Şuarâ Suresi 198. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Şuarâ Suresi 198. ayeti ne anlatıyor? Şuarâ Suresi 198. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Şuarâ Suresi 198. Ayetinin Arapçası:

وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ

Şuarâ Suresi 198. Ayetinin Meali (Anlamı):

Biz Kur’an’ı Arap olmayan birine indirseydik,

Şuarâ Suresi 198. Ayetinin Tefsiri:

Kur’ân-ı Kerîm Arap olan ilk muhatapları tarafından kolaylıkla anlaşılabilmesi için apaçık Arapça lisanıyla indirilmiştir. (bk. Yûsuf 12/2; Şuarâ 26/195) Yine aynı hikmete binâen her peygamber kendi kavminin konuştuğu dille gönderilmiştir. (bk. İbrâhim 14/4) Eğer Kur’an, Arap olmayan birine indirilse, o da bunu mûcize olarak mükemmel bir Arapça ile onlara okusaydı, müşrikler bir bahane bulup ona da inanmazlardı. Onlar küfürde bu kadar bir inat ve ısrar içindeydiler. Diğer bir tefsire göre; eğer Kur’an Arapça konuşamayan, konuştuğu sözü açıkça anlatamayan birine indirilseydi, o bunu anlaşılır bir şekilde tefsir ve beyân edemeyeceğinden dolayı müşriklerin inanmamalarına bir bahane teşkil edebilirdi. Fakat ortada böyle bir durum yoktur. Çünkü Resûlullah (s.a.s.) ümmi olmasına rağmen son derece belîğ ve fasih konuşan, okuduğunu çok iyi okuyan, izah ettiğini çok iyi izah eden bir kişi idi.

Bu âyetlerde iman etmek ve İslâm’ı anlayıp yaşamak için Kur’ân-ı Kerîm’i anlamanın önemine dikkat çekilmektedir. Araplar kendi dillerinde inen Kur’an’ı anlamakta zorluk çekmemişlerdir. Eğer Arapça olmasaydı, anlamayacakları için ona inanmamakta mazur sayılabilirlerdi. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Biz o Kur’an’ı yabancı bir dilde indirseydik, onlar elbette: «Onun âyetleri anlayacağımız bir dille iyice açıklanmalı değil miydi? Arap olmayana yabancı dilde bir kitap olur mu?» diyeceklerdi. De ki: «O, iman edenlere doğru yolu gösteren bir rehber ve eşsiz bir şifa kaynağıdır.» İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır; Kur’an kendilerine kapalı ve karanlık gelir. Onlara sanki çok uzak bir yerden sesleniliyor da söyleneni duymuyorlar!” (Fussılet 41/44)

Bu ilâhî beyânlarda Arapların, anlamadıkları takdirde inanmamaları tabii karşılandığına göre, Kur’an’a inanmak için onu anlamanın gereği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple Arap olmayan milletlerin, Allah kelâmının mânasını kendi dilinde okuyup anlaması zarûridir. Dolayısıyla her dilde sıhhatli bir şekilde yapılacak Kur’ân-ı Kerîm’in tercüme ve tefsiri çalışmalarının önemi büyük olduğu anlaşılmaktadır. Şu âyet-i kerîmeler bu hakîkati daha net izah etmektedir:

“Biz Kur’an’ı indirdik ki, «Bizden önceki iki toplum olan yahudi ve hıristiyanlara kitap indirildi, biz ise onların okuyup üzerinde çalıştıkları gerçeklerden habersizdik» demeyesiniz. Veya: «Eğer bize de kitap indirilseydi, onlardan daha çok doğru yol üzere olurduk» diye itirazda bulunmayasınız.…” (En‘âm 6/156-157)

Fakat müşrikler inanmamak için bahane üstüne bahane uyduruyor, açık bir mûcize görmüş bile olsalar, inanmak niyetinde olmadıklarından, mutlaka bir mazeret ileri sürüyor, inkârdaki inatlarına devam ediyorlardı. Şu âyet-i kerîmeler onların bu devâsız derdini haber verir:

“Rasûlüm! Şâyet sana kağıt üzerine yazılmış bir kitap gönderseydik de onu elleriyle tutmuş olsalardı, o küfürlerinde diretenler yine de: «Bu, olsa olsa apaçık bir büyüdür» derlerdi.” (En‘âm 6/7)

“Hatta üzerlerine gökten bir kapı açsak da oradan yukarılara çıksalar bile, hiç şüphesiz: “Galiba gözümüz bağlandı; daha doğrusu biz büyülendik» derler.” (Hicr 15/ 14-15)

Bu sebepledir ki:

Şuarâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Şuarâ Suresi 198. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.