Soybağını İspat Etmenin Yolları

Soybağını (nesebi) ispat yolları nelerdir? İslam hukukuna göre soybağının ispatı.

Nesep, sahih veya fâsit bir evliliğin varlığı yahut kendi eşi sandığı bir kadınla şüpheye dayalı olarak vuku bulduğu isbat edilince yahut ikrar ya da DNA testi gibi ispat edici bir delil bulununca baba yönünden sabit olur.

SOYBAĞINI (NESEBİ) İSPAT YOLLARI

1) Sahih veya Fâsit Bir Evliliğin Bulunması

Nikâh akdinin varlığı ispat edilince, diğer şartlar da bulunuyorsa nesep kendiliğinden sabit sayılır. Şüpheye dayalı cinsel birleşme durumunda çocuk dünyaya gelirse, bu özür durumunun ispatı da çocuğun nesebini erkeğe bağlamada bir sebeptir.

2) İkrar Yoluyla Nesebin Sabit Olması

Nesep ikrarı ikiye ayrılır. İkrarda bulunan nesebi ya kendisine veya başkasına bağlamış olur.

Bir erkeğin; “Bu çocuk benimdir.” veya “Bu benim babamdır.” diye ikrarda bulunması durumunda aşağıdaki şartlar gerçekleşirse nesep sabit olur.

a) İkrarda bulunanın nesebi, başkasından sabit olmamalıdır. Nesebi başka erkekten sabit ise bu ikrar batıl olur. Çünkü, “Hz. Peygamber, nesebini kendi babasından başkasına isnat eden veya kendi efendisinden başkasını efendi edinen kimseye lânet etmiştir.” [1]

b) Aradaki yaş farkının baba) çocuk olmaya elverişli bulunması gerekir. Meselâ; ikrarda bulunan erkek otuz, nesebi tanınan çocuk yirmi beş yaşında olsa, yaş farkı bu ikrara uygun değildir. Çünkü beş yaşında evlenip çocuk sahibi olmak mümkün değildir.

c) İkrarda bulunanın temyiz gücüne sahip (akıllı) olması gerekir. Çoğunluk fakihlere göre, ayrıca ergenlik çağına ulaşmış olması da ge­reklidir.

d) Nesebin üçüncü bir kişiye yükletilmemesi de gerekir. Bir kimse; “Bu benim kardeşimdir.” diye bir kişi hakkında ikrarda bulunsa, aslında o kimsenin nesebini babasına bağlamış olur. Diğer hısımların karşı çıkması durumunda, bu tanıma yalnız tanıyanı bağlar. Diğer yandan Hanefîlere göre nesebi tanınan çocuğun ayrıca sağ olması da şarttır.

Ebû Hanîfe’ye göre, bir kimse “Bu benim kardeşimdir.” diyerek, nesebi başkasına, yani babasına bağladığı zaman, ya babasının da bu tanımaya katılması veya tanımanın doğru olduğunu beyyine ile ispat etmesi yahut da baba daha önce ölmüşse, mirasçılardan iki kişinin bu tanımayı kabul etmesi gerekir. Çünkü nesebi tanıma, tanıyan bakımından başkası üzerinde değil, yalnız kendi üzerinde velâyet hakkı doğurduğu için eksik delil teşkil eder. Eğer tanıma, bu yollardan birisi ile desteklenmezse, yalnız tanıyanı bağlar. Meselâ; nesebini tanıdığı çocuk yoksulsa, bakımını üstlenir ve babasından gelecek mirasta da ona ortak olur.

3) Delille İspat

Beyyine denilen sağlam bir delille isbat edilmesi de nesebi sabit kılar. Beyyine ile isbat ikrardan daha kuvvetlidir. Çünkü beyyine delillerin en güçlüsüdür. Beyyine sayılan deliller şunlardır: Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre iki erkek veya bir erkek iki kadın; Mâlikîlere göre yalnız iki erkek; Şâfiî, Hanbelî ve Ebû Yûsuf’a göre bütün mirasçılar. Şahitlik görme veya işitmeye dayanmalıdır. Bizzat görme veya işitmeye dayanmıyorsa, şahitlik yapmak caiz olmaz. Çünkü Hz. Peygamber bir şahide; “Güneşi görüyor musun?” diye sormuş, “Evet” deyince; “bunun gibi gör­düğüne şahitlik et, aksi halde şahitliği bırak.” buyurmuştur.[2]

Nesebin fizik benzerlikler yolu ile belirlenmesi de mümkündür. İddet beklemekte olan bir kadın evlense, iddeti içinde doğum yapsa, eski koca ve yeni evli bulunduğu koca her ikisi de çocuğun kendilerine ait olduğunu iddia etse çocuk hangisine ait olacaktır? Yine buluntu bir çocuğu iki veya üç erkek “Benim çocuğumdur.” diye tanımak istese, çocuk hangisine verilecektir?

Hanefîlere göre bir çocuk üzerinde iki erkek birden nesep iddiasında bulunsa, bunlardan birisi sahih veya fâsit nikâhla yatağın sahibi ise çocuk ona ait olur. Bunlardan her ikisinin de yatak hakkı olmaz veya ikisi birlikte yatak hakkında ortak bulunursa çocuk her ikisine ait sayılır. Bu konuda soy bilgininin görüşü ile amel edilmez.[3]

Şâfi, Mâlikî ve Hanbelilere göre ise fizik benzerliklere dayanarak soy belirlenebilir. Delil, Hz. Âişe’den nakledilen şu hadistir: “Bir gün Rasûlüllah (s.a.v.) yüzünde sevinç pırıltıları saçarak yanıma geldi ve soy bilgini Mücezziz’in Zeyd b. Hârise ile oğlu Usâme b. Zeyd hakkında; “Bu ayakların sahipleri biri diğerinden gelmedir.” dediğini nakletti.”[4] Hz. Peygamber, evlâtlık ilga edilmezden önce Zeyd b. Hârise’yi evlât edinmiş ve onu azadlı cariyesi Ümmü Eymen’le evlendirmişti. İşte Usâme bu evlilikten doğmuştur. Usâme çok siyah, babası Zeyd ise beyaz tenli idi. Münâfıklar, babası ile oğlu arasındaki bu renk ayrılığını öne sürerek Usâme’nin nesebi üzerinde dedikodu yapıyorlardı. Mescidde üstleri örtülü olan oğul ve babanın, örtünün altında kimlerin olduğunu bilmeksizin, yalnız çıplak ayaklarını gören soy bilgini, bu ayaklara dikkatlice bakmış, bu ayaklardan birinin diğerinden gelme olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber bu habere sevinmiş ve nesebin bu yolla sabit olabileceğini “takrîr” yoluyla ifade buyurmuştur.[5]

Diğer yandan günümüzde “DNA” testi yoluyla çocukla, anne veya babası olduğu iddia edilen kişinin “kalıtım özellikleri” arasındaki uyum durumuna göre nesep tesbiti yapılabilmektedir. “DNA” testi tıbbın ulaştığı son harika buluşlardandır. Bununla insan hücresine önceki atalarına ait özelliklerden ve kader programından yüklenmiş bulunan bilgilerin şifreleri çözülmeye çalışılmaktadır.

Sonuç olarak, kanaatimizce evli olanların çocukları, prensip olarak ana) babaya nisbet edilirken, şüpheye dayalı cinsel birleşme durumunda veya buluntu çocukların nesebini belirlemede yalnız nesep iddiasını veya ikrarını yeterli görmeyip fizik ve biyolojik benzerliklerin de araştırılması uygun olur. Böylece Hanefîlerle, çoğunluğun görüşü birleşmiş bulunur. Bununla nesep konusunda yapılabilecek yanlışlıklar da önlenmiş olur.

Dipnotlar:

[1]. İbn Mâce, Hudûd, 36. [2]. Beyhakî rivayet etmiş, Hâkim senedine sağlam demiştir, bk. San’ânî, Sübülü’s-Selam, Kahire 1950, IV, 130. [3]. Soy bilgini; ayak izlerini inceleyerek kişinin babasına veya kardeşine benzerliğini tespit eden kimsedir. [4]. Buhârî, menâkıb, 23, Faza’ilü, Ashâbı’n-Nebî, 17, Ferâiz, 31; Müslim, Radâ’, 38-40; Ebû Dâvûd, Talâk, 31; Tirmizî, Velâ’, 5; Nesâî, Talâk, 51. [5]. bk. Elmalılı, age, VI, 316; Zekiyûddin Şa’ban, Usûlû’l-Fıkh, Terc. İ. Kafi Dönmez, Ankara 1990, s. 65, 66.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İSLAM’IN ÇOCUKLARI KORUMAK İÇİN ALDIĞI ÖNLEMLER

İslam’ın Çocukları Korumak İçin Aldığı Önlemler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.