yazılmıştır.

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 162

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.