Şuarâ Suresi 88. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Şuarâ Suresi 88. ayeti ne anlatıyor? Şuarâ Suresi 88. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Şuarâ Suresi 88. Ayetinin Arapçası:
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ
Şuarâ Suresi 88. Ayetinin Meali (Anlamı):
“O gün ne mal fayda verir, ne de evlat.”
Şuarâ Suresi 88. Ayetinin Tefsiri:
O,
Âlemlerin Rabbinden şunları talep eder:
İlk
olarak kendisine “hüküm” vermesini ister. Kendisi peygamber olduğu için bu
“hüküm”den maksat ilim, hikmet, doğru ile yanlışı birbirinden ayırabilme
gücüdür. Allah’ın koyduğu hükümleri, kanunları ve sınırları bilip tanımak ve
bunlara göre bir kulluk hayatı yaşamaktır.
İkincisi;
kendisini sâlihler kervanına dâhil etmesini niyaz eder. Dünyada aralarında
mü’min ve müslüman olarak rahatlıkla yaşayabileceği sâlih bir topluluk
lütfetmesini, âhirette ise kendisini sâlihlerle beraber haşretmesini ister. Bu,
her mü’minin yapması gereken bir duadır. Çünkü dünyada İslâmî ve huzurlu bir
hayat ancak bu yolla mümkün olabilir; âhirette de yine kurtuluşun yolu budur.
Üçüncüsü;
sonradan gelecek nesiller içinde doğrulukla ve hayırla yâd edilmeyi ister.
Cenâb-ı Hak onun bu duasını kabul etmiştir. Çünkü herkes onu sevmekte, ondan
övgüyle bahsetmekte ve onun neslinden gelmekle iftihar etmektedir. Bu duasıyla
Hz. İbrâhim, “âhir zamanda kendi soyundan gelecekler arasında hakkı dimdik
ayakta tutacak birinin gelmesini” istemiş de olabilir. Zürriyetinden Hz. Muhammed
(s.a.s.)’in tüm insanlığa peygamber olarak gönderilmesiyle bu duası kabul
olunmuştur.
Şâir,
insanların gönlünde taht kurabilmenin yolunu öğretmek üzer şöyle der:
“Cihânda
her kime tahsîl-i nîk-nâm gerek
Hemîşe
bezl-i mekârimde ihtimâm gerek.” (Besîm)
“Bir
insan bu dünyada iyi bir nâm bırakmak istiyorsa, dâimâ cömert davranmaya,
başkalarına faydalı olmaya çalışmalıdır.”
Dördüncüsü; nâim cennetine yâni içersinde bol bol nimetlerin
bulunduğu cennete vâris olmayı ister. Çünkü en büyük kurtuluş ve başarı, cehennemden
kurtulup cennete girebilmektir. Âyet-i kerîmede buyrulur: “Her nefis ölümü
tadacaktır. Yaptıklarınızın karşılığı ancak kıyamet günü tastamam verilecektir.
Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa, gerçekten o kurtuluşa
ermiştir. İyi bilin ki, bu dünya hayatı, aldatıcı bir faydadan başka bir şey
değildir.” (Âl-i İmrân 3/185)
Dolayısıyla bu dua, “ben ne cenneti isterim, ne cehennemden korkarım” gibi
gaflet ifadelerini reddetmektedir.
Beşinci
olarak İbrâhim (a.s.) bir müddet babası için dua ve istiğfar etmiş, fakat artık
inanmayacağı ve cehennemlik olduğu kesinleşince de bundan vazgeçmiştir. (bk.
Tevbe 9/114)
Son
olarak Yüce Mevlâdan, insanların diriltileceği kıyâmet günü herkesin gözü
önünde kendisini mahcup etmemesini, rezil rüsvâ kılmamasını, utandırmamasını
ister. O gün ki orada mallar da evlatlar da insana bir fayda sağlamayacak; tek
geçerli akçe “kalb-i selîm” olacaktır. Şâir der ki:
“Sanma
ey hâce ki senden zîr u sîm isterler,
«Yevme
lâ yenfe‘u» da kalb-i selîm isterler.”
“Ey
tâcir! Kıyâmet günü senden altın ve gümüş isteyeceklerini sanma. İnsana hiçbir
şeyin fayda vermeyeceği o günde sadece senden «kalb-i selîm» isteyecekler.”
“Kalb-i
selim”in özellikleri şunlardır:
Küfür, şirk ve şüphelerden arınmış,
Her türlü cehâlet ve kötü huylardan temizlenmiş,
İman esaslarına samimiyetle inanmış, mânen sağlıklı,
Allah korkusuyla ve aşkıyla âdeta yılan ısırmış gibi delik deşik
olmuş,
Sünnet-i seniyyeye gönülden
bağlı olup bid‘atlerden uzak duran,
Mal ve evlât sahibi olduğu için şımarmayan tertemiz bir kalp.
İsmâil
Hakkı Bursevî “kalb-i selîm”in üç mühim vasfını şöyle açıklar:
› Hiç kimseyi
incitmeyen kalp,
› Hiç kimseden
incinmeyen kalp,
› Her türlü
duygu, düşünce, söz ve fiilinde devamlı Allah Teâlâ’nın rızâsını arayan kalp.
Esas
gâye dünya hayatında mal ve evlat engeline takılmadan ilâhî huzura böyle bir
kalp ile varabilmektir. Nitekim İbrâhim (a.s.)’ın bu duası da kabul olmuş ve
hakkında: “İbrâhim Rabbine kalb-i selîmle geldi” (Saffât 37/84)
buyrulmuştur.
Böyle
bir selîm kalbe ulaşabilmek için, kalbin ince ve hassâs çizgileri üzerinde son
derece dikkatli ve gayretli olmayı gerektiren bir çalışma yapmanın zarûreti
ortadadır. Bir şâirimiz bu zaûreti şöyle dile getirir:
“Müncelî
âyine-i dilde nükûş-i kâinat,
İş
o mir’ât-ı Mûsâffâya cilâ vermektedir.
Ref’
edince mâsivâyı nûr-ı Hak eyler zuhûr,
Maksat
ancak kalbe böyle bir incilâ vermektedir.”
“Esasen
gönül aynasında kâinatın bütün nakışları açıktır, âşikârdır. Yapılacak iş, o
kalbi her türlü kirlerden ve paslardan arındırarak cilâlamaktır. Bu sebeple
kalpten Allah’ın dışındaki tüm varlıkların sevgi ve ilgilerini tamâmen
uzaklaştırınca, orada Hakk’ın nûru bütün haşmetiyle ortaya çıkar. Asıl maksat,
kalbi bu şekilde temizleyip parlatabilmektir.”
Şimde de, insanların Allah’ın huzurunda
toplandıkları mahşer yerinden nakledilen şu manzaralara bakın:
Şuarâ Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Şuarâ Suresi 88. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...
YORUMLAR